Patronsuz Medya

Altın Bamya

Necdet Şen - 20 Mart 2012  


Beşinci katın penceresinden bakıyorum. Kendine özgü giysileri içinde bir roman kadın, bir de eteğine yapışmış üç beş yaşlarında bir oğlan çocuğu, sokakları dolanıyorlar.

- "Fulyalarım vaar, şebboy, nergis, karanfillerim vaar…"

Pek de ahenksiz bir sesi var kadının. Sepetindeki çiçeklerin tamamını satıp bitirene kadar kimbilir kaç sokak katedecek ve aynı cümleleri daha kaç kez yineleyecek:

- "Fulyalar, nergisler, karanfiller. Yok mu alaan? Hanııım!"

İki üç tane okul çağında oğlan, apartman önünde top kovalıyor. Bir de ayak altında dolanıp duran tasmalı bir köpek: Konç. Karşı sıradaki alüminyum doğramacının iti. Şımarık, hiperaktif. Bir saniye yerinde duramıyor, dili dışarıda bir o yana bir öte yana seğirtip duruyor gün boyu.

- "Fulyalarım vaar, şebboy, nergis, karanfillerim vaar… Yok mu alan?"

Oğlanların itlikleri tuttu, çingene kadını görünce "kıs kıs kıss" diyerek Konç'u kışkırttılar.

Bu köpek milleti zaten çok meraklı kasketliye, hırpani kılıklıya, tüpçüye, postacıya falan parlamaya, hele bir de burnu sümüklü bir oğlanı peşi sıra sürükleyen yabancı kadını görünce durur mu? Harlaya hırlaya hamle yaptı garibanların paçalarına doğru.

Kadın da korktu tabii korkmasına ama asıl, anasının eteğine yapışmış küçük çocuğun ödü koptu, başladı feryat figan ağlamaya.

Bilmiyor tabii hormonlanıp şımartılıp sokağa salınmış apartman çocukları, öfkeli bir roman kadınının mübarek ağzı açıldı mı dışarıya neler saçılır.

- "Orrospu karı çocuklarııı! Kocamın tarrağı ananızın awına girsiiiiin!"

(Küfürü mealen aktardım; "tarrak" ve "aw" kelimelerini uygun olanlarıyla değiştirmeyi okuyanlara bırakıyorum.)

Oğlanlar kadının celâllenmesi karşısında pıstı kaldı. Köpek de. Anında apartmanlardan birkaç pencere açıldı, saçı başı dağınık birkaç kadın aynı anda kendi çocuklarını eve çağırmaya başladı.

- "Orhaaaan, Korhaaaan, derhal içeri!"

- "Selimcaan, çabuk buraya gel bakiim…"

Kendi mahrem yerlerinin böylesine uluorta avaze ile mahalleye takdim edilmesinden rahatsız ev kadınlarını pencerelere çıkartabildiğini görünce, bizimki canhıraş makamından daha da coştu taştı:

- "Kocamın tarrağı ananızın awına girsiiiin!"

Hayatımda duyduğum belki de en çarpıcı ve en otantik küfür budur. O ana kadar, bir kadının öfkesini bu denli emaneten, bu denli paradoksal bir enstrümanla dışa vurabileceğini tasavvur edemezdim.

Ayrıntısına girmek istemiyorum, konu zevzekliğe çok açık. Artık buna yabancılaşma mı dersin, teslimiyet mi, şiddet diline içkin erkeksi cinsiyetçilik mi, sokağın gerçeğinin çırılçıplak ifadesi mi, lumpenlik mi, hangisi, bilemiyorum.

Neticede, kadın bir sövdü pir sövdü. Çocuklar ve köpek vakit varken sıvıştı. Pencerelerdeki kadınlar o saniye içeriye kaçtı. Öfkeli çiçek satıcısı ortalıkta sövgülerini tebellüğ edecek kimse kalmayınca haykırmaktan vazgeçti, ağlayan sabisini kucakladı, uzaklaştı gitti.

Ama bu sahne yıllar yılı capcanlı kaldı belleğimde. Geçen zaman içinde birçok kez birçok insana anlattım. Bilemiyorum, belki önceki gevezeliklerimden birinde bu köşede de anlatmış olabilirim. İkinci baskı olduysa, affola.

* * *

Niye hatırladım şimdi ben bunu, asıl onu söyleyeyim:

İnternette bir haber gördüm bugün. Sinemadaki "erkek egemen bakışı eleştirmek" ve "cinsiyetçiliğe dikkat çekmek" için dağıtılan Altın Bamya Ödülü bu yıl falan filân fişmekân filmlere verilmiş.

Bu yıl, Altın Bamya Ödülü'nün sahibi Tolga Örnek'in yönettiği "Kaybedenler Kulübü" oldu. "Kaybedenler Kulübü" ayrıca 'İzleyici Bamyası Ödülü'ne de lâyık görüldü.

Erkeklerin tüm anlam ve aksiyonunun merkezinde olduğu filmlerin değerlendirildiği erkek karakter ödülünü ise "Behzat Ç: Seni Kalbime Gömdüm" ile Behzat Ç., Harun ve Hayalet karakterleri kazandı.

Handan İpekçi'nin yönettiği "Çınar Ağacı"nın bütün kadın karakterleri, kadın karakter ödülüne lâyık görüldü. 'Kurtlar Vadisi Filistin' geceden senaryo dalında ödülle döndü.

Homofobik filmlerin yarıştığı Üç Buçuk Bamya Ödülü'nü sunan Esmeray "Homofobik olmayan bir film var mı? Eşcinsel tarafından yapılan eşcinsel filmlerinin bile ne kadar homofobik olduğunu gördük" dedi. Üç Buçuk Bamya Ödülü Şafak Sezer'in yönetip, rol aldığı 'Kolpaçino Bomba'ya gitti.

Jüri Özel Tek Başlı Bamya Ödülü ise 'Misafir', 'Ağır Abi' ve 'Günah Keçisi' arasında paylaştırıldı. Eşekarısı Cinsiyetçi Dil Ödülü ise Onur Ünlü'nün Altın Kozalı filmi "Celal Tan ve Ailesinin Aşırı Acıklı Hikayesi" kazandı.

Altın Bamya 'Kaybedenler Kulübü'ne gitti (Milliyet)

Kaç yıldan beri tekrarlanıyor bu sarkastik "ödül" törenleri, bilmiyorum, ama yıllardan beri gazetelerde ne zaman bununla ilgili bir haber görsem hep aynı şeyi düşünüyor, esefle başımı sallıyorum.

Ne yani bu şimdi? Neyi hicvetmiş oluyoruz biz bu düşük irtifalı metaforla?

"Bamya" derken kastedilenin ne olduğunu tahmin etmek pek zor değil. Bu sataşmadaki amacın, gıcık kapılan sinemacıyı aşağılamak, "en hassas" olduğu zannedilen bir noktadan yaralamak olduğunu anlamak için de göstergebilim profesörü olmaya gerek yok.

Peki, "homofobik" olduğu varsayılan bir dili hicvetmek için, bu malûm zevatın aklına gele gele bu mu gelmiş?

Diyelim ki, erkekliğin varsayılan değerlerini saldırgan, ezici, küstah bir biçimde kullanan, kadınlık durumunu ve anatomisini aşağılayan densiz bir sinema zanaatçısıyla karşı karşıyayız, köftehoru yermek istiyoruz. Bu durumda bile, onu hicvederken mahiyeti tartışmalı sebzesinin boyutuna gönderme yapmak, pek çiğ bir çıkış değil mi? Seviyesizlik bağlamında, yerdiklerini zannettikleri kaba saba dili sollayıp geçen, basbayağı homofobik bir dil değil mi bu? Yukarıda anlattığım çiçek satıcısı kadının dilinden ve mantığından daha üstün daha seçkin olan yeri neresi?

* * *

Olmaz ya, diyelim ki bu "en hassas noktasından vurulan" sinemacılardan biri çıkıp dese ki:

- "Evet hanımlar, benim bahse konu yerim sahiden de bamya kadar. Dış uyaranlara da bağlı olarak 3 santimle 5 santim arasında değişiyor. Üstelik kanca gibi eğri ve deliği de yanda. Bu konuda elimden gelen bir şey yok, böyle doğdum. Genetik piyangodan amorti bile vurmamış. Kendi adıma üzgünüm."

"Ama bu sizi niye ilgilendiriyor? Velev ki bamya değil de hormonlu patlıcan olsaydı, o zaman ne düşünecektiniz? Filmimdeki kızdığınız sahneleri 'oooh yiğidim, helâl olsun sana bu yollar' diyerek mi seyredecektiniz?"

"Bir erkeğin çükünün kan toplama kapasitesi ne zamandan beri sinematografik bir kriter ya da felsefî bir argüman oldu?"

* * *

Kendi anatomisini başkalarınınkiyle kıyaslayan, göğsündeki ya da suratındaki kılların çokluğuyla ya da maslahatının boyuyla ya da kafa göz dağıtma konusundaki hayvansı motivasyonuyla alenen öğünen, bununla "erkeklik" taslayan bir erkek ne kadar iğrenç ve zavallı görünür gözümüze, değil mi?

Peki ya akıl fikir erdem tartısını bu düzeye indirgeyip, bir de bunu feministlik sanan, matah bir lâf etmiş gibi bir de sırıtarak objektiflere poz veren insanlar nasıl görünür?

Sormazlar mı insana, "sizin aranızda, anladık ki zeki biri yok, peki bir tane de olsa vasat zekâlı insan da mı yok, kendi değerinizi niye erkeğin zekerinin boyuyla ölçeklendiriyorsunuz" diye?

Kafalarının içine mıh gibi saplanmış olan bu çükosantirik ölçme biçme algısıyla, bu hanımlar -ve arkalarında saf tutan yıvışık baylar- bu halleriyle "Yılın Çük Kafalıları" ödülünü hak etmiyorlar mı?

Yoksa sahiden de freudyen bir mesele mi var işin içinde? Bu kadınları bu kadar banal ve saldırgan yapan, o ufacık "bamya" dan bile yoksun oluşları mı?

Tövbe istiğfar! Nezahat yâ Resulullah!

Yorumlar

Üzerinde bir zaman düşünüp, sonra düşünmekten vazgeçtiğim bir konuyu karşımda görünce pek sevindim. Bu ödül bana "siz de kızılderilileri öldürmüştünüz ama!" tadında gelir. Burada da içten içe "bak sen kadınları aşağıladın ama seninkisi de hiç çekici değil, bamyamsı küçük bir şey!" deniyor gibi anlarım.

Daha da ileri gidelim ayrılık tartışmalarında iyice dibe vurulduğunda adam kadına "sen şöylesin böylesin" dediğinde cevabî olarak "sen de minik pipilisin" cümlesini almasına benzer bir durum.

Ben de cümle insan evlâdı için nezahat diliyorum.

Ahmet Faruk Yağcı - 21 Mart 2012 (12:14)

Aslında maksat mükemmel: "Sinemadaki erkek egemen bakışı eleştirmek ve cinsiyetçiliğe dikkat çekmek". Süper!

Ama bulunan yol ne? Zekâdan yoksun, bırakın şöyle imbikten geçmiş bir espri tadı vermeyi, gülümsetmeyi bile başaramayan, güya iğneleyen ama aslında muhatabında "acaba?" duygusu uyandırması bile mümkün olmayan, nafile bir girişim.

Ya çiçekci kadının müdahalesi?

Kaba belki, ama "doğrudan", "doğal", "hedefe / amaca yönelik" ve "sonuç almaması mümkün olmayan", adeta bir darbe. Üstelik, karşıdakinde aynı şeyi bir daha yapabilme cesareti de bırakmıyor. Caydırıcı yani.

Eleştiri, eğer espri yaparak, lâf sokarak, ince göndermelerle yapılacaksa, kıvrak bir zekânın ürünü izlenimi verecek şekilde, üzerinde iyi düşünülmüş sözlerle, güzel bir dil kullanılarak yapılmalı diye düşünüyorum. O zaman belki etkin olması mümkün.

Yoksa, bas sunturlusundan kallavi küfrü, çiçekçi ablanın yaptığı gibi, çok daha iyi.

Melih Özel - 21 Mart 2012 (19:34)

Bir keresinde ben de Gaziosmanpaşa'da çalıştığım okula bitişik sokakta yürürken Roman bir hanımefendinin küfürlerine tanık olmuştum. Şahsen bir işi belirgin ve fark yaratacak derecede iyi yapanlara saygı duyarım. Bu hanımefendi de saygıyı hak edecek kadar iyi küfrediyordu. Galiba çocuğunu döven iki çocuğa küfrediyordu.

Çocuklar kaçıyor, mesafeyi açtıkça bildik yumruğu andıran hareketi yapıyorlar ve kadın da saydırıyordu. Önce çocukların anasını, babasını sonra kocasını en sonunda da kendisini olaya dahil ediyordu. Bazen bütün kainatın bazen bütün İstanbul'un olaya dahil olduğu fanteziler demek daha doğru olur herhalde. Çok miktarda kol, bacak, kafa, bilimum diğer organlar asıl organlara yardımcı olarak olayda yerini alıyordu. İnsan organlarının yeterli tatmini vermediği durumlarda ağaç, direk, trafo vb, çevresel faktörler de devreye giriyordu.

Dikkatimi bunca yaratıcılık arasında mutlaka her küfrü kendini de dahil ederek bitirmesi çekmişti. Türkçesi mi kıttı basbayağı fantezi kurmaktaydı emin olamamıştım.

Vahap Demir - 23 Mart 2012 (09:12)

Küfür denince nedense aklima hep Cem Uzan ve beton gelir. Yaratıcı olmak mı demiştiniz?

Sima Mcgregor - 25 Mart 2012 (23:47)

Roman kadınlarının küfürleri ile ilk defa Trakya'da askerlik yaparken tanışmıştım. Kışlanın hemen yanında bulunan Roman mahallesinden gün aşırı vukuat duyardık. Lâkin "attığı çok, vurduğu yok" efelerden farkları yoktu. Biraz itiş kakış, bolca küfür, gerisi yok. Bu küfürlerin geneli kadınlar tarafından yapılır, aktif konumdaki pozisyonlarda kocalarına görev verirlerdi. (Bakınız Necdet hocamın yazısındaki çiçekçi.) Hep düşünmüşümdür, "acaba, başka bir kadın üzerinde kocası ile alâkalı canlandırdığı bu fanteziyi gerçekten canlı olarak görse ne düşünür, nasıl davranırdı" diye.

Nam-ı diğer Muhittin Duyargalı (Herbokolog)

Ümit Bulut - 28 Mart 2012 (00:54)

Efendim, bamyaların kendi aralarında şöyle geyik çevirdiklerini duydum:

"Beni gofret reklamında Muazzez Abacı oynadı oğlum, karizmanın kralını yaptım, senden naber? Mikrofona konuş, mikrofona!"

"Yok abi pestitit oranım fazla çıktı benim, artık tek umudum erkek egemen bakış cinsel ayrımcılığının gaddar kütürtgeç vahşi höngürdeç ödülü olan altın bamyayı almak."

"Çok beklersin oğlum, bizim homofobik kapıcı Palaman kaptı o ödülü."

"Abi başlicam sizin taşınmanıza yaa, ay düşüyorum ay!"

Belgin Kaktüs - 28 Mart 2012 (14:44)

diYorum

 

Necdet Şen neler yazdı?

84
Derkenar'da     Google'da   ARA