Patronsuz Medya

Ferman padişahın dağlar ganimet

Necdet Şen - 30 Ocak 2014  


"Seherde bir bağa girdim, ne bağ duydu ne bağbancı" (İş Makinesi)

Osmanlı'da "mîr-i mal" dedikleri bir tabir varmış… Hâlâ var. "Kamuya (hazineye) ait" anlamında. Yerleşim alanlarının dışında kalan ve devletten başka kimsenin üzerinde hak iddia edemediği topraklar bunlar.

Bu tür toprakların sınırlarını saptamak için o zamanlar uygulanan yöntem bugünün insanına biraz komik gelebilir: Mîr-i mal'ın yakın sınırı, gür sesli bir adamın bağırtısının duyulabildiği en son noktadan başlarmış.

Bugün artık daha hassas kadastral donanım var. Adına topograf falan denen teknik adamlar, ellerinde dürbünümsü cetvelimsi aletlerle arazilerin sınırlarını metrik bazda ölçüp kazıklar çakarak belirleyebiliyorlar.

Ama teknoloji değişse de hizmet ettiği maksat bakî kalıyor. Bugün de Mülk'ün tamamı Allah'a vekaleten Padişah'a ait ve kullarına canının istediği gibi ihsan edebiliyor.

* * *

Bilindiği gibi, memleketin her yanı parti rozetli inşaatçılara ulûfe niyetine dağıtılacak rant alanlarıdır ve toprağın altından zaman zaman tekerleğe çomak kabilinden çanak çömlek haç put çıkar; can sıkar. Haşere benzeri zibidiler yerleşmiştir o arazilere vakti zamanında; incir zeytin badem falan dikmişlerdir, toprakta hak iddia ederler. Analarını, danalarını, ağaçlarını, sebzelerini de alıp gitmeli, o güzel manzaralı arazileri rezalet ve kalkınma erbabına terk etmelidirler.

Örnek mi lazım? Bu aralar Türkiye'nin darphane gibi para basan turistik ili, çiçeği burnunda büyük şehir Muğla'nın bazı ilçelerinde tarım alanlarına yönelik yeni bir düzenleme yapılıyor. Köy kahvesinde çarşıda pazarda hep aynı soru: Ne olacak?

Olacağı şu: Hamuduyla yutulma sırası buralara geldi.

Amacın "tarım alanlarındaki yapılaşmayı engellemek" olduğu söyleniyor ve ilk anda kulağa pek tatlı geliyor. Ama gene de ortada bir inandırıcılık sorunu var.

Önce biraz bilgi verelim konuya yabancılık hissedenlere.

Kanun der ki: Hiç kimse aklına estiğince inşaat yapamaz. Her yerleşim birimi için belirlenmiş farklı emsal değerler ve oranlar vardır. Bu oran, şehir merkezinde şu kadar, köylerde bu kadar, köy dışındaki tarım alanlarında o kadar diye uzar gider. Yani "arsanın ancak yüzde bilmem kaçına bina yapabilirsin, geri kalanını bahçe olarak bırakırsın, çatı yüksekliği şu kadarla, kat sayısı bu kadarla sınırlıdır" der mevzuat.

Köylü, evinden uzaktaki bağında bahçesinde zeytinliğinde gerekirse geceleyebilmek için ufak bir bağ evi inşa edebilir. Üretimin bekası için zorunludur zaten. Ama tutup kocaman saray yaparsa, o zaman bu ihtiyaç değil lüks konut sayılır; yemezler.

Konuya dönersek, tarım alanlarında şimdiye kadar dönüm başına yüzde 5 yapılaşma oranı vardı. Bu oran önce "5 dönümden daha küçük arsalara inşaat izni verilmez" diye değiştirildi. Sonra o da kesmemiş olmalı ki, "20 dönümden küçük arsalara inşaat izni verilmez" diye daha da yukarı çekildi.

20 dönüm! Şaka gibi. Kaç kişide var o genişlikte arazi?

Yani cümlelerdeki cilayı kazırsan, altından "büyük arazi sahiplerinden gayrı herkes ya ağaçta ya mağarada barınsın, ya da kırsal alanı terk etsin" gibi bir anlam çıkıyor.

Sordum soruşturdum, bu uygulama hayata geçirildiğinde olacaklara dair net konuşabilen bir insan evlâdına rastlayamadım. Kimi iyimser kimi kötümser. İyimserler "böyle zırva bir karar nasıl olsa yasalaşamaz" diye avutuyor kendini.

Gel gör ki, burası Türkiye. Ahalinin fikrini kim sorar? Üç beş bürokrat ve siyasetçi oturur karar alır, kanırta kanırta uygulatır.

Ama bu tip kararlar, hangi ambalajla sunulursa sunulsun, ancak çiftçiyi topraksızlaştırmaya, manzaralı arazileri köylüden -ve tarımsal üretimden- arındırıp rant lobisine peşkeş çekmeye yarar.

Babadan kalma arazisine çoluk çocuğu için barınak, danası kuzusu için ahır yapma imkânı elinden alınmış, dilekçesi komisyona takılmış olan çiftçi, battal hale getirilen tarlasını çaresizlikten satar. Kime? Cebinde eşek yükü parayla köy köy dolaşıp kelepir arsa toplayan yerden bitme zenginlere. Ucuza kapatılan o tarlalar kitabına uydurulup tarım alanı olmaktan çıkarılır, oğullara, damatlara, kapı kullarına, 20-30 dönümü tek celsede alabilecek ve işlerini Ankara'dan takip edebilecek ensesi kalınlara peşkeş çekilir. Güya "koruma" amaçlı olan bu tür düzenlemelerin hasatını da o tarlalara havuzlu villalar, gözlerden ırak pelister çiftlikleri, özel uçak pistleri yapmak için aportta bekleyen harami takımı toplar.

Biz de -şu an olduğu gibi- pirinci Hindistan'dan, kuru fasulyeyi Kanada'dan, soyayı ABD'den ithal ederiz. Afiyet şeker olur.

Çiftçi zaten halihazırda büyük ölçüde topraksızlaşmış durumda. (Dipçik zoruyla sürülenlere değinmiyorum bile.) Uygulanan hatalı tarım ve hayvancılık politikalarının bir eseri olarak, malıyla davarıyla karnını doyuramayan çiftçinin çoğu, tarlasını zaten hafta sonları şöyle bir uğrayıp "yatırım" diye tarım arazisi satın alan biti kanlı kentliye ve yerel tüccara kaptırmış çoktan. Köyler gitgide ıssızlaşıyor. Bugün hâlâ köy yerinde yaşayanların çoğuysa, ya aylak aylak oturuyor ya da zamanında ihtiyaca binaen sattıkları -ve yeni sahiplerinin tapuyu cebine koyar koymaz öylece bırakıp gittiği- tarlalarda sığıntı gibi tarım ve hayvancılık yaparak aile ekonomisini döndürmeye çabalıyor.

Elinde hâlâ toprak kalmış olan köylünün tarlaları çat burda çat kapı arkasında. Şu tepenin ardında yarım dönüm, bu yamaçta bir buçuk dönüm, yüksek gerilim hattının dibinde üç beş evlek… Hepsini bir araya toplasan gene de 20 dönüm etmez. Etse de parça pinçik ve dağınık olduğu için, hiç birine konut izni alınamaz. Yolu elektriği suyu olmayan, kuyu açmak için izin verilmeyen heder edilmiş bir sürü arazi, büyük cirolu arsa rantçısının ucuza kapatması için kısmet bekler.

Kendi arazisine başını sokacak ev yapmak için izin alamayan köylü, ne çocuğunu everebilir ne tarlasına elektrik ve su bağlatabilir. Tek çare kalır geriye: O tarlaları oturduğu maroken koltuktan telefonla arsa sipariş eden "tasarruf" ehline ölü fiyatına bırakıp kasabadaki bir apartman dairesine yerleşmek ve becerebilmişse eğer Bağkur'dan bağlatabildiği üç kuruş emekli maaşıyla yoksul bir hayata talim etmek.

Bizde modernliğin gereğidir köylüyü sevmemek, hatta hakir görmek. "Köylüleri niçin öldürmeliyiz" diyen devrimci şiirler yazılır bu ülkede. Pek revaçtadır.

Dört çeker araba alırken çuval yükü parayı şak diye bayılan kentli, kasaba pazarındaki köylüyle bir bağ maydanoz için çatır çatır pazarlık eder. Düşünmez ki, bütün sene boyunca pazarlık edip her türlü sebzeyi yarı fiyatına alsa bile, çiftçinin alın terinden çalarak artıracağı o parayla arabasını bir iki kere ya yıkatır ya yıkatamaz.

Ama olsun, köylüye atılan kazık, feodalizme atılmış bir tokat demektir. Fırsat vermemek gerekir çarıklı erkanı harbe, yoksa memleketi çorap ve sumak kokuturlar.

* * *

Metropolden bakınca memleketin geri kalanı (müstemleke) nasıl görünüyor bilmem ama buralardan bakınca açıktan akan çirkefi tüm çıplaklığıyla görebilmek mümkün. Ören yerlerine harıl harıl kepçe daldırıp onlarca asır toprak altında uyumuş olan çanak çömleğin kırıklarıyla dolu toprağı hafriyat kamyonlarına yükleyen iş makineleri, birinci dereceden SİT alanıyken üçüncü derece statüsüne indirilip, bir gecede hazineden kapı kullarına devredilen antik kent kalıntıları, koruma vaadiyle köylüden arındırılıp mabeyn katiplerine villa arazisi diye peşkeş çekilen tarım alanları, hale jale lale, recep şaban ramazan…

Efendim, duyduğuma göre memleketin birinde bir kahraman çıkmış, faiz lobisine, paralel devlete, pî sayısına ve daha bilumum dahili harici bedhaha karşı ikinci milli mücadeleyi başlatmış. Üç vakte kadar kurtulacakmışız. Neyden kurtulacaksak.

Eyvallah. Kurtuluruz muhakkak. Ben şahsen, "adalet, kalkınma, deveyi hamuduyla yutma" falan diyerek gelip tepemize çöreklenen tayfadan kurtulacağımız günleri iple çekiyorum.

O gün geldiğinde soğuk bir bira açıp karşı tepelere doğru türkü çığırıvereceğim "eşkıya dünyaya hükümdar olmaz" diye.

Yorumlar

abi sen hani denizel alandasın ki yahu? geleceğim tanışacağım belki. ne biliyorsun? yok ama, buna cevap vermezsin sen. ama seni bir yakalarsam, gelip merhaba diyeceğim, hiç kaçamazsın. sevgiler. yazı mı, o da güzel. ne farkı kaldı muhafazakarların, kendilerini aydın ve modern olarak tanımlayıp halkı küçümseyen beyaz türklerden? benim nezdimde artık öyle bir fark yok. sence var mı? dostlukla…

Hakan Şen - 31 Ocak 2014 (11:55)

Birilerini maşa olarak başımıza bela eden sistemin hiç acıması yok. Şehirlerde Avm ile yok edip süründürdükleri küçük esnaftan sonra sıra güzelim kıyılara kaydı gözleri. Konu ile ilgili tesbitleriniz çok çarpıcı ve doğru. Bizlere hiçbir alanda yaşam hakkı tanımıyorlar. İşimizi mesleğimizi yapalım diyoruz; bir de bakmışız ki o işi sadece büyük oluşumlar, tekel gruplar yapmaya başlamış bize hayat hakkı yok!

Her alanda, ama her alanda çember daralmakta! Mezarlık işinden tutun da, oto yıkamacısına kadar her şey tekelleşti şehirlerde. Yaşam hakkı tanımıyorlar.

''Lanet olsun, bir kıyı kasabasına gider, bir zeytin ağacının altındaki zeytinleri yer yine karnımı doyururum'' olasılığı da sizin yazınızdan sonra pek mümkün görünmüyor.

Nereye gideriz, ne yaparız bilmiyorum, umutsuzum…

Ernesto - 21 Şubat 2014 (11:32)

Topraklarını ellerinden zorla da olsa alarak köylüyü köleleştiren değişiklik hem de 1 Mayıs arefesinde Meclis'ten geçirildi. Köyünde, sadece ailesinin geçimini sağlayacak kadar toprağı, 1-2 ineği ve 3-5 tavuğu ile yaşayıp giden, biricik oğlunu askere gönderirken eline kına yakan, vergisini ödeyemediği için sütü için besleyip neredeyse yoldaşı olan ineğin icra memurlarının arkasında satışa gönderilirken, gözyaşları sel gibi akarken bile 'Allah bu devlete millete zeval vermesin' diyen milyonlarca köylü bu kanundan etkilenecek.

564 sıra sayılı tasarı ile 5578 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu ve TMK'de (Türk Medeni Kanunu) değişiklik yapılmasına dair kanun tasarısından söz ediyorum. Eğer Cumhurbaşkanı tarafından da onanıp kanunlaşırsa tarım sektöründe ya da köylerde yaşayan (kalanlardan!) her 4 kişiden 3'ü daha topraklarından sürülüp, büyük şehirlerin gecekondularında işsizler ordusuna katılacak.

Tarım Bakanı'nın bu değişikliği savunurken söylediği şu; 'Topraklarımız miras yoluyla küçülüyor. Üretim düşüyor. Toplulaştırma yoluyla arazileri yeteri kadar büyütemiyoruz. Hiç olmazsa miras yoluyla bölünmeyi durduralım. Üretim artsın. Tarımda çalışanlar geçinebilsin'.

Levent Bozkurt - 2 Mayıs 2014 (12:14)

Devletin yeni işgalcileri, toprak konusuna fütühat mantığıyla bakıyor. İşin özeti bu. Daha önce "düşman" elinde olan topraklar, kılıçla değilse de kanun zoruyla "fethediliyor" ve yeni sahiplerine peşkeş çekiliyor.

Konuyla ilgili bir yazı:

"İhtimal, "bölüşümü" çok önceden kararlaştırılmıştır da. Resmi "askı" için, bütün dikkatlerin seçimlere odaklandığı bir tarih uygun görülmüş.

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'nın Muğla İl Müdürlüğü sayfasına planı koyarak da güya kamuoyuna haber veriliyor: Adı da "Datça-Bozburun Özel Çevre Koruma Bölgesi 1/25 000 ölçekli Çevre Düzeni Planı Revizyonu Plan Hükümleri."

Lakin, mimar ya da şehir plancısı değilseniz, anlamak hak getire… Özel, teknik bir dil ve sayfalarca haritanın içinden çıkmak her babayiğidin harcı değil."

Cennete talan planı - Çiğdem Toker (Cumhuriyet)

Madem "vatan toprağı" dediğimiz şey parayı bastıranın ya da iktidar blokuna yamananın oluyor, o zaman "vatanseverlik" nedir, gaza gelmeden sorgulamak gerekiyor. Kuşaklar boyunca bir karış toprağı ya da zikindirik bir tepeyi ele geçirmek için ölüme gönderilen, kanlarıyla toprakları demir zengini yapan o gençler ne yoluna gitti?

Ulubatlı Hasan - 5 Mayıs 2014 (14:31)

diYorum

 

Necdet Şen neler yazdı?

82
Derkenar'da     Google'da   ARA