Patronsuz Medya

Sahte Demokratlar

Necdet Şen - Hürriyet, Ekim 1996  


Aşağıdaki derleme, Kasım 1994 ve Aralık 1996 tarihleri arasında Hürriyet gazetesinde yazıp çizdiğim "Değişim Rüzgârı" başlıklı çizgili romandan alınma.

Anlatının sonlarına doğru yazılıp çizilen ve o dönemde devlet yanlısı camiadan edep sınırını aşan tepkiler alan 15 günlük bölümünün -düşünce balonları içinde yer alan- yazılı içeriği.

İlk iki gün yazılanlar, merkez medyada okuduğum bir haberdeki Türkiye'ye sığınmış Afrikalı mültecilere yönelik "Tanzanya da neresiymiş, haritada yerini bile gösteremeyiz, defolun gidin pis yamyamlar" benzeri ifadelere gösterdiğim tepkiyle başlıyor. Bununla bağlantılı olarak Türk Tipi Aydınlanma kavramının ve modern elitin "öteki" korkusunu kaşıyarak köpürttüğü, baskı politikalarına dayanak yaptığı "şeriat" retoriğinin yergisine dönüşüyor.

Son üç günlük bölümde de yazılı basında bu yazdıklarıma ve şahsıma yönelik başlatılan hakaret ve sindirme kampanyasına cevap veriliyor.

Anlatıyı tamamlayan çizgileri buraya koymaya şimdilik gerek görmedim; metinler kendini anlatıyor.

1. gün

İnsanın olduğu her yerde gaddarlık, riya, husumet, dalavere de olacak; teknoloji buna engel değil ki; rezil herifler de kullanabilir bilişim teknolojisini, hatta makale yazabilir. Buralarda da ötelerde de sevgisizlik aynı karanlık suratlı, bin bir kılıklı müzmin hastalık.

Hiç heveslenme, Batı diye bir ütopya yok. Her yere sirayet eden bir algılama formatı Batı, hayatından memnun olmayan cumhuriyet çocuğu'nun sorumluluktan kaçış arzusunun şifreli adı.

Eğer hoş bir şeyler olacaksa hayatımızda, o burada olacak. Biz yapacağız.

Afganistan olmayacağız.

Bir tohum ekersen, Batı'da da doğu'da da büyür, bahçe olur.

Yeter ki onu ışık ve sevgiyle besle.

* * *

2. gün

Yeter ki sevgisizliğinle kirletme gazete sütunlarını ve yaşadığın kentin bilincini. Tanzanya'nın haritadaki yerini araştır. Ve unutma ki insan, derisinin rengini sipariş ederek gelmez dünyaya.

Irkçılığın en bayağısını yapıyor çapı düşük resim altı yazıcısı. Ku Klux Klan zihniyeti gazetelerin mutfaklarına sirayet ediyor.

Zekânın ve erdemin hüküm sürmesi ümit edilen yerlerde deli bozuk bir cehalet, basiretsizlik ve nefret kol geziyor.

Afrikalı'nın kaderidir kara derili olmak; ama kara yürekli ve budala olmak kader değil, tercih meselesidir.

İnsanın olduğu her yerde gaddarlık, riya, husumet, dalavere de olacak; teknoloji buna engel değil ki; kötü insanlar da kullanabilir bilişim teknolojisini; hatta makale yazabilir.

Buralarda da ötelerde de sevgisizlik aynı karanlık suratlı, bin bir kılıklı müzmin hastalık…

* * *

3. gün

Afganistan olmayacağız.

Çünkü biliyoruz ki önümüzde kırk katır ve kırk satır dışında seçenekler de var.

Topluma sopa marifetiyle redingot giydiren zorbaları da, asıp keserek sakal uzattıran zorbaları da aynı derecede reddediyoruz.

Biz daha hap kadar çocukken kapkara üniformalar içine tıkıştırılıp, kışlayı andıran ruhsuz binalarda "dikkaaaaaat!" komutuyla hazırola geçirtilmiş, "varlığım militarizme armağan olsun!" diye haykırtılmıştık. Kale burçlarındaki resmi, putperest mahyalar, rap rap yürütülmeler, buyurgan uyarı levhaları refakatinde koyunlaştırılmıştık.

Ama değişim cini lâmbadan çıktı bir kez.

Bu sünnetçi korkuları, bu "ya şeriat ya tank sesi" zorlamaları miadını tamamlamış eli sopalı düzene daha fazla neferlik etmemizi sağlamayacak.

Efendiler, açık konuşun, sizi hırçınlaştıran şey şeriat öcüsü mü, yaklaşan iktidarsızlık günleri mi?

* * *

4. gün

Toplumu uçlara doğru çeken, militanlaştıran siyasetçilerden, üniformalı yüksek bürokratlardan, bizi kaz yerine koyan, sadece giysileri sivil köşe yazarlarından sıtkımız sıyrıldı artık.

Niçin gazetelerin manşetlerinde paşaların kestikleri kokteyl ahkâmları gün be gün sivilleşen toplumun alacalı bulacalı renklerinden daha fazla yer buluyor?

Burası Afganistan olmayacak… Ama Cezayir de olmayacak… Burası nasıl giyineceğimiz, nasıl ibadet edeceğimiz ve hangi kalıplarla düşünürsek zulüm görmeyeceğimiz konusunun bordrolu, itibarlı müstebitler tarafından belirleneceği bir açık hava hapishanesi de olmayacak.

Değişimin ruhu buralara da uğrayacak.

Himaye değil, demokrasi istiyoruz…

Despotlar arasında seçim yapmaktan usandık artık.

* * *

5. gün

Laik cumhuriyetin harcında kara kafalı Osmanlı'nin bir kaç yüz yıldır bileğini bükemediği Avrupalı'ya karşı beslediği marazî ezikliğin hiç payı yok mu sence?

Diyelim ki çözüm Müslüman ahaliye dipçik zoruyla redingot giydirmekten, hacı, hoca, şeyh gibi ünvanları yasaklamaktan ve Avrupalı toplumlara öykünmekten geçiyordu. Bu yolla çağdaş olacaktık. Ve herkes avanaktı. Bu gerçeği bir tek sen gördün.

Peki, niye olamadık?

Peki, niye hiç kazanamadık Eurovision'u, UEFA kupasını, Nobel'i, Oscar'ı ve diğer alafranga "aferin"leri?

İngilizce dükkân tabelâları, İngilizce dergi adları ve Clinton'la telefonda konuşmayı bir halt sanan kompleksli devlet yöneticileri olunca bu ülke Batılılaşmış mı oluyor?

Bir gün birileri çıkıp "ey halkım, senin ruhunda derin yaralar açan şu aşağılık kompleksini yenmenin yolu, kendi yerel değerlerine sarılmaktan geçer" dediğinde ortaçağ'a mı dönülmüş olunuyor?

* * *

6. gün

Hadi canım sen de!

Sizi gidi hıristiyan aşıkları siziii!

Sizi gidi beyni yıkanmış şabloncu papağanlar!

Hem bu kadar şoven milliyetçi, hem de bu kadar kefere hayranı olmak ancak bizimki gibi fabrikasyon aydın'lara mahsustur.

Sizi gidi putperest jakobenler!

Maymunun gözü açılıyor artık, kendinize başka enayi bulun.

* * *

7. gün

Bir aydın düşün ki, cumhuriyetin kurucusunun mavi gözlü ve sarışın oluşundan gurur duyar.

Düşün ki o aydın yurt dışında kendisine "aaa, siz türk müsünüz, hiç benzemiyorsunuz" denmesini iltifat olarak kabul eder.

Öyle bir aydın getir ki gözünün önüne, Allah'a inanmayı banal bulur.

Ve o aydın, her türlü sosyal yerginin sonunu "halbuki Batı'da öyle mi ya!" diye bitirir.

Nasıl "aydın" ise o, sosyolojik refleksleri kampanyalara endekslidir. "falanca gazeteyi okuma" denir, okumaz.

Filanca kitap moda olur hepsi aynı anda satın alır, hepsinin kütüphanesi kapağını bile açmadıkları ansiklopedilerle doludur ve hangi öcüden korkacaklarını beyni kireçlenmiş köşe mürşidlerinden öğrenirler.

Tesadüfe bakın ki, hepsi aynı fabrikasyon cümlelerle konuşur ve hepsi, ama hepsi, ısrarla bunun kendi düşüncesi olduğunu savunur.

Bu aydın "devrim" aydınıdır. Ve devrim, "birikim"in katilidir. İmitasyon aydınlar yaratır.

* * *

8. gün

"Halkımızı eğitmeliyiz efendiler."

Ya seni kim eğitsin efendi?

"Aydın despotizmi" lâfı sana neyi ifade ediyor?

Eğitmek (yani kendi doğrularını diğerlerine zorla kabul ettirmek, hizaya getirmek) ister şeriatçı, ister aydınlanmacı, ister bolşevik ya da komünist ya da Allah tarafından vatanseverlikle görevlendirildiğini sanan dangalak…

Despotları açığa çıkaran o şifre kelimeyi dilinden düşürmez zorba taifesi.

Herifçioğlu, eğitir.

Çocuğunu eğitir, köpeğini, komşusunu, yeğenini, sokakta rastladığı yabancıları, yani dişinin kesebileceği herkesi…

Her nasılsa kendini "eğitmeye" adamıştır tepeden inmeci totaliter aydın karikatürleri.

* * *

9. gün

Nasıl ki işkence, ona maruz kalanın babayiğitliğinin değil, yapanın gaddarlığının kanıtıysa, nasıl ki mağdur olmak kişiyi otomatikman haklı konuma getirmiyorsa, şunca yıl devletin hışmına uğramış olması da kendini solcu ve çağdaş zanneden ezberci, slogancı kefere aşığını otomatikman haklı kılmıyor.

Demokrasi gömlek markası değil ki, fiyakalı olmak demokrat olmayı da garantilesin.

Kültür, ressam adı ezberlemekten daha çapraşık bir iştir. Piyano da, bilgisayar da, italyanca yemek adları da olamaz kültürün mihenk taşı.

Derneklerin içinden "çağdaş" sıfatlı grupçuklar çıkartmak da olamaz…

"Sokma akıl" ile akıl aynı şey olamaz.

* * *

10. gün

Zorbalığın fikirlerden üniformalar diktiği totaliter mizaçlı sistemde, asli görevi eğitmek olan üniversite rektörlerinin buram buram ajitasyon kokan açılış söylevleri ve hukukun hassas terazisini toplumun üzerinde yansız olarak tutması gereken yargı lordlarının militanca çıkışları ve toplumsal sözleşmelerin kırılgan noktalarını hoyratça kaşıyan medya komitacılarının rüzgâr eken ahkâmları (ister Allah adına, ister Türklük ya da Çağdaşlık ya da çağ atlamak adına) bölücülük olmuyor mu?

Bağnazlık ve softalık sadece sarık ve cübbeyle dolaşmaz. Biz ne softalar gördük yanı başımızda, ki onların demokrasiden kasdettiği şey 73 sene evvel kendilerine bahşedilmiş imtiyazları ilelebet müdafaa ve muhafaza edecekleri bu azınlık diktatörlüğünün bekasından başka bir şey değildi.

* * *

11. gün

Kendine şu soruyu sor gözümün nuru: Kendin için talep ettiğin iktidar olma hakkını çorapları kokan ve güzel türkçemizi kafasını gözünü yararak kullanan, hem de Mozart'ı tanımayan, TRT-2'yi seyretmeyen "maganda"ya gösterir miydin?

Seçimlerde senin oy verdiğin partinin kapıcı memo'nun oy verdiği partiden daha az milletvekili çıkarmasını "her şeyin yozlaştığı, toplumun geriye gittiği" biçiminde mi yorumluyorsun?

Şu demokrasi kavramını bana bir daha tarif eder misin?

* * *

12. gün

Tartışma sözcüğü size ne ifade ediyor? Anlamak için mi tartışırsınız, yenmek için mi?

Düşündüklerini dile getirmeye çabalarken birisi, daha ikinci cümlesinde "çok yanlış düşünüyorsun" diyerek sazı elimize aldığımız zaman tartışmış mı oluruz, yoksa susturmuş mu oluruz o insanı?

Amaç susturmaksa, sormalısın kendine, sana kim verdi yanlış bulduğun fikirlerin konuşulmasını engelleme hakkını?

Farklı sesler duymaya tahammül edemiyorsan, senin neren demokrat?

Demokrasiden anladığın şey, hep küçümsediğin şu kara kafalı kalabalığa tahakküm etme ayrıcalığını ilelebet müdafaa ve muhafaza etmenizi sağlayan nalıncı keseri kılıklı tek parti artığı ayıplı rejim mi?

Kendini ilerici zanneden pırıltısız, tek parti-milli şef artığı aydın karikatürünü faşist'ten ayıran farkı bilen var mı?

* * *

13. gün

Küçük kara balık, çok mu şaşkınsın?

Yooo…

Ne kadar oldu sürüden kopalı?

Bilmem ki.

O aptal masallara inanmış mıydın sahiden?

Ah! Hem de nasıl! Ben de bir papağandım o zamanlar, dersimi sıkı ezberlemiştim.

* * *

14. gün

Küçük Kara Balık, ne oldu sana, birden böyle değiştin?

Gecelerden bir gece uyku tutmadı beni, Okyanus'u görmek istedim.

Çocuktum… Ufacıktım… Türk'tüm… Doğruydum…

Ve faşist'tim aslında… Diğer papağanlar gibi ben de kendimi devrimci sanmaktaydım… Dinsizliği çağdaşlık sayan bir dine inanmaktaydım…

Ama bir gece yarısı Okyanus'u merak ettim. Uyku tutmadı.

Yobazların bu sövgüleri, bu beyinsizce kampanyalar, sütun gangsterlerinin bu fikirden yoksun tantanaları ondandır.

* * *

15. gün

Küçük Kara Balık, sen "Ulu Önder"'e sövüyormuşsun, doğru mu bu?

Yalan!

Kimseye tapınmıyorum. Tapınanlara da itirazım yok. İtirazım eli sopalı softalara.

Ki tanırsın o softaları; puta taparlar

Oysa benim sorularım var, hayatı anlamaya çalışıyorum.

Anlamaya çabaladıkça da boyalı kuş'a dönüşüyorum. Hep aynı cümlelerle hep aynı fasaryaları seslendiren ve farklı olanı gagalayarak linç eden papağan sürüsünün içinde yapayalnızım. Dilim varmıyor o şirretlerle küfürleşmeye.

Nedendir bilinmez, son yıllarda sık sık Cesur Yeni Dünya'nın uykusunda beyni yıkanan laboratuvar ürünü veletlerinden biriymişim duygusuna kapılıyorum: Türk! Doğru! Faşist! aldığım totaliter ve paranoyak eğitimi unutmaya çabalıyorum.

Sürüden koptum ben… Ve başka bir sürü aramıyorum… Okyanus''u merak eden küçük, geveze bir balık yavrusuyum, o kadar…

* * *

İlgili okuma parçaları:
Hikmet Çetinkaya → İç evreni karanlık zibidi!
Deniz Som → Zırtapoz!

diYorum

 

Necdet Şen neler yazdı?

90
Derkenar'da     Google'da   ARA