Patronsuz Medya

Kabile savaşları ve seçkinlerin Barış'ı

Necdet Şen - 22 Nisan 2002  


İçinde barındığın kabilenin "düşman" diye damgaladığına horozlanmak ne kadar kolay değil mi?

Meğer ki o düşman bir diğer kabilenin en muktedir ve kıyıcı kişisi olsun… Meğer ki, o düşmanın kırdığı cevizler kırkı, yaktığı canlar yüzleri, binleri geçmiş olsun…

Meğer ki o "düşman" her zamanki kışkırtıcı söylemiyle bu taraftaki kabilenin kutsal değerlerine dil uzatma cüretini göstermiş olsun…

Her seferinde tekrar be tekrar gözden kaçırdığımız minicik bir ayrıntı, bazen ilk söylendiğinde çok anlamlıymış gibi görünen bir sözü ya da meydan okuyuşu daha geniş bir zaman perspektifinde çürük hale getirebiliyor.

O ayrıntı, kabilenin değerlerini tüm insanlığın ortak ve değişmez değeri sanmak yanılgısıdır.

Oysa durduğumuz zemin, soluduğumuz hava ve başımızı dayadığımız omuza göre değişebilen bazı doğrular ve eğriler olabilir. Tankın mazgalından bakan askerin doğrusuyla, tanka taş atan oğlan çocuğunun doğrusu birbiriyle bağdaşmayabilir. Dahası, her ikisi de kendi haklılıklarının hiç bir tartışmaya mahal vermeyecek kadar mutlak olduğuna yürekten inanıyor olabilir. Avukat babayla "mebus" annenin doğruları her şeyden önce anne-babadan takdis bekleyen 18 yaşındaki kız evlâdın dilinde tumturaklı bir polemiğe de dönüşebilir. Hemen yanıbaşındaki insanların alkışları, uzaklarda bir yerlerde kendi iktidarının içinde hapsolmuş bir muktedire kafa tutabilmeyi çok çekici kılabilir.

Oysa zaten belki de ömür boyu yolumuzun kesişmeyeceği, aynı sofrada yemek yemeyeceğimiz, aynı halayda saf tutmayacağımız biriyle yollarımızı gönüllerimizi ayırmaktaki kolaycılığı sezmek, omuzdaşımızın alkışındaki hazzın aldatıcılığından kendimizi korumaktır zor ama kıymetli olan.

Karar vermek durumundasın; kabilenin kahramanı mı olacaksın, yapayalnız bir hakikat arayıcısı mı? Kıdemli savaşçıların aferinlerine tav, meydanlarda "öteki"nin bayrağını yakan ateşli bir militan mı olacaksın; yoksa kendi kabilenin, annenin, babanın, yandaşının, hatta kendi kutsalının da (en azından "öteki" tarafından) sorgulanabilir olduğunu hissedebilen, uğrunda ölebileceğin değerlerle, o değerler uğruna öldürebileceğin kişinin değerlerine eşit uzaklıktan bakabilen dingin bir zihnin arayıcısı mı?

Bilirsin, bir zamanlar Hektor diye biri Patroklos diye birini tepelemiş, Sonra Akhilleus diye biri Hektor'u, sonra da okçu Paris diye biri Akhilleus'u; ve sonra hepsi birden Hades diye bir yerde buluşmuşlar… Her biri başedilmez birer cengâvermiş. Kendi kabilelerinin yenilmez savaşçıları. Savaşı değil, sadece birbirlerini yeryüzünden silebilmişler.

Sen Homeros mu olmak istersin, yoksa kabilenin en dövüşken akıncısı mı?

Ne Akhalar ne de Troyalılar kaldı artık; ve ne de onları ölümüne "haklı" ve savaşkan kılan o günkü esbab-ı mucibe…

En "kötü" diye bilinen insandaki saklı erdemi görebilecek, en "gaddar" kişiye karşı bile şefkat duyabilecek kadar sıcak mı yüreğin?

"Barış" diye ayağa kalkıp da kabilenin mızrakçısı olmaya soyunduğunu görebilecek misin?

Kudrete tapınılan bir dünyada "barış" denen nesnenin muzafferin mağlupa dayattığı teslim olma şartnamesi olduğunu hatırlayabilecek misin?

Her horozlanma girişiminde senden daha kudretli horozların kaba kuvvete dayalı iktidarlarını meşru kıldığını, "haklılık" adına giriştiğin her kavgada barışı değil de düşmanlığı beslediğini anlayabilecek misin?

Bu dünyadan sayısız hatip ve muhatabın gelip geçtiğini, ama artık ne o hatiplerin ve ne de fazilet dersi verilenlerin izinin kaldığını, husumet ve kol bükme geleneğinin neden ağzının payı verilenlerden de onları kıçüstü oturtanlardan da daha uzun ömürlü çıktığını sorgulamak ister miydin?

Tank ile canlı bomba arasındaki farkın "haklılık" ya da "haksızlık" farkı olmadığını, herkesin bir şeyler yitireceği bir gırtlaklaşmadaki teknoloji ve yöntem farkı olduğunu; her ikisinin de bir türlü yeryüzünden kazıyamadığımız düşmanlık kültürünün başyapıtları olduğunu anlamadan barışa hizmet edebilecek misin?

Komşunla ağız dalaşına girerken, mevcut diş gıcırtılarını bitirmek yerine körüklerken, uzaklardaki barış umudu adına etkili ve sonuç alıcı bir girişimde bulunabilecek misin?

Yoksa sana "kalıcı barış olsun" umuduyla emanet edilen imzaları "öteki" taraftaki hasmına gövde gösterisi yapmak için kullanabileceğin "her türlü ahzükabza yetkili kılındığın" bir umumî vekâletname gibi mi göreceksin?

Diyorum ki, ey barışsever kabilem, sen sahiden barış mı istiyorsun? O zaman işe kendi mızrağını yere indirerek başla. Husumet duygusunu sök at içinden. Barışçıl ol. Bayrak yakma. Lânet okuma. Efelenme. Efelenenleri şakşaklama. Koşullar ne olursa olsun, insan kardeşlerini iyiler ve kötüler, şerefliler ve alçaklar, haklılar ve haksızlar diye sınıflandırma.

Ve lütfen sana "barış" adına verdiğim vekâleti racon kesmek ve nefret ettiklerinle benim üzerimden hakaretleşmek için kullanma.

Bazı asgarî müştereklerde birleşebileceğin insanları ya da grupları daha yolun başında "düşman" diye damgalaya damgalaya yol alıp, karşında gün geçtikçe büyüyen ve seni yalnızlaştıracak bir koalisyon yaratmaktan kaçınman gerekmez mi? Geçmiş hatalarından ve bu hatalarının sana ödettiği bedellerden ders alman, kendini gerçekte olduğundan daha güçlü sanmaman ve ikna etmeye çabaladığın insanlardan önce bizatıhî kendin, kabile ruhundan sıyrılıp, tüm insanların kardeşliğine inanman gerekmez mi?

Derim ki hem kendime hem kendim gibi gördüklerime, ne fazilet dersi ver "öteki" kişiye, ne de edepsizliği yakıştır. İncinsen bile, bağışla seni inciteni ve yolunda özgüvenle yürü.

O yol didişme yolu değil, aklıselim yoludur.

Bana sorarsan ey kabilem, aynı bıktırıcı ayetlerin mütemadiyen tazelenip durduğu seçkinci klanlara değil de tüm tanrısal ve şeytanî yanlarıyla kabullenebileceğin topyekün insanlığa bağlı say kendini.

Ve unutma: Zengin katillere karşı yoksul katilleri desteklemek savaşı reddetmek değildir.

diYorum

 

Necdet Şen neler yazdı?

80
Derkenar'da     Google'da   ARA