Patronsuz Medya

Hayata vurgun bir balıkadam: Dalgıç Kadir

Bülent Karaköse - 27 Aralık 2013  


güzel adam, can adam, sevgi adam, balıkadam
sen gittin, daha da ıssız kaldı bu adam.

Bazen anlattıklarında tekrara düşerdi, ama gözlerindeki yaşama sevincini, telâşını, hırsını, coşkusunu görebilmek için sıkılmadan, bıkmadan dinlerdim onu…

Dalgıç'ın heyecanla anlattıkları sadece denizlerde, sokaklarda yaşadığı ilginç maceralarla sınırlı değildi. Gemilere olan tutkusundan da söz ederdi sık sık. Ertuğrul Firkateyni'nden, Yavuz Zırhlısı'ndan, Midilli'den, Hamidiye'den, Mesudiye'den, Dumlupınar'dan… Her birini aşklarıymış gibi dillendirirdi her defasında. Yavuz Zırhlısı'nı, çekildiği tersanede parçalanıp jilet yapıldığı güne kadar ziyaret ettiğini, içinde gezindiğini övünçle anlatsa da, içi burkulurdu hep…

Dalgıç Kadir'i eski Galata Köprüsü altında tanıdığımda, hayat denizinin sersemleten azgın dalgalı sularında kulağına kar suyu kaçmış balıklardan farksız çırpınıp duruyordum…

Daha askerlik kâbusunu üzerimden atamadan, sırılsıklam âşık olduğum insan tarafından terk edilmiş, üstüne, bir de dost kazığı yemiştim…

Dalgıç'a, özel hayatımda yaşadığım sıkıntılarımı anlatmamıştım hiç. Genç, tecrübesiz ve arayış içindeydim… Boşluğa düşen çoğu genç insan gibi ben de teselliyi içki kadehlerinde arıyor, zaman zaman içtiğim yerde sızıp kalıyordum. Sızıp kaldığım yer kimi zaman ucuz bir barın kirli masası, kimi zaman bir parkın bankı, kimi zamansa barındığım evin sokak kapısının önü oluyordu…

Dalgıç, kendime gelinceye kadar bir asker gibi başımda nöbet tutardı. Kendime geldiğimi gördüğündeyse, kalın kaşlarının altındaki gözlerine hınzırca bir tebessüm düşürür, benle dalga geçercesine ezberindeki marşları, çok sevdiğim Erkin Koray şarkılarını ardı ardına sıralardı. İyice neşesi arttığındaysa, denizkızlarıyla yaşadığı aşklardan en az bir tanesini anlatır, gitmeden, derin anlamlar içeren, nasihat tadında özlü bir söz söylerdi. Bu sözler çoğunlukla kendi uydurmalarıydı, ama bazen beni en zayıf yerimden yakalardı.

Dalgıç'ın, "Gurbet diyarında bulacağın dostun, felâket pazarında kulağı bükülmüş olsun" sözü, kulağımda hâlâ küpedir.

Tecrübelerimden bilirim. Sokak insanları kolay dillendiremez içlerindeki sevgilerini. Çoğu, sevgilerini yüreklerinin derinliklerinde yaşatır, ama bu duygularını zaman zaman tutum ve davranışlarıyla çok iyi ifade ederler…

Dalgıç Kadir'in beni ne kadar sevip değer verdiğini anlamam onun için külfetli olsa da, benim için zor olmadı. Soğuk bir kış gecesi fena halde alkole bulanmıştım yine. Dalgıç Kadir yaşına başına aldırmaksızın, külçe gibi ağırlaşan sarhoş bedenimi karanlık sokaklardan, yaşadığım evin oda kapısına kadar sırtında taşımıştı…

Gençliğimizle birlikte yanıp kül olan eski Galata Köprüsü'nün yadigârı olmasından öte, dürüstlüğüne, insancıllığına, su katılmamış saflığına, yüreğinin temizliğine ve dostluğuna inandığım sıra dışı bir sokak adamıydı Dalgıç Kadir…

Bir mesleği olan, geçimini dalgıçlık yaparak sağlayan bir balıkadama 'sıra dışı bir sokak adamı' demek kulağa tuhaf gelse de, o, sıra dışı bir sokak adamıydı gerçekte. Sokak adamlığı, yokluktan yoksulluğundan değil, balık adamlığı gibi, onun özgür ruhunun, özgür iradesinin bir seçimiydi… Onu, gözümde diğer sokak adamlarından ayıran, sıra dışı ve değerli kılan, hayatı boyunca pişmanlık duymadığı bu seçimleriydi…

Zorunlu olmadıkça, Eminönü'nün ucuz otellerine gitmeyip, Haliç'te ıskartaya çekilmiş teknelerde, balıkçı barınaklarında ya da sahil parklarının çimlerinin, banklarının üstünde sürdürdü hayatını; bir çift palet, bir şnorkel ve bir oksijen tüpüyle…

Evlenip çoluğa çocuğa karışmadı. Kiralarla, vergilerle, faturalarla, kredi kartı borçlarıyla boğuşmadı. Ev, araba ve yazlık alma hayali ile hırsla çalışıp dünyalık yapmadı. Emekli olup, bir köşeye çekilerek korkulu gözlerle ölümünü de beklemedi Dalgıç Kadir.

Böylesi bir "hayatın içinde" var olmak, hayata vurgun bir dalgıcın, yani Dalgıç Kadir'in işi değildi.

O, hayatın en derininde olmalıydı, ama dibe vurmadan. Dibe vurmuş hayatlarla aynı şarkıları söyleyerek; karşılıksız, tuzunu, ekmeğini ve şarabını bölüşerek, ama dip dalgalarına kapılmadan…

Uyurken, kel başını bir sokak kedisinin tüylü sıcak göbeğine koymalıydı. Günlük kazancının yarısını sokak kedileriyle paylaştığından değil; kedilerle aynı rüyaları görebildiği için, kedilerle aynı asil ruha sahip olduğu için…

Hayatın en derinindeydi Dalgıç Kadir, yani hiç birimizin cesaret edemediği yerdeydi…

O yerde cesaretle yaptığı işlerden biri de cesede dalmaktı…

Cesede dalmak… Bu deyimi ilk kez Dalgıç Kadir'in ağzından işittiğimde irkilmiştim…

Denize düşüp boğulan insanların cesedini bulup çıkarmak her dalgıcın yapmaya yanaşmadığı bir işti. Mavi Marmara'nın, akıntılı Boğaz'ın ve kirli Haliç'in sularını avucunun içi gibi bildiğinden, Galata Köprüsü altında aranan birkaç adresten biriydi Dalgıç Kadir…

İşini benimsese de, yaşını başını almış bir dalgıç için cesede dalmak kolay bir iş değildi. Başka hiç bir yerden geliri yoktu ve işini yapmak zorundaydı. Cesede daldığı günlerin gecesinde, yaşadığı zorlu günü unutabilmek için alkole biraz fazla sarılsa da, esprisinden, neşesinden bir şey yitirmiyordu.

Bir gün, Köprüaltı'ndaki sık buluştuğumuz mekâna elinde bir gazete parçasıyla gelip, "Bülent, bak gazeteye resmimi basmışlar" diyerek heyecanla göstermişti. Fotoğraf trajikti; ayağından tuttuğu, bedeninin yarısı suya gömülü bir cesetle yan yana bir poz vermişti. Ama Dalgıç'ın pozunda, zafer kazanmış bir savaşçının çalımı vardı. Dalgıç'a takılmak için, "Cesetle 'İstanbul Hatırası' çektirir gibi poz vermişsin" dedim. Dalgıç rakısından bir fırt çekip, yüzündeki hınzır gülümsemesiyle cevabını geciktirmemişti: "Olay İstanbul'da geçiyordu, ondan öyle poz verdim."

Yalnızlığının şiirini Haliç'in karanlık sularına yazsa da, gülen aydınlık yüzünü sevenleriyle paylaştı hep. Dalgıç'ı tanıma şansı bulmuşların onunla yaptıkları sohbetlerde yüzlerindeki tebessüm eksilmedi hiç bir zaman.

Haliç'te, ıskartaya çekilmiş bir yolcu teknesinde kedileri ve ördekleriyle uyurken, yattığı yerden telâşla uyanmış bir gece. Tekne sarsıntılar içinde bir oraya bir buraya savrulup duruyormuş. Deprem olduğunu kısa sürede fark etmiş. Paniklemeden, yattığı yerde salâvat getirip, bildiği üç beş duayı, sureyi ardı ardına sıralayıp okumaya başlamış. Sarsıntı, hızını artırarak devam etmiş. Dalgıç Kadir kendi kendine, "Bu sarsıntının, dualarla mualarla duracağı yok, ben en iyisi tez elden postumu kurtarayım" diyerek, kedilerini, ördeklerini kucaklayıp tekneden dışarı atmış kendini…

Haliç'in karanlık sularının, Boğaz'dan geçen yunusların, koynunda uyuyan sokak kedilerinin, Marmara Denizi semalarındaki martıların dilleri olsaydı, nasıl tarif eder, kim bilir nasıl anlatırlardı Dalgıç Kadir'i, bilmiyorum; ama eski Galata Köprüsü'nün usta şairlerinden dostum Turgut Toygar 1994'de yazdığı "Gece Valsi Balık Adam" isimli şiirinin dizelerinde onu çok iyi anlatır:

"ucuz otel odalarıdır
denizlerin en derin yeri
soğuk, kabarmış duvar kâğıtlarıyla
ucuz şarap odaları
fak kurar
başlatır şehrin vurgunlarını
o büyük utkunun çevreni başında
mercan sokakları şaşırtır
köprüaltı definelerini taşır gözlerinde
böyle şaşırtır yani eski hanların kapılarıyla
şaşırtır anıları
şiir biçiminde
yılkı ayyaşlar biçiminde
şapkasının tereğinde
fırtına kartalının tüyleri
yunusların kokusuyla koltuk altlarında
ki bunlarla şaşırtır şahinleri
haliç defineleri
sarayburnu defineleri
şahin gözleri, şnorkel, nargile ve marjine
işte bunlarla başlatır şehri uyandırmadan
şeytana kırmızı kurdelâlar yakıştırarak
başlatır yunusların şarkısını."

Her insan bir kelebek narinliğinde apansız hayatınıza konuvermez. Konuverenler ise size hiç bir zaman yük olmaz, zarar vermezler. O yüzden, onları rahatlıkla sever, varlıklarından hoşnut olursunuz… Dalgıç Kadir bir tek benim hayatıma değil, Deli Tamer'in, Gül'ün, Nurdan'ın, Yükselika'nın, Ayfer'in, Şair Sefa'nın, Piç Gökhan'ın, Arap Râkif'in, Kemancı Zeki'nin, Neva Gökhan'ın, Taki'nin, Funda'nın, Tina'nın, Ömercan'ın, Avukat Toraman'ın ve yolu Eski Galata Köprüaltı'ndan geçmiş şairin, yazarın çizerin, gönlü serserinin hayatına da bir kelebek narinliğinde apansız kondu…

Yüreğinin temizliğini, su katılmamış saflığını, insancıllığını ona yakından baktığımızda gördük. O yüzden ona, nereden gelip nereye gittiğini asla sormadık, sorgulamadık. Zaman içerisinde onu hayatımızın önemli bir parçası yapıp, gözümüz gibi sakındık, sahiplendik. Kucağımızda son nefesini verdiği ana kadar, onu yüreğimizle her dem yüceltip, sevgimizle koruduk.

Tıpkı onun, sokak kedilerini sahiplenip sevdiği gibi…

Yorumlar

Sevgili Bülent, yazılarını okurken rahmetli kardeşim Ali Türkan'ı da yâd ettim bol bol. Onun yazılarında gördüğüm ve sevdiğim bazı şeyleri senin yazılarında da gördüğüm için olabilir:

En acı olayların içinden bile tebessüm edilebilecek ayrıntılar bulup çıkarma, canını acıtmış kişilerden bile bağışlamış bir dille söz etme, fiyakalı cakalı öykülere ve kişilere değil, hayatın kıyısında köşesinde kalmış, ezik, yenik, ama sapına kadar sahici insanlara ve onların öykülerine odaklanma… Ve tabii ki su gibi akıp giden bir dil.

Otuz yılı aşkın zamandır tanıdığım, sevdiğim, ama yazılarını okudukça "aslında ne kadar az tanımışım" dediğim, zengin ruhlu arkadaşım, bizimle paylaştığın öyküler için sağol.

Necdettin Tarator - 29 Aralık 2013 (12:52)

diYorum

 

78
Derkenar'da     Google'da   ARA