Patronsuz Medya

Mahremiyetle saldırganlık arasındaki ince sınır

Necdet Şen - 7 Kasım 2001  


Birkaç yıl önce (2 Aralık 1997) Nepal'in bir ortaçağ dekorunu andıran küçük kasabası Baktapur'un sokaklarında dolanırken, gözüme takılan bir ayrıntı "kadınlık durumu" üzerine bir kez daha kafa patlatmama neden olmuştu.

O akşam otel odasına kapandığımda, çantamda taşıdığım minik bakkal defterime dışarıdaki yağmuru seyrederek şu satırları yazmıştım:

* * *

Görünüşe bakılırsa buralarda da kadınların çoğu bizde olduğu gibi bakımlı olmak denince dudaklarını bulabildikleri en koyu kırmızı rujla boyamayı anlıyorlar.

Bana göre bu onları ne daha bakımlı ne de daha alımlı yapıyor. Sadece gözüme daha da sıradan görünüyorlar o kadar.

Makyaj yapmamakta hatta etek giymemekte direnen, takı kullanmayan, dişi görünmekten ödü kopan kadınların bile bulabildikleri her fırsatta tuvalete koşup ruj tazelediklerine çok tanık oldum bugüne kadar.

Ruj ve kadın arasındaki ilişkiye kafa yorup duruyorum ne zamandan beri. Neden kendi erkeğiyle evde baş başayken değil de sokağa çıkarken sürer bir kadın rujunu? Neden evinin dışındayken sık sık tazeleme ihtiyacı hisseder?

Eve ani bir misafir gelir, genç kız aceleyle odasına koşar. Giysilerini belki değiştirir belki değiştirmez ama dudaklarına mutlaka en koyusundan boya sıvar.

Rujun tadını hiç sevmem, genzimde acı ve sentetik bir tortu bıraktığı için. Öpeceksem, sahici dudakları öpmekten hoşlanırım. Gülümseyen kadının dişlerine bulaşmış boyayı sakil bulurum.

Daha seksî olmak için mi sürer kadın dudaklarına o şeyi, yoksa memeleri kadar kışkırtıcı ve mahrem olduğunu bildiği dudaklarını giydirmek, bedeniyle erkek arasına mesafe koymak için mi bilemem.

Derler ki, kadının üstü örtülü çiftleşme çağrısıdır ruj. Kat kat giysinin ve iç çamaşırın altında gizlenmiş olduğu için göremediğimiz öteki dudaklardaki arzu kızartısını görünen dudaklara yansıtır kadın.

Eğer öyle ise tekrar soruyorum: Kadın neden evde erkeğiyle baş başayken değil de sokağa çıkarken boyar dudaklarını? Gizli bir mesaj varsa bunda, bu mesaj kime, hangi erkeğedir? Evdekine mi sokaktakine mi?

Eğer bu mesaj bana ise, kadınım o ruju yanlış dudaklara sürüyor demektir. Görünen dudaklarına değil, yalnız benim görebileceğim o özel dudaklarına sürmesini beklerdim.

Çoğu erkek gibi ben de kadınların en çok dudaklarını ve memelerini severim. Dudaklardaki kızıl giysiden nasıl hoşlanmıyorsam, memelerdeki evrimleşememiş, prototip halinde kalmış şeritli kancalı giysiden de hazzedemedim bir türlü. İçi doluyken mazrufun güzelliğini örten çirkin bir kılıfa benzetirim, zerre kadar estetik gelmez. Hele arkadan görünüşü, acemi bir tezgâhtar tarafından gelişi güzel bağlanmış bir paketin iplerini andırır. Çıkarılıp bir kenara atıldığında daha da çirkin, kargacık burgacık, hele bir de yanlışlıkla çamaşır makinesinde yıkanmışsa, biraz eski ya da salıpazarı görünümlüyse ya da rengi bozulmuşsa, insanı halvet olmaktan büyük ölçüde alıkoyan bir sakalet olarak algılarım.

Zaten arkasındaki o birbirine geçmeli zırıltıyı açmakta oldum olası başarısız sayılırım. Uzaya uydu gönderen teknoloji nedense bu dalgayı bir hal yoluna sokamadı; sutyen, evrimleşemedi maalesef.

Bu giysinin mahremiyetle alenîyet arasındaki saçma sapan sıkışmışlığını en güzel simgeleyen şey, her halde belgesellerde gördüğümüz mızraklı bıyıklı sutyenli Afrika yerlileri olsa gerek.

İçini gösteren şeffaf giysilerin altından kabak gibi görünen sutyenler bende çok kötü bir izlenim bırakır. Böyle giyinen kadınların terbiyesi kıt, saygısız ve saldırgan insanlar olduklarını düşünürüm. Maraza çıkartmak için ortaya atılmış yersiz bir didişme cümlesi gibi gelir bana bluzun altından bağıran sutyen. O kadın aslında orada soyunuklukla giyiniklik arasındaki geçici mahremiyet haliyle oturmaktadır, ama sen karşındaki kişiyi sanki giyinikmiş gibi kabul etmek ve gözüne sokulan şeyi görmüyormuş gibi yapmak zorunda kalırsın.

Aynı şeyi yakası açık bluzlar giyip her eğilişte eliyle bağrını kapatan, çok kısa eteklerle sokağa çıkıp karşında otururken sürekli eteğini aşağı çekiştiren kadınlar için de düşünürüm.

Daha da irkiltici olanı şu ki, kendilerinin giyebileceklerinden çok daha açık saçık ve tartışmasız biçimde cinsel mesajlar taşıyan sırtı bele kadar oyuk, göbeği, beli açıkta bırakan seksî bluzları, kıçların arasına sıkışan dapdaracık mini şortları, bileklerden narin bağlar dolanan simli, payetli, lâme pabuçları, şıngır mıngır küpe, bilezik ve gerdanlıkları kaldırımda seksek oynayan minicik kızların üzerinde görebiliyoruz.

Bence bu çocuklar, kendi anne ve babaları tarafından yoğun bir biçimde cinsel istismara maruz kalıyor. Anne ve babalar kendi bastırılmış fantezilerinin konu mankeni gibi giydirip ortaya salıyorlar körpecik evlâtlarını.

Onlara sorarsanız, bunun adı "modernlik", bana sorarsanız, kılıfına uydurulmuş ensest dürtüsü.

Fizikî güzelliği sektör haline getiren kapitalizm kendi ebeveyn kuşağını yetiştirdi; artık onlar da bir sonraki "cinsellik, yatırım sermayesidir" kuşağını yetiştiriyorlar gönül rızasıyla.

Bizim toplumu erkek-egemen bulanlara katılmıyorum; erkeklerin yoğun bir kadın baskısı altında yaşadığı kanaatindeyim. Hem de bütün kesimlerde.

Erkeklerin geleneksel rolünün sokakta ekmek peşinde koşmak olduğu toplumumuzda çocuklar ister kız ister erkek olsun, anneler ve ablalar tarafından büyütülür. Gırtlaklarına kadar utanca bulanarak ve özgüvenleri budanarak. En kaba erkek bile içinde derin suçluluk duyguları taşır kadınlara karşı; erkeklerine sevişmeden "veren" ve hep yakınan ev kadınlarının, ezikliğini abartan, erkeğe sertlik dışındaki tüm iletişim kanallarını kapatan annelerin evlâtlarıdır onlar, kadından tırsarlar.

Kadınların -çoğunun- gözlerinde uzun zamandır kadınsı olmayan bir donukluk gözlemliyorum. Ve her tavrı cinsel kodlarla anlamlandırma ve de cinsellik atfettikleri her kıpırtıyı peşinen faturalandırma eğiliminde olduklarını düşünüyorum.

Yaz aylarında erkeklerin uzun kollu gömlekler ve kravatlarla çalıştıkları mekânlarda kadınların askılı ya da straplez bluzlarla arzı endam edip, her göz karşılaşmasında derlenip toparlanıyormuş gibi yapmalarını itici -ve mütecaviz- buluyorum. Sıcaktan bunalmak ve soyunup dökünmek sadece kadınlara tanınmış bir ayrıcalık mı? İşyerinde gömleğinin önünü açıp kıllı göğsünü ve gebeş göbeğini sergileyen bir erkeği sakil bulan aklımızın, plaj kıyafetiyle ortada dolanan kadını da aynı derecede sakil bulması gerekmez mi?

Peki nedir o zaman kentli kadına bu asimetrik pozisyonu bahşeden?

Plajlar -bir anlamda- meşruiyeti kendinde içkin teşhir mekânları olarak da algılanabilir. Dolayısıyla oraya giden kişi, kendisi de dahil herkesin giyiniklik ve soyunukluk derecesi hakkında net bir fikre sahiptir. Zaten orada bulunmak onun kendi tercihi olduğuna göre ortada bir göze sokma, zorlama ve dayatma da yoktur. Mayolu olmak bağlamında eşit bir konumun paylaşılmasıdır plajda söz konusu olan.

Ama yazıya dökülmemiş bir "giyiniklik" örfünün hüküm sürdüğü gündelik yaşam alanında durum bunun tam tersi. Sözüm ona kazaen yukarı sıyrılmış bir etekten çıkmış baldırlar aslında kasten teşhir edilmiş, dolayısıyla da onu görebilecek insanın alt beynindeki savunmasız alana abanılmış demektir.

Bunu yapan kadın eğer bedeninin olağan koşullarda örtülü olan cinsel bölgelerini açıp sergilediği o insanla sahiden mahrem bir ilişki yaşamak amacını taşımıyorsa, o halde muhtemelen onu en zayıf noktasından kavrayıp köşeye sıkıştırarak üzerinde iktidar kurmayı hesaplıyor da olabilir. İktidar arzusu ise, zihnimde cinsel arzunun tam tersi yönde çağrışımlar yapıyor.

Gene de yanılıyor olabilirim, ama cinsellik, iki birey arasındaki toplumsal hiyerarşinin ortadan kalkması, sınırlandırılmış bedenlerin doğayla kayıtsız ve koşulsuz buluşması, tekleşmesi, sokma aklın geçici olarak susması değil mi? Peki ya bu alanı bile işgale yeltenen saldırganlığı ve iktidar hırsını aklımızın en habis uzantıları sayamaz mıyız?

Şu soru kurcalayıp duruyor aklımı: Haspanın eteği evden çıkarken uzundu da şimdi benimle karşılaşınca mı bir anda kısalıverdi? Değilse, karşımda otururken sık sık eteğini aşağı çekiştiriyor olmasındaki sözcüklere dökülmeyen mesaj, görüş alanımın bazı kısımlarının kendisi tarafından keyfi biçimde yasak bölge ilân edebilme, yani onun benim bakma ve görme yetim üzerinde iktidar kurma imkânının hatırlatılması mıdır?

Bunda bir saldırganlık yok mu? Dolaylı bir güç gösterisi değil mi bu?

Öyle ise eğer, o gücü ona bahşeden şey, benim nezaketim ve öğrenilmiş değer yargılarım değil mi? Saygısız ve kaba bir erkeğin karşısında onu zor durumda bırakabilecek olan bu hal tavır, gücünü aslında benim terbiyemden almıyor mu? O şimdi bana daha teşebbüs bile etmediğim ve belki hiç etmeyeceğim bir "kabahatten" dolayı peşinen hakaret etmiş sayılmıyor mu? Bu dolaylı hakaretlere maruz kalmamak için nasıl bir diyet ödemeliyim teşhirci kadına? Bu meydan okuma ve bu sebepsiz kavga çağrısının amacı ne?

Cinsel arzu, öz itibariyle bilinçten bağımsız bir refleks değil mi? Öyleyse bu refleksi kışkırtmaya yönelik tavırlar, maruz kalan kişiye karşı uygulanmış pasif bir şiddet sayılmaz mı?

Niçin bazı kadınlar "erkeklerin aslında kadınlardan korktuğunu" söylerken bundan gurur duyar? Kimden korkulur? Korkutmalardan, kol bükmelerden fırsat bulup da sevgiye ne zaman sıra gelir peki?

Ben aslında sadece, ulaşabildikleri her şeyi "yiyerek" tatmin olmaya çalışan mutsuz, doyumsuz ve hırslı kadınların kucağına düşmekten korkarım. İşte bu yüzden, iç huzurum adına, sokaklarda yanımdan geçen kadınları görmemeye çalışırım. Bu nedenle tanıdığım ama yanından görmeden geçtiğim birçok kadın benim burnu havada kasıntı bir tip olduğumu sanır.

Oysa ben onları sahiden görmüyorum, anlattığım sebeplerden dolayı.

Medusa'nın gözlerine bakmamaya çalışıyorum.

* * *

Bunları yazmışım defterime birkaç yıl önce uzak bir ülkedeki otel odasında. Az önce araya yeni paragraflar ekledim. Bugün bu yazıdaki duygularım daha da bilenmiş durumda.

Kadınlarla göz göze gelmeye çekiniyorum. Ne yapsam masumiyetimi kanıtlayamayacağım bir tuzak gibi görünüyor bana sokakta rastladığım kadınların bakışları.

O gözlerde birikmiş bir düşmanlığın izlerini algılar gibiyim. Ama beni asıl korkutan şey, o düşmanlığın kendisi değil, benim içimde de oluşma ihtimali olan düşmanca duygular.

Severim kadınları ilk ergenlik günlerimden beri. Onlardaki kadınsılığı, kasıklarımı kamaştıran cilveyi severim. Sevildiğinde patilerini içeri kıvıran kedileri de çok severim. Kadınlarla kedileri nedense hep birbirlerine benzetirim.

Ama nicedir, kent sokaklarında dolanan taytlı, koyu kırmızı rujlu, transparan bluzlu ve sert bakışlı kadınları gördüğümde, nedense kadınsız bir dünyada yaşıyormuşum hissine kapılıyorum.

Yaşadığım kentte, dolandığım semtlerin sokaklarında gördüğüm kızlar çok güzel, her biri birer kapak kızı neredeyse, ama nedense onlardan birinin sevgilim olmasını pek istemediğimi fark ediyorum uzun zamandır.

Nedir acaba bu kapak kızından farksız kadınlarda algıladığım ve beni böylesine iten şey?

Kadınlardaki kadınsı yumuşaklık mı kayboluyor, yoksa ben mi yaşlanıyorum?

Yorumlar

Sevgili Necdet, biraz önce yazını okudum. Okurken aklıma hemen daha dün aksam televizyon kanallarının birinde gözüme ilişen bir kadın ve sözleri geldi.

Ünlü bir mankenmiş. Bir başka ünlü kadın mankenle karşılıklı atışıyorlar. İkinci manken podyumlarda giydiği transparan veya göğüsleri tamamen açıkta bırakan giysileriyle meşhurmuş. Ona lâf atan ilk mankenimiz iyi bir "Türk ailesi"nin hanım kızı olarak konuştuğu iddiasında. Diğerine yönelttiği en önemli suçlama, anladığım kadarıyla, "çıplaklık".

Diyor ki, mankenliği bıraktığını açıklayan bu çıplak mankenimizden sonra podyumlarda artık çıplak manken göremeyecekmişiz. Bunları söylerken ekranda kendisinin külot ve sutyenli ya da mayolu pozları ve gösterilerini izliyoruz. Diğerinin ise transparan giysiler altında sutyensiz, belki de külotsuz gürüntüleri veriliyor. Açıkça anlaşılıyor ki, ilk kızımız için çıplaklığın sınırı tam da o göğüse takılan şey. O aynı zamanda mahremiyetin de sınırı. O varsa "kapanık", yoksa "çıplak" sayılıyorsunuz. Tam da senin bahsettiğin şey.

Zannımca bu çıplaklığın değil ama belki "teşhir"in sınırı olarak görülebilir. Ve arada nitelik değil yalnızca derece farkı varmış gibi geliyor bana. Bununla birlikte, bu hanım kızımızın bahsettiği "ince" ayrım, belli ki, aynı zamanda "kamusal çıplaklığın" meşruiyet sınırını da ifade ediyor. Bu son hususta da galiba haklı, ne dersin? Erkekler dünyasının bu konuda koyduğu "kabul edilebilirlik" sınırları da ilginç bir yazı konusu olurdu doğrusu.

Oktay Özel - 9 Kasım 2001 (10. 21)

Sevgili Necdet Şen, "Kadınlardaki kadınsı yumuşaklık mı kayboluyor, yoksa ben mi yaşlanıyorum?" cümlesi ile bitirmişsiniz yazınızı. Eminim pek çok kadın cevap vermiştir bu yazıya. Hemcinslerim neler demiştir bilemem, ama ben kadınların kadınsı yumuşaklıklarını kaybetmek zorunda kaldıklarını düşünüyorum.

Bunun nedenlerine gelince, tam bir sarmal döngü. Sizin de yazınızda belirttiğiniz gibi, eğitimsiz anneler tarafından yetiştirilen erkek çocukları sevmeyi öğrenemiyorlar, ama sevişmeyi her nasılsa çok iyi bildiklerini sanıyorlar. Bu becerilerini de pek çok kadına gösterme eğilimindeler. Akılları sıra, kadınları bu konuda ihya edince sevgiyi de hak ettiklerini düşünüyorlar.

Bugün öğle yemeğinde kızlarla konuşmalarımız arasında geçen cümleler aynen şöyleydi

- "Erkeğe sevdiğini belli etmiycen, her an elinden seni kaçıracakmış gibi hissetsin ki, seni sevmeyi öğrensin."

- "Erkeğe hemen vermiycen, ya da ucundan acık…"

- "Erkekler duygusuz. İçli ve derin değiller, onlar BU dilden anladığına göre, biz de duygusuz olalım, sevgimizi göstermeyelim. Zaten onlar için süslenmeye de gerek yok. Tek istedikleri belli degil mi?"

Cümleler böylece uzayıp gidiyor. "Ne yazık!" dedim kendime, "sevgimizi belli edersek, karşımızdaki erkek sevgimizi sömürecek diye sevimsiz zamanlar geçirilecek, hayat ha bire ertelenecek. Duygulu ve derin bir meçhul erkek sevgiliye saklanacak içimizde kalan yumuşak kadınsı duygularımız. Belki de hiç karşımıza çıkamayacak."

Yazacaklarım pek çok bu konuda. Pek çok hemcinsim gibi, ben de duyarsız sevgililerimden yana nasibimi aldım. Doğrusu duyarlı bir sevgili bulma umudumu pek yitirmedim, ama içimde bir yerlerde çok kırılmış bir şeyler kalmış. Bana hep artık "yumuşak olma" diyor.

Peki ne olacağım, ben de bilmiyorum. Ama tüm bu kısır döngüyü kadın/erkek, ana/baba hep beraber yarattığımızı düşünüyorum.

Bilmem sorunuzu ne derece anlamışım, ama içimden bunlar geçti işte.

Sevgiler.

Gül Kurusu - 1 Ağustos 2003 (22.30)

Uzun zamandan beri beynimi kurcalayan, hissettiğim fakat bir türlü şekle sokamadığım cümleler bunlar. Güzel yazılmış.

Elman - 27 Ekim 2008 (10:42)

Siz yaşlanmıyorsunuz. Ama kadınlardaki kadınsı tarafın azaldığı bir gerçek. Aslında erkekler de eskisine göre daha az erkeksi.

Zaman ve üretim ilişkileri her iki cinsi birbirine yaklaştırıyor.

Sezer Torlak - 17 Aralık 2008 (15:47)

Güç ve iktidar arzusu kadında da oluyor; öte yandan, bunları bir kadın ifade etse, hemcinslerinin "güç denemeleri" ne maruz kalmasına şaşmazdım.

Candan Dinç - 5 Temmuz 2009 (16:52)

diYorum

 

Necdet Şen neler yazdı?

96
Derkenar'da     Google'da   ARA