Patronsuz Medya

Ama iyi delirdik

Süreyya Karacabey (Artı Gerçek)

Sessizliğe çekilmek, derinden bir idrak haliyle birleşmişse trajik bir etki yapar; kimin dediğini hatırlamıyorum ama biri trajik kahramanların tek dili vardır diyordu, o da susmak. İmkânsızın içeriden kavrandığı bir yerde büyür bu durumda suskunluk. Dış dünyayla çarpışma ne kadar şiddetliyse sessizlik o kadar ürkütücü olur. Bu türden bir susmayla az karşılaşırız, ya da karşılaşmış bile olsak tanımamız zordur, çünkü bir vazgeçişin, işitilmek istemeyişin işaretlerini çoktan yok etmiş bir dünyaya alışmışızdır.

Gerçi ses her zaman vardır, ondan uzaklaşmayı seçenin girdiği yer çile odasıdır, pek çok inançta konuşma perhizi nefsin terbiyesi gibi görülür. Düşünmek, derine dalmak, değerlendirmek için gerekli olan susmak, çok uzadığında ise tekinsiz bir hal alır. Akıllarına hiç bir durumda susmak gelmeyen karakterler için ise ölümcül bir vuruştur, sessizlik. Küsünce konuşmayız, bir çeşit cezadır bu, küsülen kişiye. Söz yemini. Herkesin yapabileceği bir şey değildir ama. İnsan konuşmayınca çatlayacağını sanır, konuşunca da çatladığını bilmeden.

* * *

'Bataklığa' düşmeyin: Klişeler zalimin işine yarar

Mustafa Alp Dağıstanlı (Diken)

Sadece iktidar medyası kullanmıyor klişeleri, öteki medyanın dilinden düşmez süslü lâflar, plastik kelimeler, kalıplar. Böyle metinler, sunumlar insanları, seyircilerini, okurlarını bayağı küçümsüyor aslında, onların duygulanamayacaklarını, düşünemeyeceklerini düşünüyor olmalılar ki duyguları harekete geçirici olduğunu sandıkları kalıpları, düşünce yerine koydukları klişeleri, tumturaklı sözleri bol bol kullanıp duruyorlar. Halbuki Turgut Uyar'ın şiir için söylediği şey her metin için, hele böyle durumlarda gazetecilik için de geçerli bir ilkedir:

Duyguyu çok ölçülü kullanmak gerek.

Ama asıl Ahmet Haşim'in şu cümlesi, iki hafta önce de yazmıştım, bütün gazetecilerin kulağına küpe olmalı:

İnsan kanının ve gözyaşının bulaştığı faciaları teşbih ve istiareyle tasvire kalkışmak, hakiki ıstıraba karşı hürmetsizliktir.

* * *

Hayır, bunu sana entelektüeller yapmadı

Yıldıray Oğur (Serbestiyet)

Bunları yaparken lâik demokrat aydınlar, yapmayın, etmeyin böyle olmaz diyerek sizi makuliyete, insan haklarına, demokrasiye çağırdı, dinlemediniz.

Karşınızda büyük ve haklı bir rövanşist öfke biriktirdiniz.

Şimdi de bu tarihsel takıntılarınızın yarattığı kutuplaşmanın sonuçlarını bunun yanlış olduğunu söyleyenlerden çıkarmaya çalışıyorsunuz.

Halbuki dünyanın en yüksek enflasyon oranlarından biriyle bile bu halk gidip tekrar AK Parti'ye ve Erdoğan'a oy vermişken, tam da aynaya bakıp, biz nerede hata yaptık diye muhasebe etme zamanıydı.

Ama hâlâ herkesin hafızalarındaki yakın geçmişten ders çıkarmamakta, tarihsel süper haklılık iddianızdan vazgeçmemekte ısrar ediyorsunuz.

* * *

Siz hep haklısınız

Süreyya Karacabey (Artı Gerçek)

Anlamak üzere yola çıkışın bütün duraklarında, kendi bilinmezliğinden beslenen bilme biçiminin yarattığı tuzaklara bir mutlaklık atfeden zihin, kendisiyle hiç bir dönemeçte gerçekten karşılaşmamış, ömrünü, hikâyesini haklı çıkarmaya adamış öznelere bağlanacaktı elbette. Haklı çıkmanın siyaset ve düşünce dünyasında bu denli önemli bir rol oynamasının, ben söylemiştim yarışının, kendine ve düşüncelerine bu denli meftun oluşun başka bir mantıklı açıklaması gerçekten yoktu. Özdeşlik eleştirisine girişenlerin, karşı tarafa yönelttikleri itirazların dokusu, üslubu ve açılımının, eleştirdiği şeyin negatif ikizi olması da dikkat çekiciydi. Sertleşen tartışmalar, uzlaşmaya yanaşmayan dramatik personanın jesti, dışsal olanın aşırılığından çok içsel olanın fazlalığına temellendiği için, düşünsel anlamda değil yapısal anlamda bir sertliği meydana getirecekti. Sertlik, tözseldi, çıplak yoksulluk gibi, sömürü gibi, önümüzde öldürülmüş birinin bir cesedi gibi hakikatle aktif bir ilişkinin tezahürüyken, bir kapılmanın dolayımında beliren çatışmalardaki sertlik, kurgusal bir inat savaşımında kaybolmuş formlardan birinden kalan bir köşeye dönüşmüştü. Büyük amaçtan uzaklaşmış bir küçük yol, neyi inşa etmesi gerekeni çoktan unutmuş haklı, çok haklı özneler.

* * *

Yeni İttihatçılığa dipnot (6) Anlam dünyası ve zihniyet

Etyen Mahçupyan (Serbestiyet)

Bugün yaşananların yüz küsur yıl önce yaşananlara benzemesini beklemek abes… 'Hangi İttihatçılık' sorusu da aynı derecede anlamsız. Çünkü olgular bir zihniyetin dış gerçeklikle karşı karşıya gelmesinin, zihnin bu gerilime tepki vermesinin ürünüdür. Dış gerçeklik değiştiğinde, zihniyet aynı olsa bile, tepkiler haliyle farklı olacaktır. Günümüz İttihatçılığının olgu ve politikalar anlamında görünen yüzü ile geçmiş İttihatçılığı mukayese etmek anakronik bir çaba olur. Önemli olan her ikisinin de aynı zihniyet, duygu ve algı zemini üzerinde şekillenmesi, aynı doğrultuda bir anlam arayışına sahip olması.

* * *

Kayıplar nereye gider?

Süreyya Karacabey (Artı Gerçek)

Sadece devletin izin verdiği soruları soranlar ve sadece onun yaptığı açıklamalara inananlar, uzun yaşayacaktır. Dertsiz bir ömür sürecekler, aniden ortadan kaybolan çocukların varlığını unuttuklarında işlerin yolunda olduğuna kendilerini ikna edeceklerdir. Bunu temin edebilmek için ise varlığını bekleyişe çevirmiş insanlar göz önünde olmamalıdır, tıpkı aniden giden ve dönmeyenler gibi, onları bekleyenler de ortada fazla bulunmamalıdır. Plaza Del Mayo'da bekleyenler çok engellendi, şimdi Galatasaray meydanında bekleyenler engelleniyor. Oysa meydandaki yaşlı kuş fısıldıyor her gün, gidip dönmeyenler, bir haksızlığa kurban edilenler ya da suçlu bile bulunsa cezası asla kaybedilmek olmayanlar, öldüyse bile gömülemeyenler sizin düzeninizi aşan bir yerdeler. Ve hep geri dönecekler. Toprağa, sevdiklerine kavuşana kadar. Berfo Ana'nın beklemeyle geçen ömrü sona erdi, şimdi bir mezarlıkta. Orada da bekliyor. Oğlunun mezarını kazdılar tam yanına, bir gün kavuşsunlar diye. Bir gün hepsi geri dönecekler.

* * *

Arsadan borsaya memleketi silkeleyip duruyorlar

Bahadır Özgür (Duvar)

Nüfusunun yarısından fazlası asgarî ücrete mahkûm bir ülkede aniden herkes mi borsacı oldu? 5 yıl öncesine kadar 1 milyonu ancak gören 'yatırımcı' sayısı 6 milyona dayanmış durumda. Yüksek enflasyonla güdülen emeklisi, öğrencisi, berberi, çırağı, işçisi ve daha niceleri birkaç yılda öbek öbek yığıldı oraya. Haliyle kalabalığın iştahını daha fazla açmak için ne varsa tezgâha sürüyorlar. Neredeyse halka arz edilmeyen bir bakkal dükkânları kaldı geriye. Tavukçusu, dönercisi, vinç kiralama şirketi, bahis oynayanlara maç sonuçlarını veren internet sitesi, altın günü organizasyonlarından hallice olan faizsiz ev sahibi olmayı vadeden İslamcı emlâkçılar… Yirmi dört saat din satan tarikat bezirgânlarının şirketleri de katılıyor halka arz oyununa.

İktidar, geçim çaresizliği içine sürüklediği kalabalıkları bir de 'özgür iradeleri' ile manipülasyon kurbanları olsunlar diye her gün teşvik edip duruyor. Daha yeni aracı kurumlarla el ele SPK yöneticisinin 2021 halka arzlarında rüşvetle çevirdiği işler ortaya çıkmadı mı? Görüntülü ses kaydı, önceden dikili ağacı olmayan yöneticinin serveti tek tek medyaya düşmedi mi? Tek bir soruşturma, araştırma yapıldı mı?

Yatırımcıların yüzde 3. 5'inin paranın yüzde 80'ninden fazlasını kontrol ettiği tertemiz bir soygundur şu an yaşananlar. Ülkede en büyük servet transferlerinden biri borsa aracılığıyla gerçekleşiyor çünkü.

* * *

Sanal alem kitlesi

Metin Yeğin (Artı Gerçek)

Burada önemli olan sadece bilginin bize ulaşma (!) biçimi değil, bu uçucu öğrenme, daha doğrusu elde etme biçimi ile 'muhakeme'nin de tamamen ortadan kalkmasıydı. Hiç kimsenin sevmediği yanlışlar olmadan bir muhakeme yapabilme şansı olabilir mi? Ayrıca doğru egemen olanın olunca bu tartışmasız doğru oluyordu ve zaten kimse tartışmıyordu çünkü tıkladığımızda o çıkıyordu. Bu kitlenin temel karakterinin, genel ve çok olanın hegemonyasının insanlar bir araya gelmeden de olabilmesi manasına geliyordu. Birbirini hiç görmeyen ve çok muhtemel görmeyecek milyarlarca insanın aynı düşünmesinin ortaya çıkardığı baş edilemez bir tekeli düşünebiliyor musunuz?

* * *

Peki ya bu hikayedeki kötü adam bizsek?

David Brooks (New York Times + Serbestiyet)

Peki bu, benim de üye olduğum toplumsal sınıfa mensup insanların kötü niyetli ve şeytanî olduğunu düşündüğüm anlamına mı geliyor? Hayır. Çoğumuz içten, nazik ve halktan yana insanlarız. Ancak, baskıcı hale gelen bu sistemleri kanıksıyor ve bunlardan faydalanıyoruz. Elit kurumlar kısmen politik olarak o kadar ilerici hale geldiler ki bu kurumlardaki insanlar sınıfı, diğer insanları dışlayan ve reddeden sistemlerde yer alırken, bir yandan da kendilerini iyi hissetmenin peşindeler.

Daha az eğitimli sınıflardaki insanların neden ekonomik, siyasi, kültürel ve ahlâkî saldırı altında oldukları sonucuna vardıklarını ve neden eğitimli sınıfa karşı en iyi savaşçıları olarak Trump'ın etrafında toplandıklarını anlamak zor değil. Trump, işçiler için en tehditkâr görünen insan setinin girişimciler değil, uzmanlaşmış sınıf olduğunu çok iyi anladı. Trump, parmağını her gün gözümüze sokacak ve üzerine bindiğimiz yukarıda saydığımız bütün bir epistemik rejimi reddedecek bir lidere toplumda büyük talep olduğunu görüyor.

* * *

Biz nasıl bir ülke olduk ya?

Süreyya Karacabey (Artı Gerçek)

Amacını yitirmiş, hiç bir değer üretme pratiğine ortak edilmemiş, değer diye Palu ailesinden hallice yapılara, din diye içinde artık hiç bir günahın yankılanmadığı organizasyonlara teslim edilen bu insanlar, evet çok fenalar. Her şeyi yapabilirler. Onları bir tarihsel dönemeçte, iyi kötü birlikte yolculuk yapılan zamanlarda bir yerde bırakmıştınız, hatırladınız mı? Sonra dönüp hiç bakmadınız. Şimdi karşınızdalar, gücün kıyısında oturuyorlar ve ellerinden alınanın ne olduğunu bilseler de hiç aldırmıyorlar. Tanıdınız mı? Sizin sinikliğinizden bir parça var mı burada, çok uzaktan da olsa. Eskiden siyasî ortama etki edecek bir otoritesi vardı düşüncenin, şimdi yok; eskiden yığınların yakın hissettiği bir noktası vardı zihinsel emeğin, şimdi yok. Kötülük mü demiştiniz, yakmaya buradan buyurunuz!

* * *

Devlet nerede?

Süreyya Karacabey (Artı Gerçek)

Bir makine, kalbi yok, her şeyin alınıp satıldığına inanıyor. Bizim gördüğümüz şeyleri göremez, ağaçların da bir canı olduğunu, onlarla birlikte üzerlerinde yaşayan çok sayıda canlının yok olduğunu, canın, yanan bir şey olduğunu asla bilemez. Bir makine, ruhsuz, bir amacı yok, ölüm aygıtına dönüştüğünü de bilemez. Çocuğuna sarılır gibi sarılırken bir ağaca o kadın, bir makineyi yenecek tek şeyin ne olduğunu gösterdi bize. Dünyayı evimiz olduğu için seviyoruz, bütün ezilen canlılara aynı davranan bu makine, konuşma partnerimiz değil, onunla anlaşabileceğimiz bir dil yok. Devletle birlik olmuşlar kuşların, böceklerin yuvasına saldırıyorlar, işte burada yeniden sevebiliriz toprağımızı, onların istediği biçimde değil.

* * *

Reelanarşizm üzerine birkaç söz…

Gün Zileli (Artı Gerçek)

Üstelik, o mahalleyi özel olarak ziyaret eden turistlerin, bizim arkadaşlar örneğinde de görüleceği gibi, çoğunlukla anarşizme sempati duyan insanlar olacağını tahmin etmek zor değildir. Aynı, Danimarka'nın Kopenhag şehrindeki özerk Chiristiana Mahallesinin çok sayıda turist tarafından ziyaret edilmesi gibi. Seni tanımak için oraya gelen turiste fuck off diyeceğine, bu turistlerden, eğer varsa, devrimci ve özgürlükçü mesajlarını dünyanın dört bir yanına yaymak için yararlansana. Ne yazık ki, reelanarşizmde bu akıl yok. Daha doğrusu, kendi marjinal hayatlarından mutlu bir şekilde çevrelerine nefret ve öfke saçmak onlara yetiyor da artıyor bile. Anlaşılan bu!

* * *

Dijital çağ dünyayı mahvediyor

Jonathan Crary (Vesaire + Lithub)

Yaşanabilir bir gezegene giden her olası yol, çoğu kişinin bildiğinden veya açıkça kabul ettiğinden çok daha bunaltıcı olacaktır. Önümüzdeki yıllarda adil bir toplum için verilen mücadelenin önemli bir katmanı da piyasanın ve paranın yaşamlarımız üzerindeki egemenliğinden vazgeçtiği toplumsal ve kişisel düzenlemelerin yaratılmasıdır. Bu, dijital izolasyonumuzu reddetmek, zamanı yaşanmış zaman olarak geri almak, kolektif ihtiyaçları yeniden keşfetmek ve çevrimiçi ortamdan kaynaklanan zulüm ve nefret de dahil olmak üzere artan barbarlık seviyelerine direnmek anlamına gelir. Diğer türler ve yaşam biçimleriyle dolu bir dünyadan geriye kalanlarla gösterişsizce yeniden bağlantı kurma görevi de aynı derecede önemlidir. Bunun meydana gelmesinin sayısız yolu vardır, beklenmedik olsa, gezegenin her yanındaki gruplar ve topluluklar bu türden onarıcı çabalarla ilerlemektedir.

* * *

Seyahate karşı bir görüş

Agnes Callard (New Yorker + Serbestiyet)

Turizmle ilgili en önemli gerçek şudur: Döndüğümüzde nasıl olacağımızı zaten biliyoruzdur. Tatil yapmak yabancı bir ülkeye göç etmeye, üniversiteye girmeye, yeni bir işe başlamaya ya da aşık olmaya benzemez. Sözünü ettiğimiz arayışlara, bir tünele girdiğinde dışarı çıktığında kim olacağını bilmeyen birinin korkusuyla gireriz. Fakat yolcu, aynı temel ilgi alanları, siyasî inançlar ve aynı yaşam biçimine geri döneceğinden emin olarak yola çıkmaktadır. Dolayısıyla seyahat bumeranga benzer. Sizi başladığınız yere bırakır.

* * *

Asıl yenilgi 'yerlileri' anlamamak mı acaba?

Etyen Mahçupyan (Serbestiyet)

Bizlere irrasyonel gözüken 'beka' meselesi onlar için gayet rasyonel… Bize gayrı meşru, kabul edilemez gelen birçok idari ve hukukî uygulama onlar için detay ve (baştaki maddelerin ışığında) meşru.

Laik kesim kendi tarihsel üstünlüğünden o denli emin ki, 'yerlileri' anlamamak bir yana, onları kendi rasyonalitesi ışığında, yapaylaştırarak kategorize ediyor ve böylece anlama imkânını hepten elden kaçırıyor.

Dolayısıyla 'yerlilerin' gözünde nereye oturduğunu da göremiyor… Giderek kendisini tanıması da zorlaşıyor.

Eğer depresyona girilecekse bu çok daha iyi bir sebep…

* * *

Neoliberalizm içimizdeki canavarı ortaya çıkardı

Paul Verhaeghe (Vesaire)

Sahip olduğumuzu sandığımız özgürlük tek koşula bağlı: Başarılı olmak zorundayız, yani kendimizi geliştirmeliyiz. Örnekler için uzaklara bakmanıza gerek yok. Ebeveynliği kariyerinin önüne koyan yetenekli bir kişi eleştiriye maruz kalıyor. İyi bir işe sahipken başka şeylere zaman ayırabilmek için terfiyi reddeden bir kişi aptal olarak görülüyor, o başka şeyler başarıyı garantilemeyecekse. Ebeveynleri, ilkokul öğretmeni olmak isteyen genç bir kadına ekonomi alanında yüksek lisans ile başlamasını salık veriyor – bir ilkokul öğretmeni mi, ne düşünüyor olabilir ki?

Kültürümüzdeki kaideleri ve değerleri güya yitirdiğimize dair bitmek bilmeyen ağıtlar yakılıyor. Yine de bu kaideler ve değerler kişiliğimizin olmazsa olmaz bir parçasını oluşturuyor. Dolayısıyla kaybolamazlar, sadece değişirler. Olan da tam olarak bu: Değişen bir ekonomi değişen ahlâk kurallarını yansıtıyor ve değişen kimliklere yol açıyor. Mevcut ekonomik sistem, içimizdeki en kötüyü ortaya çıkarıyor.

* * *

Kemalizm bir tarihsel parantezmiş meğer…

Etyen Mahçupyan (Serbestiyet)

Toplumlar önceden belirlenmemiş bir dinamikle değişiyor. Anayasalar bugün, şu anda yaşamakta olan insanların nasıl yaşamak istediğine göre şekillenmek zorunda. Onlarca veya yüzlerce yıl önce yaşamış birilerinin tahayyülünü veri alarak bugünün insanlarına hayat biçmek her halde 'demokratik' diye vasıflandırılamaz.

Muhalefet eğer İttihatçılığa karşı bir alternatif geliştirmek istiyorsa, bu alternatifin Kemalizm olmadığını bir an önce idrak etmek durumunda.

Demokrat zihniyette, kapsayıcı kuşatıcı derinlikli ve gerçekçi bir Türkiye tasavvuru sunulmadıkça bu toplum şöyle veya böyle bir tür İttihatçılığı tercih etmeye devam edecektir.

* * *

Hep kaybediyorsan belki de yanlış oyunu oynuyorsundur

Dağhan Irak (Diken)

Modernlik, giyim kuşamla, alkol alıp almamakla ölçülmüyor. Ne kadar yurttaş olabildiğinizle ölçülüyor. Kaçımız bir sivil toplum örgütüne, derneğe üye? Kaçımız sendikalı, kaçımız partili? Kaçımızın her hafta katıldığı bir sosyal etkinlik, toplantı var? Kaçımızın mahallesinde o mahallenin sorunlarının konuşulduğu forumu, derneği var?

Türkiye'de en çok üyesi olan dernekler amatör spor kulüpleri, hemşehri dernekleri ve cami yaptırma dernekleri. AKP'nin örgütlendiği yerler yani. Biz de Twitter'a giriyoruz.

* * *

Seçim sosyolojisi: Modernlik, ulusallık, sınıfsallık

Gün Zileli (Artı Gerçek)

Seçimlerde en yoksul ve depremin en ağır darbesini yemiş bölgelerin iktidar partilerine bağlı kalmalarında şaşacak bir şey yoktur. Uçurumun kenarında yaşayan insanların kendilerini her an uçuruma düşecek gibi hissetmeleri onlardaki tutucu eğilimleri daha da körükler genellikle. Ellerinde her şeye rağmen yaşama umudundan başka bir şey kalmamıştır. Değişim acaba onlara ne getirecektir, bu meçhuldür. Var olanlara sıkı sıkı tutunmak, bu umutsuzluk ortamında onlara daha çok hitap eder. Yoksulluğun dayanılmaz boyutlara ulaşması ise aniden ve can havliyle ileri atılmalarına yol açabilir ama Türkiye henüz bu noktaya gelmiş değil.

* * *

Ne yapmalı? Millet İttifakı'nın başarısı, başarısızlığı

Ali Duran Topuz (Artı Gerçek)

Seçimin sonuçlarını Suriyeliler filân belirlemedi, yabancı vatandaşlar hiç belirlemedi. Bu argümanlara sarılanlar, sonuçları belirleyenlerin ön saflarında yer alanlar olabilir ama. Sadece iktidarla yarışacak nitelikteki ayrımcı, ırkçı, düşmanca tutumları nedeniyle değil, çalışma gereğinin yerini düşmanlık fikirleriyle doldurdukları için de.

Kürtler sandığa gitmediği için böyle oldu diyenler, başını iktidarın çektiği Kürt düşmanı partinin sıradan üyelerinden başka bir şey değiller. Bu iki grubun ortak özelliği aynı: Gerçekleri görmek ve değerlendirmek yerine, kinlerini, düşmanlıklarını gerçek yerine koyarak sonuç alma peşindeler. Yoksa, gerçekten sayılara baksalar durumun böyle olmadığını görürler. Bakmazlar çünkü hep alacaklı kalmak istiyorlar, borçlu olduklarını anlamak onlara göre değil.

* * *

Babanızın çobanı mıyız?

Ali Duran Topuz (Artı Gerçek)

Muhalefet mülteci düşmanlığı yaparken burada olmalarının sorumlusu olarak mültecilerin kendisini göstermekten başka bir şey yapmıyor pek, oysa onlar bir sabah kalkıp Haydi gidip Türkiye'de emek değerini düşürelim diye gelmediler, TC hükümetlerinin dahil olduğu savaş nedeniyle mecburen geldiler. Şimdi de birilerinin babasının çobanı olmak mecburiyeti içindeler.

İktidar elbette sadece onları değil kalan nüfus kesimlerini de babalarının çobanlığına razı etme yolunda. Yoksulluğun derinleşip genişlemesi iktidarın ekonomik beceriksizliğinin basit bir sonucu değil, tam da ekonomik politikalarının bir gereği. Sömürü çarkını deşifre etmek, çarkın dönüşünü durdurmak, çarkı kırmak mülteci düşmanlığıyla değil, mülteciler dahil çarka mahkûm edilenlerle beraber başka politikalar geliştirmekten geçer. Bu nedenle basit biryolsuzluk yapıyorlar, çalıyorlar nutkuyla yürümüyor işler, sömürü basit bir hukukî ya da ahlâkî çalma işinden çok başka bir şeydir ve sömürülenlerin bir kesimini düşman olarak görmek ve göstermek sadece o çarkı yönetenlere yarar.

* * *

Bu halk 'adam' olmaz mı?

Umut Can Güven (Vesaire)

Çoğu zaman verili koşullara razı gelen, sorumluluk almaya veya sorumluları eleştirmeye cesaret edememenin sonucu olan bu düşünce biçiminin en dominant özelliği, maliyetsiz olmasıdır. Bu düşüncelerin, sanki uzun mücadele yılları sonunda varılan damıtılmış bir tespit edasıyla ifade edilmesine aldanmayın. Genellikle savaşmadan teslim olan, çaresizliği baştan kabul eden bir tavırdır bu. Halktan söz ederken kendini o büyük, kaba, azametli, cahil, tepkisel kitlenin dışında bırakmanın verdiği ayrıcalıklı his… Büyük meselelere dair görmüş geçirmiş bir tonlamayla gizlenmiş çaresizliği beyan etme hâli… Büyük meseleler hakkında konuşurken büyük adamlar ve mağlûp etmesi zor düzen hakkında konuşmaktan kaçınma durumu… Hakiki bir değişimi, kişinin ataletini olumlayacak kadar imkânsız görmenin sağladığı konfor…

* * *

Doğal hastalanma halimiz: Milliyetçilik

Etyen Mahçupyan (Serbestiyet)

Milliyetçilik bir 'iradi cehalet' ideolojisi olması nedeniyle, toplumların kendi yanlışları ile yüzleşmesini engeller. Yanlışlar olabildiğince görülmez, ortaya çıktıklarında ise sorumluluk başkalarına atılır. Zaten öylesine şanlı bir tarihten gelmekte olan bir milletin yanlış yapabilmesini havsalamız alsa, bünyemiz rahatsız olur. Geçmişte nasıl yanlış 'yaptırılmış' isek pek pek şimdi de yanlış yaptırılmış olabiliriz ama yanlış bize ait denemez… Hatta her yaptığımız yanlış hak ettiğimiz bazı şeylerin başkaları tarafından engellenmesini ifade ettiği ölçüde bizi daha da mağdur ve haklı kılabilir…

Otoriter zihniyetten beslenen bir ideoloji olmakla birlikte milliyetçilik, sıradanlığı hazmedemeyen, ille de biricik olmayı tahayyül eden ataerkil toplumlarda da çok yaygın. Bunun altında yatan özgüven eksikliği de kendisini şişirilmiş ego ve hamasetle ortaya koyuyor. Bazen tarihe ve coğrafyaya 'damga vurma' öylesine psikolojik bir ihtiyaça dönüşebiliyor ki, sonuçta tarihe olumlu bir örnek olarak geçme ihtimali kalmıyor…

* * *

'Küstüm, oynamıyorum'

Ümit Kıvanç (Duvar)

Hakkında konuşacağım mevzu öyle sığ ki, dibi görünüyor. İstediği oyuncak alınmamış şımarık çocuk gibi davranmayı kendine hak gören büyükşehir densizlerinden sözedeceğim. Bu insanların, dillerine doladıkları işi sahiden yapıp çekip gitmek ya da en azından çenelerini kapatıp bize bulaşmamak gibi niyetleri de yok maalesef. Yahu ne kadar önemli yaratıklarsınız kardeşim siz! Evladınızı arabaya atıp götürdüler, cesedini yol kenarına mı attılar? Babanızın kalıntılarını, adam kaybolduktan yirmi sene sonra asit kuyusunda mı buldunuz? Hepinizi yere yatırıp postallarla üstünüzde mi dolaştılar, bok mu yedirdiler? Kızınızın bombayla parçalanmış minik bedeninin parçalarını tarladan mı topladınız? Cansız bedenini yanı başınızda, buzlukta mı tuttunuz sabaha kadar? Ulan, evi başına yıkılmış, en yakınlarını ve her şeylerini kaybetmiş insanların hangisi nerede, kime oy verdi, hangi şartlar altında oy verdiler, doğru dürüst bilmeden ama o depremzedeler de… diye atıp tutmaya da utanmadınız. Böyle haltları yeyip sonra da yüzsüzce insan içine çıkabileceğinize dair rahatlık belgesini nereden edindiniz? Söyleyeyim, sahte o. Düzgün insanın bulunduğu hiç bir yerde geçmez.

* * *

Pestisitin güvenli dozu yok!

Mesude Erşan (Diken)

Sentetik pestisitler, topraklarımızdaki karmaşık yaşam ağını bozuyor, toprak verimini etkiliyor. Toprak canlıları, topraktaki organik maddenin zenginleşmesi ve besin maddelerinin yeniden kullanılabilir hale gelmesi için çok önemli. Toprağın altındaki biyolojik aktivitenin azalması demek, toprağın karbon tutma kapasitesinin de düşmesi anlamına geliyor. Toprak, sahip olduğumuz en büyük karbon depolarından biri. Fakat gezegenimizdeki toprakların yüzde 30'dan fazlası, yanlış arazi yönetim politikaları yüzünden zarar gördü. Bir kısır döngüde, topraktaki eksik besin maddelerinin yerine konması için daha fazla gübre kullanılıyor, bu düzeyde gübrelenen bitkiler zararlılara daha çekici geliyor, bu da çiftçilerin daha fazla pestisit kullanmasına yol açıyor.

* * *

Ben Aleviyim ne demektir?

Orhan Gazi Ertekin (Kısa Dalga)

Bir defa Türkiye Cumhuriyeti bir kamu, bir ortak yaşam alanı inşa etmek anlamında bir başarı öyküsü değildir. Tam tersine iç savaşı daimi hale getiren bir rejim yaratmıştır. Daha açık söyleyeyim: Cumhuriyet kimlikçi bir rejim kurmuştur. Yurttaşlığa dayalı bir Cumhuriyet değildir. Olmamıştır. Türklük ve Sünnilik Cumhuriyet yurttaşlığının hem siyasal hem de toplumsal bedenini oluşturur. Türkiye'nin yasasının, yurttaşlığının taşıyıcısı işte bu bedendir. Bu beden siz değilseniz yasa ve yurttaşlık sizi taşımaz. Şiddet tam da bu nedenle rejimin sistemli bir örgütlenme ve faaliyet unsurudur. Türkiye hukuk biliminin en sık övündüğü iki şey; entegrasyon ve yasal eşitlik ise bir modern hurafeden ibarettir. Aleviler ve Kürtlere karşı toplumsal entegrasyon ve yasal eşitlik vaatlerinin kendi başına anlamlı olmadığı ve Cumhuriyetin toplumsal tarihi tarafından yalanlandığı da açıktır. Bu nedenle ırk ve mezhep ayrımcılığının evrensel öyküleri Türkiye için de fazlasıyla geçerlidir.

* * *

Bu cehennemden HDP'siz çıkış yok!

Dağhan Irak (Diken)

Türkiye kadar, kendi milliyetçiliğinin hem rehinesi hem meftûnu olmuş, başına ne geldiyse bundan geldiği halde bundan vazgeçememiş ülke azdır. Sözüm ona vatanımızı seviyoruz diye milyonlarca insanı kendi ülkesinden korkar hâle getirdik, birçoğunu göçe, dağa ya da mezara zorladık. Bu yolda semirttiğimiz eşkiya sürüsü, hayatımızın her alanını kontrol ediyor. Artık buna bir dur dememiz gerekiyor. Bu ülkeye adalet ve barış gelecekse, ancak herkese gelirse gelecek. Kendi küçük mahallelerimizde, korunaklı ortamlarımızda hiç bir şey yokmuş gibi davrandığımız yıllar geride kalalı çok oldu, dibimizde ayı bağırıyor. Gezi'den beri biliyor olmalıyız ki, Lice'yi vuran Kadıköy'ü de boğuyor, Cizre'ye saldıran Karşıyaka'ya da diş biliyor.

* * *

HDP ile birlikte Yeşil Sol Parti de kapatılabilir mi?

Orhan Gazi Ertekin (Kısa Dalga)

Şimdi bütün bu yazdıklarım size şaşırtıcı gelebilir. Çünkü siyaset ve hukukta kaba kalıplar üzerinde düşünmeye alıştırılmış bir ülke burası. Nitekim yasalar ve yurttaşlık meselesi bu ülkede ciddiye alınan bir mesele olmamıştır hiç. Ama bu yazının temel vurgusunu daha iyi anlamanız için size AKP hükümeti tasarısı olarak meclise gelen ve çözüm süreci yasası olarak adlandırılan 10. 07. 2014 kabul tarihli ve 6551 sayılı kanunu hatırlatırsam konunun siyaseten ve hukuken nereye yerleştirilebileceğinde fazla şüpheniz kalmayacağını tahmin ediyorum. Çözüm sürecinde bilindiği üzere Öcalan bir taraf idi ve tüm görüşmeler devlet gözetiminde gerçekleşti. Yani bir yasası bile çıkarıldı bu işin. MİT Müsteşarı da Öcalan için artikülasyonları güçlü dememiş miydi? Ve bir şeyi daha hatırlayalım: Devlet Bahçeli'nin HDP ve tabanını Öcalan'ın isteklerine uymaya çağıran sözleri çok eskide kalmadı. Değil mi? Bahçeli, HDP'nin istismarını engelleyen bir isim olarak zikretmemiş miydi Öcalan ismini?

* * *

Perinçek fenomeni (3) Harry Potter masalları

Halil Berktay (Serbestiyet)

Açıkçası, realiteden kaçacaksam, ben Harry Potter okumayı tercih ederim, Aydınlık okumak ve Ulusal Kanal seyretmektense. İlkinde, bunun tümüyle kurmaca bir âlem olduğunu biliyorsunuz hiç olmazsa. Perinçek'in evreninde yaşayanlar ise, sanırım ayırt edemiyorlar neyin reel, neyin fiktif olduğunu. Perinçek ise buraya, gerçekten yeni bir tabana oturarak, kendisine sosyolojik bir karşılık bularak değil, sürekli yokuş aşağı geliyor. Faydasızlaşarak geliyor. Köklü, oturaklı sosyal sınıf ya da katmanlar yerine, toplumun doku boşluklarındaki boş gezenin boş kalfası unsurlara yaslanarak geliyor.

* * *

'Yargılanacaksınız' çıkışları neden iktidarla bağı oy vermekten ibaret olanları da ürkütüyor?

Alper Görmüş (Serbestiyet)

Peki neden yargılanacaksınızcıların Bizim işimiz AK Parti'ye oy verenlerle değil, onların korkması için bir neden yok, biz sadece hırsızlıkların, yolsuzlukların, hukuksuzlukların birinci dereceden sorumlularından hesap soracağı sözleri inandırıcı bulunmuyor da iktidarın onlara telkin ettiği Görüyorsunuz neler diyorlar, görün işte, biz gidersek sizin için getirdiğimiz bütün kazanımları kaybedeceksiniz korkularının etkisi altında kalıyorlar?

Hiç şüphesiz en temelde bunun nedeni, yargılanacaksınızda ifadesini bulan öfkenin sadece somut hırsızlıklar, yolsuzluklar, hukuksuzluklarla değil; yüzeye çıkması ancak bilinçli çabalarla engellenebilen -bazen de engellenemeyen- 'kimlik antipatisi' ile ilgili olduğuna dair köklü inançtır.

* * *

Kartaca yıkılmamalıdır

Alper Görmüş (Serbestiyet)

2000'lerin başında isterlerse yüzde 99'la gelsinler (böyle lâflar vardı, hatırlayalım) 'Cumhuriyet düşmanları'nın iktidarının mutlaka yıkılmasını söyleyenler; bu amaçla harekete geçeceklerin yöntemini sorgulamayacağını ima edenler vardı… Bugün ise 'vatan ve İslam düşmanı damgasını vurduklarının iktidar hakkının olmadığını söyleyenler var. Çünkü bunlar gider onlar gelirse, Mekke düşer, Kudüs düşer!

Kartaca yıkılmalıdırdan Kartaca yıkılmamalıdıra… Aynı madalyonun iki yüzü: İdeoloji ve siyasetten ziyade zihniyete dair bir mesele; iktidar olmak bana hak, sana değil!

* * *

Türk halkı 'kalkınmadan ne anladığını' değerlendirmeli

Dr. Vandana Shiva → Metin Kaan Kurtuluş (T24)

Gıdanın süpermarketten alınan bir şey olduğunu düşünür hale geldiğimiz için tohumu pek umursamamaya başladık. Ancak süpermarketteki gıda ürünleri de yolculuğuna tohum olarak başlar. Eğer tohum yenilenebilirse, eğer tohum çeşitliyse, doğa da onu çeşit çeşit yenileyebilir. Ancak bir tohum tekrar kullanılabilir değil, genetiğiyle oynanmış ise gelir şehirden şirkete gider. Böylece rant olur. Bir tohuma yaptığın tek şey zehirli genler eklemekse onu nasıl yeniden icat ettiğinizi söyleyebilirsiniz? Tohum kendini üretiyor. Bir tohum ekerseniz, o size birçok tohum verecektir. Bu yüzden çiftçiler aynı zamanda besicidirler. Modern şirketlerin hedefi tohumların tekrar kullanılmasını önlemek ve ondan rant elde etmek. Bu yüzden ülkeler borca giriyor ve çiftçiler intihar ediyor. Sadece gerçek tohum çeşitlenir.

* * *

 

73
Derkenar'da     Google'da   ARA