Patronsuz Medya

Bizim Ali'ye mektup

Necdet Şen - 3 Ocak 2009  


Bizim Ali, bilmem fark ettin mi, bugün tam bir yıl oldu.

Aleme kavun sana kelek yediren şu çileli dünyadan ikileyip gidişinin üstünden tam 365 gün geçti.

Bir koca yıl. Şaka gibi, değil mi?

Ali, benden duymuş olma ama bu bir yıl boyunca yoğun enerjin, iri kıyım cüssen ve heybetli sesinle yanım sıra dolandın durdun.

Kafa dengimdin. Uzak ülkedeki kardeşim.

Bizde lâf boldu. "Delüganlılığın" kitabını yazmıştık. Fırlamalığın da. Kâh gülüşür kâh somurturduk. Sohbetlerimiz renkliydi. Sen biraz heyecanlı adamdın, ben birazcık aksi. Zorla kahvaltı yaptırmaya çalışırdım sana, inat eder tek lokma yemezdin.

Mantı yemezdin, soğan yemezdin, onu yemezdin, bunu yemezdin. Sonra ben açardım ağzımı, saatlerce diskur çekerdim. Nasihatlerime ve vıdıvıdılarıma sabırla katlanırdın. Ve sonra alırdın sazı. Soğanlı yahniyi döve döve yedirmeye çalışan babanı, leş gibi kaşığı yemeğe daldıran ve "ye ye" diye ısrar eden dedeni ve yemekle ilgili diğer buruk hatıralarını anlatır, seni anlamamı beklerdin.

Sonra ben alırdım sazı ve benimkileri anlatırdım.

Yazacak yazılarımız vardı daha. Anlatılacak hikâyelerimiz. Biriktirilmiş bir sürü hayat dersi. Ormandaki patikaya serpiştirilecek ekmek kırıntıları. İnsan adayı çocuklara bedavasından kıyaklar.

Sen travmatik, ben travmatik. Sırtlarımızda taşınması zor bir ilk gençliğin ağır hammaliyesi. Birbirimiz için yutulması zor lokmaydık anlayacağın.

Tartıştık. Gülüştük. İddialaştık. Argo ve fırlamalık yarıştırdık. Birbirimize kızdığımız, yanlış anladığımız, lâfı uzattığımız, bilgiçliğin bokunu çıkarttığımız oldu.

Ama yine de sen benim hiç beceremeyeceğim kadarkibardın. Ve dimdik. Ve özgüven sahibi. Aslanlar gibi.

Rahatsız olmayayım diye, bir bahaneyle dışarı çıkıp sigaranı yağan karın altında içtiğin olurdu.

İnsan zaman geçtikçe duygularını daha iyi tartıyor Ali. Şu bir yılın tecrübesiyle artık dünkünden de ısrarlı bir içtenlikle söyleyebilirim ki, hiç bir ayrılık beni bu kadar sarsmadı. Hiç bir dost ölümü bu kadar okka gibi oturmadı içime.

Diş kökü zonklar ya hani insanın. Ne yapsan dinmez. Kendine yumruk atasın gelir. Çektirirsin hani o zonklayan dişi. Ama bu sefer de eksikliğine alışamazsın. Onun gibi bir şey işte. Ya da daha beteri. Sana çok lâzım olan bir organın sen uyurken çalınmış gibi hani… (Yok yavu, lâfı kıçından anlama, o organ değil, başka bir şey. Kol bacak gibi meselâ.)

Bizim Ali, biliyor musun, ben hâlâ kafamın içinde seninle sohbet ediyorum. Anlatacak zekice bir hikâyem varsa sana anlatmayı yeğliyorum. Ama bu tabii ki sahicisi kadar zevkli olmuyor. (Tek iyi tarafı, dumanaltı olmadan seninle aynı mekânı paylaşabiliyor olmak.) Kızıyorum o zaman neye kızdığımı bilmeden. türkülerle bozlaklarla uzun havalarla buna isyan edesim geliyor.

Dedim ya Ali, insan kaybettiklerinin değerini en çok kaybettikten sonra anlıyor.

Buralar ıssız her zamanki gibi. Hokkabaz'ın selâmı var. Mercan sizin tarafa göçtü. "Yenge" seni anlatan bir yazı yazmak istiyor ama ağlamaktan korktuğu için hep erteliyor. Senin yazıları her seferinde ilk kez okuyormuşum duygusuna kapılıyorum. Matbuat senin kesip attığın tırnak kadar bile olamayacak yıldızlarla dolu. Alemin keyfi yerinde anlayacağın. "Oğlan yedi oyuna, çoban yedi koyuna". Şaklabanlık ve götoşluk berdevam. Para denen aşüfte karı, önüne gelene "Ali'ye gösterdim ama vermedim" diye çalım satıyormuş. Bulursam suratına tüküreceğim şerefsizin. Onun için her halde, benden de fellik fellik kaçıyor.

Ben gene bu kuytuda (Ali Odası'nda) oturmuş bilgisayar ekranına bakıyorum. Aklımdan geçen en kel alâka fikirleri gene sana anlatıyorum. "Hayd'ülen de hayd'ülen, şu dağlarda geyik kalmadı" türküsünü söylerken kafamın içinde sen de eşlik ediyorsun. Sonra bir başkasını başlatıyorsun, ben de ona eşlik ediyorum.

"Hayat çoook gariiib" şarkısını dinliyorum bazen. Mahzun Kırmızıgül sana Cem Karaca bana söylüyor.

Başka evlerde kalp krizleri geçirip benden gene gizliyorsun.

Vefasız dostların oluyor bir yerlerde. Şımarık. Zevk düşkünü. Moloz.

Zekânla büyülüyor, züğürtlüğünle kaçırıyorsun insanları. Neşeni herkesle kederini bir tek kendinle paylaşıyorsun.

Yobazına da kralına da basıyorsun kalayı en sunturlusundan. Asla eğilmiyorsun. Ama suratlar çarık gibi, elden ne gelir?

Peki, öyle olsun Ali. Işıltının çok azıyla bile mıhladın ya şunca insanı bilgisayar karşısına, vallahi sana aşk olsun! Metreslere ve yeğenlere ardına kadar açık olan yayınevleri ve gazete dergi sayfaları sana hiç açılmadı ya, bu ülkenin yekpare yayıncısına da yuh olsun!

Hani derler ya, insan unutulduğu zaman ölürmüş… O halde sen dipdirisin. Çoğumuzdan daha fazla. Bak işte buna çok sevindim. Gidip bir bira açıcam senin şerefine. Biliyorum, içkiyle aran pek yoktur. Senin yerine de ben içerim o zaman.

Sonra da bir türkü patlatırım gecenin kaçı olduğuna bakmadan:

"Sen oyna da kör adamım sen oyna,
sendeeen baaaşka yiğiiiit kaaal-maa-dıı…"

Uzun yaşa Bizim Ali. Sesin kulağımdan hiç silinmesin.

* * *

Bir yıl önceki yazı: Ali ve Ölüm

Yorumlar

Ah hakkaten, vefa sadece bozaci adi degildi di mi?

Sheman - 3 Ocak 2009 (23:54)

Ali Türkan benim için çok önemli bir kalem. Hiç tanımasam da sanki karşılaştığımda hemencecik kucaklayacağım kadar yakın ve tanıdık bir dost gibi. Yazılarına yapılan yorumlardan da görüyorum ki sadece ben böyle hissetmiyorum, herkesin Ali Türkan'daki insan sıcağını derinden hissetmiş olduğu çok açık.

Yazılarından yola çıkarak, böyle bir insan eğer yazmasaydı ne acı olurdu diyorum. İyi ki yazmış. Nerde bir şeylere takılan, bir şeylerden bunalan, hayata dair bir şeyleri sorgulayan ama sıkışıp kalmış birine rastlasam, adres olarak Ali Türkan'ı gösteriyorum.

Bence, O'nun Derkenar'daki ve başka yerlerdeki yazıları kitaplaştırılmalı. Hani çok okuyan bir millet olmasak da daha çok kişiye ulaşmalı. Ali Türkan'ı yazılarından tanımış olduğum için çok mutluyum. Yazılarıyla ölümsüzleştiğini bilsem de çok yakın ve sevdiğim bir dostumu yitirmiş kadar etkilendiğim bir gidiş Ali Türkan'ın gidişi… Sevgi ve saygıyla anıyorum okuduğum her yazısında.

E. D - 4 Ocak 2009 (02:01)

Guzel insanin, guzel yazilarini hep ozleyecegiz ve geriye biraktigi yazilarla yetinecegiz neyazik ki… Okyanusun ardinda da… Gokyuzunun en arkasinda da…

Alper - 4 Ocak 2009 (02:26)

Duygularımı özetleyecek cümleyi siz yazmışsınız: "Matbuat senin kesip attığın tırnak kadar bile olamayacak yıldızlarla dolu." Işıklar içinde uyusun, ölmeyen büyük yazar.

İlker Gökçen - 4 Ocak 2009 (16:12)

"Herkesin Ali Türkan'daki insan sıcağını derinden hissetmiş olduğu çok açık."

Bunu hissetmemiş olmak mümkün değildi zaten.

"Bence, O'nun Derkenar'daki ve başka yerlerdeki yazıları kitaplaştırılmalı."

Bence de.

"Sevgi ve saygıyla anıyorum okuduğum her yazısında."

Şahsen tanımış olmasam da, biraz da görünmeyen gözyaşıyla desem abartmış olmam.

Metin - 4 Ocak 2009 (20:08)

Ne diyebilirim bilmiyorum… Onun yazılarını okurken hissettiğim şeyler sanırım anlatılamaz. Arkadaşlık gibi, sevinç gibi, her gün yeniden yaşamakla ilgili ne varsa sanırım her şeye dair…

Ayhan Dağıstan - 5 Ocak 2009 (14:31)

Ali Türkan'ı keşfettiğimde anlatılması zor bir heyecana kapılmıştım. Öyle ki, kendimi alamıyor, açlıkla arka arkaya okuyordum. Anlattıklarındaki gerçeklik hissi miydi beni kendine çeken, bilemedim. Sarhoş kafa ile kız isteme hikâyesindeki finalde de, görmezlikten geldiği özürlü çocuğun kendisine "oyopsu tozuu" dediği anı anlattığında da, okurken gözlerimi siliyordum. Mehtap da bizim mahalledendi, o pepeme çocuk da… Bizimkinin adı Recep idi ve ismi sorulduğunda "dedep" derdi.

Ali öte dünyaya göçmeden önce eşe dosta hararetle tavsiye ediyordum. Bir avuç okur yazar insan evladının bulunduğu çevremde çok sevilerek okunuyordu. Hayret ettiğim nokta ise ottan tasvirlerle bayat hikâyeler anlatanların arka arkaya piyasaya çıkmasına rağmen Ali Türkan gibi birisinin basılı kitabının olmamasıydı. Öldüğünü ve garibanlara özgü biçimde toprağa verildiğini okuduğumda önce donup kaldım, sonra da o andaki hislerimi yazıya döktüm. Anlayacağını bildiğim arkadaşıma yolladım. Üzüldüğüme üzüldü. Ertesi gün uzun konuştuk.

Koca bir yıl geçmiş üzerinden ve şimdi Ali'nin sene-i devriyesi üzerine yazıp hüzünleniyorum. İlk yazısından başlayarak yeniden okumak derdim var. Acelesiz. Her gün sadece ikisini.

Ahmet Faruk Yağcı - 5 Ocak 2009 (22:06)

En son ali abinin olumunden duydugum uzuntuyu yazmistim size. Zaman gercekten hizli ve de acimasiz tum acilari onemsizlestiriyor. Annelerin yuregindeki acilar haric. Ali abiye anne vefasiyla yaklastiginiz icin sagolun.

Yüksel Aytekin - 7 Şubat 2009 (17:57)

Ben onu tanımadım ama yazılarından yeni tanıştığım biri, bir abi gibi gelmişti bana. Neden öldü bilmiyorum ama, erken öldüğü kesin. Gerçi şairin dediği gibi her ölüm erken ölümdür bunu da biliyorum ya… Geçmişini sevdiğimin dünyasında, ne de düzgün adamlar geçti diyebiliyor olmak da güzel.

Çağrı Öztürk - 13 Mart 2009 (00:13)

Ben de berlinden ali. Ali türkan berlinden tanirim. Adam gibi adamdi. Taksicilik yapardi. Aksamlari firsat buldukca internete gelirdi. Yanima. Hep isyan ederdi. Yilardir berlinde taksicilik yaparim halen borcum var derdi. Artik türkiyede yasayacakti. Kardesi osmandan duydum öldügünü. Inanki halen inanamiyorum. Iyiki tanimisim seni ali abi. Topragin bol olsun. Her zaman kalbimizdesin…

Ali Yeter - 15 Kasım 2010 (16:51)

Ali Türkan'ı ne yazık ki çok geç keşfedenlerdenim. Ayrılığını her yazısını okurken iliklerime kadar hissediyorum. Çok erken bir ayrlılıktı. Keşke bu kadar erken ayrılmasaydı…

Hasan Seyyitoğlu - 11 Temmuz 2012 (11:47)

Bugün bir anda aklıma geldi sevgili Ali Türkan. Sonra sizin yazıları kurcaladım. 9, 5 yıl olmuş, zaman ne acımasızsın. Ve yazıları nasıl da ölümsüz. Mekanı cennet olsun

Filiz Doğru - 5 Temmuz 2017 (12:28)

Sadece uzaktan az biraz tanıyabildiğim halde 2 kişinin vefatına çok üzüldüm, ağladım. İlki Ali Türkan'dı, diğeri de Turgay Yıldız oldu. Allah rahmet eylesin bu güzel insanlara. Yalan dünya.

V - 28 Temmuz 2021 (15:46)

diYorum

 

Necdet Şen neler yazdı?

80
Derkenar'da     Google'da   ARA