Patronsuz Medya

Hızlı Gazeteci'yi başımıza musallat eden sarışın güzel kadın

Necdet Şen - 1 Eylül 2002  


İlk çizgi romanımı 1970'li yılların sonunda Milliyet Çocuk dergisinde yayınlansın diye çizmiş, ancak 1980'de Ses dergisinde yayınlatabilmiştim. Adı Çulsuz Köyün Sultanı idi.

Aynı yılın sonuna doğru, 12 Eylül darbesinin ilk aylarında, bu kez Hey dergisinin mizah eki Curcuna'da 10 dakikada tasarlayıp paldır küldür yayına soktuğum Hızlı Gazeteci Şaban diye bir çizgi romanım olmuştu.

Öylesine, lâf olsun sayfa dolsun diye çizdiğim, kendime bile pek fazla beğendiremediğim bir çizgi roman idi Hızlı Gazeteci Şaban.

Bir yıl sonra, yine işsiz ve parasız olduğum günlerden birinde bir arkadaşım "Cumhuriyet gazetesinin Çizgili Yayınlar diye bir yan yayını var, dergi kalınlığında çizgi roman albümleri yayınlıyorlar; senin işleri de oraya götürsene, eline iki üç kuruş geçer" dedi.

"Kim yapıyor onu?" dedim, "dizinin editörü Deniz adında bir bayan, karikatürist Tan Oral'ın eşi olur" dedi arkadaş.

Yüzümü buruşturdum, "yok, bu Cumhuriyet çizerleri benim gibi Gırgır kökenli karikatüristlere her fırsatta lânetler yağdırıyor, Tan Oral da Cumhuriyet çizeri, muhtemelen eşi de bana düşmanca davranır" dedim.

Arkadaşım "sanmam" dedi, "Deniz iyi kızdır, öyle klişelere takılmaz, sen de önyargılı davranma, götür göster çizgi romanını, alırlar" dedi.

Hayatımda birilerine çizgi götürüp "yayınlar mısınız?" diye sorduğum, ya bir ya da iki sefer olmuştur, o da o işlere ilk atıldığım yetmişli yıllarda. Kalktım gittim Deniz Akidil'ın yönettiği Çizgili Yayınlar'a. İnce uzun, sarışın, güzel ve güleç bir kadın. Hiç de tahmin ettiğim gibi düşmansı değil. Tam tersine, gıcıklığın ve geçimsizliğin zirvesindeki tıfıl neco'ya karşı şaşırtıcı derecede tahammüllü. Karşısına dikilmiş "benim sendikam yok, kendi kendimin sendikasıyım, o paraya asla olmaz!" falan diye diklenen, uyuz uyuz konuşan sıska oğlana karşı şaşırtıcı bir sükûnetle gülümsüyor, kıllığımı şirinlik gibi gördüğünü belli ediyor.

Sonunda sakin tavrı beni de yumuşattı ve söylediği fiyatta anlaştık. Ama ortada bir minik sorun daha var. Ben "iddialı" işim olarak gördüğüm Çulsuz Köyün Sultanı yayınlansın istiyorum, o ise dosyaya sırf kalabalık olsun diye koyduğum Hızlı Gazeteci'yi istiyor.

"Yaa, bu çizgi romanda iş yok, ben onu zarf şişkin görünsün diye öylesine getirdim, asıl iyi olan şu" diye Çulsuz'u uzattıkça, o "ben Hızlı'yı sevdim" diyerek gülümsüyor.

Sonunda onun dediği oldu tabii. Yani o iri çeneli, vıdıvıdıcı kahramanı başınıza musallat eden kişi, o sarışın ve güler yüzlü kadındır işte.

Hızlı'nın daha önce de Hey dergisinde yayınlanmış olan ilk öyküsü, "Görev Her Şeyden Kutsaldır" adıyla bir kez de Çizgili Yayınlar dizisinden yayınlandı. Albümün basıldığı ilk gün, üzerinde kendi adım olan ilk şahsî yayınımı elime almanın ve tabii bir de aynı çizgi romana ikinci kez ücret ödenmiş olmasının mutluluğu (az değil, 25 bin lira, bozdur bozdur harca) ile eve döndüğümde, daha kapıdan içeri adımımı attığım an, kapının yanında duran telefon çaldı.

Postallarımın bağcıklarını çözmeden telefona uzandım. Telefonda Deniz.

"Çizgi romanın çok beğenildi. Bize bir tane Hızlı Gazeteci daha çizer misin?" diye soruyor.

Öylesine çiziktirdiğim ve bir daha gündeme getirmek istemediğim o uzun çeneli herif bir kez daha ensemde bitiyor ve alacağım üç kuruş telif ücretinin hatırına, istemeye istemeye "çizerim" diyorum. Ama Deniz'in bir şartı daha var: "Hikâyeni 10 gün içinde bitireceksin."

İmkânsız! Koskoca çizgi roman 10 günde nasıl çizilir? "Valla anlamam" diyor, "yeni öyküyü 10 günde isterim, sen yetiştirirsin" .

Nasıl becerdim bilemiyorum, ama hızlı'nın ikinci öyküsü olan Güzellik Yarışması'nı 10 gün sonra Deniz Akidil'ın masasına koydum. Hemen basıldı.

İkinci albümümü görmek için yayınevine gittiğimde beni o güne kadar oralarda gördüğüm, ama sohbetimiz olmayan orta yaşlı bir bey karşıladı. Kendini tanıttı. Meğer o da aynı diziye Bilmece-Bulmaca-Oyun tarzı kitaplar yapıyormuş. Amerika'larda okumuş. Zen Budizm falan gibi konulara merakı varmış. Daha önce ünlü meşrubat firmalarının Türkiye'deki genel müdürüymüş, emekli olmuş ve bu hobisiyle uğraşıyormuş.

"Siz çok akıllı bir gençsiniz, çizgi romanınızı okuyunca bunu anladım, bir konuda bana akıl verir misiniz?" diye sordu kibarca.

"Estağfurullah beyfendi" dedim, "sizin gibi münevver birine akıl vermek ne haddime, ancak dinleyebilirim."

Sorununu anlattı. Karısıyla geçinemiyormuş. Ama boşanıp boşanmama konusunda kararsız kalmış. Ben olsam ne yaparmışım?

25 yaşındaki bekâr bir oğlan ne yapar? Bekâra karı boşamak dünyanın en kolay işi. Hem böyle bir konuda kimin ne haddine akıl vermek babası yaşında, kültürlü, görmüş geçirmiş adama tavsiyede bulunmak?

Mamafih, görmüş geçirmiş beyefendi iyice ısrar etti boşanma ya da boşanmama konusunda fetva vermem için. Ben de konunun haddimi aşacağı konusunda nuh dedim çimento demedim.

Hızlı Gazeteci albümleri Çizgili Yayınlar'ın son 2 kitabı oldu. Dizi yeterince tanıtılamadığı için yayından kalktı. Depodaki tüm kitaplar da Seka'ya gönderildi kâğıt hamuru olarak.

Deniz Akidil ise Hızlı Gazeteci'yi hayatıma cebren ve hile ile sokan iyi huylu, sevecen, zeki kişiliğiyle yayıncılıktan kadim dost'luğa geçti sonraki yıllarda.

* * *

Geçen yıl ortak bir arkadaşımızdan öğrendim, Deniz'in hasta olduğunu. Emekli olduktan sonra geçimini sağlayabilmek için takı yapmaya başlamıştı. Ama bir madde vardı ki takı yapımında kullandığı, işte o madde (asbest) ciğerlerinden vurmuştu onu.

Sadece ben değil, çok sayıda insan vardı onu yıllar içinde benimsemiş, dost olarak bellemiş olan; üzerine titreyen, meyva suları sıkan, hayatında hiç şımartılmadığı kadar şımartmaya hazır bir sürü arkadaş, çevresinde kenetlendiler Deniz'in. Ama o "hasta" kontenjanından şımartılmayı reddetti. Bir köşede, sessiz, alçak gönüllü doğal bir biçimde yaşamayı ve becerebilirse üstesinden gelmeyi seçti bu zorlu hastalığın.

En son 7-8 ay önce gördüm onu. Kendine bir bilgisayar ve internet edinmiş. Eski eşi ve şimdiki can dostu Tan Oral "sen görmeyeli necdet bilgisayar kurdu oldu" demiş. Hayatına yeni giren internet konusundaki birkaç sorununu çözmem için yardım istedi. Gittim, pek bir faydam dokunamadı. Ama diğer dostlarıyla birlikte nefis bir balık ziyafeti çekti bize.

Ölmekten çok, kedilerine kimin bakacağı konusunda endişeliydi.

Sonra sessizliğe çekildi. Hastalığını sosyal etkinliğe dönüştürmekten kaçındı. Bana da onun için en güzel seçeneği düşlemekten başka yapacak iş kalmadı.

* * *

Az önce Tan Oral aradı beni ve kabullenilmesi kolay olmayan acı haberi verdi.

İki ay önce evini baştan aşağı dekore etmiş, ama tam yerleşme zamanı gelince enerjisi bitmiş.

Sevinsem mi üzülsem mi bilemiyorum ama hiç değilse son iki ayına kadar sürdürebilmiş olağan yaşantısını. Sonra, savaşı asbest kazanmış. Dün kapamış dünyevî hayata gözlerini.

Daha önce de defalarca zikrettiğim gibi, yaşlanmak, tanıdık ölülerin çoğalmasıdır aynı zamanda. Bir bir eksildiğini görürsün dostlarının.

Deniz Akidil. Yaratıcısının bile eserden saymadığı Hızlı Gazeteci'yi kaybolup gitmekten kurtaran ince uzun güzel kadın. O artık buralarda oturmuyor.

Deniz'i unutmak kolay olmayacak. O hep gülen yüzü, yumuşacık sevecen sesi, ince ruhu, kıvrak zekâsı ve kendinden önce kedilerinin akıbetini düşünen kadim dostumu ne zaman hatırlasam iki damla yaş düşecek yanağıma.

İlk kedim Bahtiyar'ı ondan almıştım. Doğum günlerimiz aynıydı Bahtiyar'la, bunu daha sonraları Deniz'den öğrenmiştim. Ve arap kedim bir gün alıp başını gittiğinde benden çok o üzülmüş, gözyaşı dökmüştü piç kurusunun ardından. Editörlüğünü yaptığı Çekirge adlı çocuk dergisinde Bahtiyar'ın anısına bir şeyler çiziktirmiştim, bir kez daha ağlamıştı.

Eee, biz hayvan dostları biraz yufka yürekliyiz işte. Ne kadar çok insan ve kuyruklu melek seversen, o kadar çok ayrılık acısı yaşarsın. Naapalım, katlanıcaaz, oyunun kuralı bu.

Deniz de benim dostum, editörüm ve alçak gönüllü öğretmenim olarak hatıralarımdaki değerli yerini koruyacak. Kedilere ilişkin bildiğim çoğu şeyi ondan öğrendiğimi unutmayacağım. Bir de o iri çeneli çizgi herifi başıma musallat ettiğini.

Güle güle Deniz. O sevdiğin neco usulü tereyağlı gözlemelerden gene yapıcam ve Polat ve Nur ile seni anarak yiyceez.

Bak, ne kadar aç açık kör topal tekir sarman üç renkli kedi varsa hepsi arkandan pati sallıyor.

Ben de, ben de…

Sana söz, bir dahaki karşılaşmamızda lüzumsuz vıdıvıdı edip kafanı ütülemiycem.

Sen de bana bir söz vermelisin ama.

Salaklığımla dalga geçmek yok.

diYorum

 

Necdet Şen neler yazdı?

90
Derkenar'da     Google'da   ARA