Patronsuz Medya

Bana bir iyilik yap, iyilik yapmaktan vazgeç!

Necdet Şen - 14 Aralık 2001  


(Tek perdelik oyun denemesi)

Kişiler: Nietzsche, Koro, Ego, Süperego, Kötü Çocuk, Köpeksi Filozof

İlk ve son perde:

Perde açılır, sahneye tel çerçeveli gözlüklü, pala bıyıklı bir adam (Nietzsche) girer, seyircilere tükürürcesine söylev verir:

Nietzsche:

İyiler arasında yaşayan herkese yalan söylemeyi öğretir acıma, bütün özgür gönülleri boğunç bir havayla sarar. İyilerin aptallığı dipsizdir de ondan.

Ah bu iyiler! İyi kişiler gerçeği hiç söylemezler! Ve kötüler ne denli zarar verirlerse versinler, iyilerin verdiği zarar en zararlı zarardır!

İyilerin aptallığında dipsiz bir kurnazlık vardır.

İyiler, kendi erdemini bulanı çarmıha germek zorundadırlar!

Yaratıcıdan nefret ederler en çok, levhaları ve eski değerleri altüst edenden, bozandan, - yasabozan derler ona.

Çünkü iyiler yaratamazlar; onlar hep sonun başlangıcıdırlar.

* * *

(Alıntı: Friedrich Nietzsche - Böyle Buyurdu Zerdüşt - Sayfa:218, 234, 250)

(Nietzsche çıkar)

Koro:

Ama, niye öyle diyosuunn! İyiler niye ööle olsun kiii!
Sen ööle zannediyosuuunnn! Haksızlık ediyosuuunnn!

Ego:

(Arabesk ezgili bir şarkı söylemektedir)

Ben çok kötü bir insanım! Tanrım, kötüyüm ben! Kötüyüm!
O bana daima iyilik yapıyor ama ben onu hep kırıyorum!

Suçluyum! Suçluyum! Suçluyum!
Kötüyüm ben! Nankörüm! Küstahın tekiyim!

Onun iyiliklerini ne yapsam ödeyemem!
Ne yapsam kurtulamam bu borç duygusundan.
İyiliğiyle eziyor beni, kendimi kötü hissediyorum.
Mışıl mışıl uyuyor şimdi o, vicdan borcunu ödedi;
bense kıvranıyorum yatağımda, yok hediyelere yatıracak o kadar param;
zekâtını ödeyecek gizli suçlarım yok.

(Şarkıyı keser, konuşmaya başlar)

Bana hep hediyeler alır, doğum günlerimi asla unutmaz. Uyanır bakarım ki o çoktan kalkmış, başucuma minik sürprizler bırakmış. Randevularıma sık sık geç kalırım, hiç sesini çıkarmaz, "olsun" der, kızmaz. Ama bilirim, içten içe üzülmüştür. Eve geç gelirim, bakarım ki o pencerenin pervazında kaygılı gözlerle oturmuş, yolumu bekliyor.

Kötü Çocuk:

(Sahnede belirir)

Ah sevgilim! Ah dostum! Ah anneciğim! Ah babacığım!
Ah, anam bacım gardaşım, eşim dostum yoldaşım!
Ah, elinde görünmez kırbacıyla beni koyun gibi gütmeye çabalayan
kurnaz ve oyunbaz sığırtmacım!

Ego:

Neye ihtiyacım olsa, hemen sezer, daha istenmeden bulur getirir. Kazara "ne yiyorsun?" desem, bana da ısmarlar en pahalısından, yanlışlıkla "hangi kitabı okuyorsun?" diye soracak olsam, hemen o kitaptan bir tane de bana alır, kuryeyle gönderir. Sormasam da gönderir. Hediye vermeden duramaz.

Zil çalar, kapıyı açıp bakarım ki ışıl ışıl paketlere sarılıp renkli kurdelâlarla fiyonklar atılmış cici bir hediye paketi.

Beğendiği filme bir de beni götürür iyilik olsun diye, sıkılsam da söyleyemem, içim kabara kabara seyrederim. Çünkü o çok iyidir, kıramam onu.

Süperego:

(Ego'nun ensesinde bitiverir)

Bunda ne kötülük var?

Ego:

Yok tabii, ne kötülük olsun ki?

Çok para kazanıyor. Büyük bir holdingde ikinci müdür. Çok yoruluyor zavallı! Biliyorsun, şu sıralarda ekonomik buhran var, her ay binlerce insan kapı önüne konuyor. Ah canım, görmelisin onun neler çektiğini; bütün o insanların işten çıkarılma evraklarını hazırlamak, kimlerin işsiz kalacağına o karar vermek zorunda. Vicdan sahibi biri için nasıl bir yüktür bu bilir misin?

Süperego:

Ne yapabilir ki ama, holdingi yöneten o değil ki!

Biliyorum, sen içine sinmeyen bir işi yapmaktansa çekip giderdin ve bunun bedeli neyse öderdin, yoksulluğa göğüs gererdin yıllarca, ama onun bu kadar cesareti yok ki, o çalışmak zorunda.

Kötü Çocuk:

Herkes ekmeğini kazanmak zorunda.

Süperego:

(Kötü Çocuk'u yok sayarak Ego'ya hitap etmeyi sürdürür)

Zayıf diye kızamazsın ona değil mi?

Ego:

Lâf aramızda, cumhurbaşkanından bile fazla maaş alıyor. Fakat bankada ne kadar parası var desen, taş çatlasa yarım maaş. Bütün kazancını eşine dostuna boca ediyor. Boşandığı karısını bile o bakıyor hâlâ. Karısı olacak o kaltak da sorumsuzun, bencilin teki, çok iyi mesleği olduğu halde çalışmıyor, har vurup harman savuruyor zavallının parasını.

Ah, tıpkı kızkardeşimin kocası gibi. O da aynen öyle sömürüyor zavallı kızı! Anlatsam şaşarsın! Daha neler neler… Bir de onun yatağında başkasıyla sevişiyormuş rezil herif! Böyle iyi birine yapılacak şey mi bu?

Zaman zaman beni sinirlendiriyor onun bu ölçüsüz iyiliği. Nasıl derler, salaklık gibi geliyor. "Kendini kullandırtma!" diyorum ona, o da en mahzun bakışlarını takınıp, "ama ne yapiiym, benim yapım böyle, ben bundan çok zevk alıyorum" diyor.

Ne peki onun zevk aldığı?

Süperego:

İyiliiik!

Ah canııım! O çok iyi.

(Bir an Kötü Çocuk'un olduğu tarafa bakar, sonra öyle biri yokmuş gibi Ego'ya dönüp açıklamalar yapar)

Tamam, anladık, sokaklarda aç açık, sefil bir sürü insan, kedi, köpek, martı, karga var, ama o ne yapsıın?

O çok iyi. O kadar iyi, o kadar iyi ki, sen klâsik müzik seviyorsun diye koşar, en ön sıradan bilet alır, baklava sevdiğini bilse, sana taa Gaziantep'lerden baklava getirtir, sana leblebi almak için Çorum'a gider. Çalışmak istemeyen bir asalağa her ay birkaç maaş yedirir, hatta evdeki kedisini pirzolayla, salamla besler. Bundan daha büyük bir iyilik olur mu?

Sen eğer falanca besteciyi seviyorsan bir anda gidip o bestecinin bütün albümlerini alır, seni etkilemek için hepsinin opus numaralarını ezberler.

Tarih meraklısıysan, ossaat gider III.Sultan Palamut'un tuğrasını müzayededen inanılmaz kazık fiyatlarla satın alıp sana hediye eder. Coğrafyaya meraklıysan, National Geographic dergisine on yıllık abone yaptırır. Çok iyi biri o.

Kötü Çocuk:

Yoksullar mı? Iyyy! Sokakta yaşayan çocuklar mı? Ay ay ay! Yüreği elvermez!
Kimsesizler, düşkünler, açlar mı? Ayyyy ayyyy! Çok korkunç! Yüreği elvermez!

Süperego:

(Kötü Çocuk'u işitmemiş gibi yapar)

O çok iyidir! Çok hatırnaz!

(Ego'ya döner)

Ya sen ne yapıyorsun bu iyilikler karşısında? Hiiç! Kabalık yapıyorsun. Sen koşuyor musun sokak çocuklarının peşinden? Yooo! Kendin hassas birisin ama başkalarının da hassas olabileceğini hiç hesaba katmıyorsun. Onun sana ihtiyaç duyduğu zamanlarda bunu sezmen, orada yanıbaşında olman gerekir; hani neredesin? Hastalandığında başucunda beklemen, onun kadar değilse bile arada sırada jestler yapman gerekir; hani nerdesin?

Kötüsün sen kötüsüüün! O çok iyi!

Ego:

Merak edip dururum, sakın Polyanna nevrotik falan olmasın?

Kötü Çocuk:

(Restleşir gibi bir tonda konuşur)

Öyle ''iyiler'' tanıdım ki, aslında sevgi dilencisiydiler. İyilik onlar için bir takas nesnesiydi aslında. Satın almak istedikleri bir şeyler vardı.

Hayattan korkuyor, devekuşu gibi kuma görüyorlardı kafalarını. Gerçeği bilmek, işitmek istemiyorlardı.

Sonsuz bir sahtekârlık içindeydiler kendilerine karşı.

Onların iyiliklerinde ustalıkla maskelenmiş bir bencillik ve tahakküm algılıyordum. Hedef gözeterek, plânlar kurarak, denk getirerek ''iyilik" yapıyorlardı.

Muhatabından beklenen tepki gelmezse bir daha bir daha bir daha yapıyorlardı bu iyilikleri. Taa ki sen "yeter, bana bu kadar iyilik yapma" diyene kadar. Böyle dediğinde de çok şaşırıyorlardı.

Çocukluktan çıkıp yetişkinler dünyasına adım atmak istemiyorlardı bir türlü. Ayşegül kitaplarından farksızdı onların hayat tasvirleri.

Ne kendini sorguluyor, ne de sorgulayanları anlamak istiyorlardı. Noel Baba kılığıyla ortalıkta dolanıyor, dokunsan ağlayacak kadar narin, Külkedisi kadar hassas, Peter Pan kadar sevimli, Pamuk Prenses kadar yumuşak huylu, gözüne sokarcasına meleksi… Bu kartpostal duyarlığıyla bağdaşmayan bir söz edecek olsan, öyle bir bakıyor ki yüzüne, densizliğinden utanasın geliyor.

Sen bir haksızlığa tepki gösterdiğinde o bunu kavgacı biri oluşuna yoruyor, utangaç birkaç sözcükle, ısırıcı cümleyi başlatıp yarım bırakıyor. Hem söylüyor hem söylemiyor. Bir tek anlam çıkıyor o kırık dökük, her tarafa çekilebilecek kaçamak sözlerden: Gene kabahatli olduğun.

Ortaya narin ve terbiyevî bir suçlama atıyor, sonra çekiliyor camdan sarayına, melekler kadar masum ve kelebekler kadar kırılgan, senin kuduruşunu, köpürüşünü, masumiyetini anlatmak için çırpınışını izliyor. "Ne demek istedin?" diye soracak olsan iyice kabuğuna büzülüyor. Ürkek bir serçe sanki, kırıldı kırılacak. O içine çekilip alttan aldıkça sen kendini haydut gibi, pislik gibi, bok gibi, eşşek oğlu eşşek gibi hissediyorsun. Asla sana "öyle değilsin" demiyor, "öylesin'' de demiyor; seni karabasanlarınla başbaşa bırakıp, tülden elbisesi ve başının üstünde parıldayan halesiyle can çekişmeni izliyor.

Onunla olan ilişkilerinde ne yapsan çaresizsin. Hiç bir zaman eşit bir ilişki kuramadığını hissediyor ama bunu sözcüklere dökemiyorsun. En inanarak yaptığın ve en iyi anlatabildiğin davranışlarını bile onun karşısında savunmaktan acizsin.

Onun her nasılsa doğuştan bildiği ama senin öğrenmemekte inat ettiğin kendini ezdirerek İKTİDAR kurma erdemi'nin saltanatını sürüyor iri iri bakan gözleriyle.

Sana haksızlık edildiği duygusuna kapıldığın oluyor ama o, öylesine mağdur bir konumda görünüyor ki, masumiyetini kendine bile anlatmaktan acizsin; çünkü elinde hiç bir sağlam açıklaman yok.

Zaten açıklama nedir anlamak istemeyene karşı?

Açıklaman olsa ne çıkar? Sorular sorsan ne yazar? Cevap vermez ki. Sadece yaşardı yaşaracak boncuklaşmış gözlerle bakar yüzüne, kendinden iğrenesin gelir. O güne kadarki tüm hayat tecrübenden, zekândan, sağduyundan, sapla samanı ayırabilme hasletinden kuşkulanır, filmi başa sarar bi daha bi daha bi daha düşünürsün "acaba sahiden haksız mıyım, sahiden kötü müyüm?" diye. Allak bullak olur, neden öyle olduğunu anlayamazsın.

O hep mağdur ve hep mutsuzdur ve bundan nedense hep sen eziklik duyarsın.

Seni mesafeli olmakla suçlar, iğneler, yakınır. Hep bir beklentisi vardır karşılanamayan; ama iletişimsizliğin aslında onun bir birey olarak seni, bakış açını, yaptığı suçlamalara verdiğin yanıtları yok sayıp işleme koymamasından, kendi kendisiyle yüzleşmemesinden, her türlü maskesiz tutumu kaba ve densiz bulmasından, onun masalsı veri tabanıyla seninkinin uyuşmamasından kaynaklandığını anlatamazsın.

Hayat, aslında bir 6-12 yaş grubu masalıdır onun için ve sen bu masalsı atmosferde nefret saçan bir karga burunlu büyücü gibi dolanırsın.

Süperego:

(Kötü Çocuk'u yok sayarak soruyu Ego'ya sorar)

Bu kadar kibar ve bu kadar verici birinin ne gibi bir kötü niyeti olabilir?

Ego:

(Kötü Çocuk sanki kendisiymiş gibi suçluluk duygusuna kapılır)

Estağfurullah… Öyle demek istememiştim… Valla özür dilerim. Niyetim… Valla masumum… Ben ne yaptım ki şimdi gene?

Gene ne pot kırdım?

Köpeksi Filozof:

(Başından beri orada olduğunu ancak konuşmaya başladığında farkederiz)

Sadece sesli düşünüyorum:

Hımmm… O korkuyor.

Hımmm… Yalnız kalmaktan, sevilmemekten, yemeğini tek başına yemekten, tek başına uyumaktan, rencide edilmekten, itilip kakılmaktan, çaresiz çözümsüz olmaktan, hastalanmaktan, ölmekten, köpek havlamasından, böcekten, mikroptan, hayaletlerden, karabasanlardan, sesten, sessizlikten…

Hımmm… Bir insanın -dahası, belki hayvanların- doğal olarak korktuğu her şeyden korkuyor, ama ölesiye korkuyor. O kadar ki, kişiliğinin temel direği olmuş artık bu korku, başka hiç bir konuya odaklanamıyor.

Hımmm… Sorunlar değişebiliyor, ama onun mütemadiyen arıza sinyali veren hali hep aynı. Kötü biri değil o. Zayıf biri. Üstü örtülü bir imdat çağrısı aslında onun yardımseverliği.

(Sahne dışından bir tartışma duyulur, herkes kulak kabartır)

Beni kurtar! Beni kurtar! Beni kurtar! Beni kurtar! Beni kurtar!

Kimden?

Kendimden!

Hımmm…

Suçlusun! Suçlusun! Suçlusun! Suçlusun! Suçlusun! Suçlusun! Suçlusun!

Ama neden?

Benimle yeteri kadar ilgilenmiyorsun!

Kötü Çocuk:

(Ego'nun tepesine dikilir)

Ne halt edersen et, kendini onun karşısında sokak iti kadar ezik ve kıstırılmış hissetmekten kendini alamıyorsun. O da belki tam da bunu arzuluyor. Korkularını hafifletebilmek için senin bağımlılığına ihtiyaç duyuyor.

Seni kendisinin yapabilmek için önce o senin kölen olur, paspas olur ayaklarının altında.

Sonra sıra ona gelir.

Sana ait bir hayatın olamaz. Sonsuz alttan alışı ve sonsuz cömertliğiyle senin hükümdarındır artık. Kim olursan ol, diyetini ödeyemeyeceğin kadar büyük bir bağımlılığın esiri olursun.

Ücretin neyse ödeyip satın almıştır seni.

Köpeksi Filozof:

(Boşluğa konuşur)

Öyle iyiler tanıdım ki, onların iyiliklerinde asap bozan bir iğretilik ve tahakküm algılıyordum.

Kendilerine ve hayata karşı körü körüne bir aldatmaca içindeydiler. Pastalarla kaplıyorlardı ormandaki kulübelerinin duvarlarını, ama az ötede açlıktan kıvranan insanları her nasılsa göremiyorlardı.

Hayatı sorgulayanlardansan, masallara ve ''sevelim sevilelim'' klişelerine karnın toksa, uzak durman gerekiyor bu iyilik perilerinden.

En başta annenle ve babanla, dostunla, ulusunla, ideolojinle, tanrınla arana sıkı bir mesafe koyman gerekiyor. Oradan başlıyor bu arızanın ilk kıvılcımı.

Unutma, "evlâtlar anne ve babalarına hayatı zehir etmedikçe kendi hayatlarını yaşayamazlar" demiş vaktiyle düşünen biri. Lânetlenmeden kendin olamazsın.

Kendi başına ayakta duramayan, yalnızlığa (yani kendine) katlanamayan, mutlaka abanacak birini arayan ve bulan insanlarla arana bir lokma ironi mesafesi koyman gerekiyor.

Barınak aramamalı ve hiç bir sinsi tahakküme barınak olmamalısın.

(Köpeksi Filozof, Kötü Çocuk, Koro, Süperego sahneyi terkeder, Ego sahneden ayrılmadan önce kendi kendine konuşur)

Ego:

Biz ne zaman var olduk da hayata fırlatıldık?

Bütün basamakları birer birer mi çıktık? Ölçüp biçip, karara bağlayıp da kapattık mı bütün eski defterleri? Yoksa kapağını mı kapattık fokurdayan kazanın?

Hangi sözcüklere, hangi seslere, hangi kokulara aç, neye karşı zayıfız, durup bunları düşünecek vaktimiz var mı?

Büyüdüğümüzü varsayıyoruz, ama nedir ağzımızdaki bu süt kokusu?
Nedir hiç doyurulamayan bu ihtiyaç?

Her dönemeçte yeni yeni anneler ve babalar çıkıyor karşımıza;
numara bildik eski numara: İYİLİK ve LÜTUF.

O nedenle soruyorum bütün saflığımla,
etrafımda iyilik meleği gibi dolanan dostlarıma:

"Büyükannee, senin dişlerin neden o kadar sivri?"

Yorumlar

Bu yazının altında neden hiç bir yorum yok acaba?

Çok fazla "gerçek" olduğu için olabilir mi? Hemen herkes kendinden bir parça bulduğu için olabilir mi peki?

Hepsi olabilir. Olmayabilir de.

Ama şu var ki evet, sevgi dilenciliği de "iyi" rolü oynamak için bir sebeptir.

Gerçekten iyi olmakla rol icabı iyi olmak arasında fark vardır elbette. Hoş iyiliğin gerçek tanımı nedir? Ben hiç bulamadım bunu.

Ailesine ya da ondan birine elindeki tüm olanakları sunan biri, kalan herkese kan kusturuyorsa bu adam iyi midir kötü mü? Yoksa "iyilik" diye sergilediği şey kendi egosunu besleyebilmek için oynadığı tehlikeli bir oyun mudur?

Sadece egosu (kendi tatmini) için değil, gerçekten iyi olmak için "iyi" olmaya çalışmak kolay mıdır? Değildir her halde.

Yapan var mıdır? Ben çok rastlamadım.

Kendi kendine sınav konusu, otur çöz. Çözebilirsen.

Derkenar'dan öğrenecek ne çok şey var yahu. Ne sürprizler barındırıyor.

Kaçırmak ne büyük hata.

Korhan Baran - 24 Nisan 2013 (19:30)

Sayın Baran, bu yazının yazıldığı 2001 yılında Derkenar'da yazılara yorum yazma özelliği henüz yoktu, ondan yazılmamış olabilir.

Bir diğer olası neden de, okurlarımızın çoğunlukla sadece ana sayfadaki "taze" yazılara teveccüh gösterip, arşivdeki "bayat" yazıları pek okumuyor oluşu olabilir.

Benim bile sonuna kadar okuma sabrını gösteremediğim bu amatör tiyatro eserini okuyup, bir de yorum yazmış olmanız büyük bir incelik. Yazar adına teşekkür ederim.

Büdütör - 25 Nisan 2013 (14:08)

Ben Derkenar'da bir kaç yazısı yayınlanmış bir kişi olarak her yazıyı taze bayat diye ayırt etmeden okumaya çalışıyorum. Her birinin lezzeti ayrı. Medya ve webdeki kirlilik arttıkça Derkenar'ın kıymeti katmerleniyor.

Bu biraz şey gibi. Seri üretim, teknoloji harikası arabalar aldı yürüdü, ama bir 65 Mustang, bir 57 Chevy, bir Bugatti'nin yerini tutmazlar.

Zaman geçip de sonradan keşfetmek yerine şimdi farkına varıp keyfini çıkartmak çok daha önemli.

Korhan Baran - 25 Nisan 2013 (19:40)

diYorum

 

Necdet Şen neler yazdı?

65
Derkenar'da     Google'da   ARA