Patronsuz Medya

Derya'da Boğulan Anılar

Bülent Karaköse - 16 Ekim 2015  


Geçtiğimiz haftalarda aramızdan ayrılan meslekdaşım, dolayısıyla arkadaşım sevgili Derya'nın ardından internet medyasına düşen bir iki garabet makaleyi okuduktan sonra içimi öfkeyle karışık tarifsiz bir hüzün, tarifsiz bir keder kapladı.

Derya'nın aramızdan erken ayrılışına mı üzüleydim, yoksa onun ardından yazılan ve söylenen ipe sapa gelmez sözde edebi gevezeliklere mi sinirleneydim, bilemedim:

"Bizim Derya Hintliymiş, ama biraz da Hippi imiş… Dervişmiş, ama bi o kadar da Anarşist imiş… Bizim Derya, yoksulluğuyla ölümcül boğuşması neşesini hiç bozmamış… Yemek bulamaz ama koşa koşa gider çizermiş… 'Aç' imiş… miş miş miş… mış mış mış…"

Ağzım kusamadığım küfürlerle doldu, kafamın içine karanlıklar çöktü. Yattığım yerden kalkıp, barındığım küçük odanın içinde dört dönerek kendi kendimle konuşmaya –buna sayıklama da denebilir- başladığımı geç de olsa fark ettim. Deşarj olmak için, biraz da, sayıklamalarımın boşlukta uçup kaybolmamaları için, aklı başında bir iki dostu arayıp konuşmaya yeltendim. Derya için özensizce seçilen kelimeler, fütursuzca kurulan cümleler aklıma gelip gittikçe, konuşamayacak kadar boğazım düğümlendi. Vazgeçtim dostları aramaktan.

Boğaz düğümlenmesi yaşadığım durumlarda ılık bir duş, ardından da uzun bir yürüyüş beni bir nebze olsun sakinleştirdi hep. Öyle yaptım.

Birkaç gün geçmiş, ruhum sükûna ermiş, sakinlemiştim.

Kesin kararlıydım; susacaktım. Derya ile ilgili yazılan pejmürde yazıları içime gömüp, sessiz kalacaktım. Daha sonraki günlerde, meslekten olan yakın bir dostumla bu konu hakkında uslu uslu hasbıhâl eylemiş, bu boktan sıkıntılı mevzuyu paketleyip kafamdaki rafa kaldırmıştım ki, Derya'yla ilgili, daha önce yazılanlar kadar düzeysiz, saygısız ve bir o kadar da samimiyetsiz, gramer yoksunu gereğinden fazla uzun bir makale daha sökün etmişti internet medyasına:

"… Derya… Yoksulmuş ama kimseye belli etmemeye çalışırmış… Scanner'i olmadığından çizimlerini çalıştığı dergiye elden teslim edermiş… Bedelli parasını rahmetli ağabeyi ödemişmiş… Kavunlu dondurmayı çok severmiş… Böreklerden en çok peynirliyi sevse de sebzeli börekleri de yermiş ama mantarlı böreği asla es geçemezmiş…"

Sevgili Derya,

Seninle ilgili yazılanları okudukça ne ılık bir duş, ne de uzun bir yürüyüş beni kendime getirmeyecek biliyorum. Bu ılık sonbahar yağmurlarının altında günlerce kalsam da, kilometrelerce koşsam da eminim, sana yazmaktan başka hiç bir şey beni sakinleştiremeyecek.

Ruh halimi tarif etmekte zorlansam da, senin için inciler döktürenlerin nasıl bir ruh halinde olduklarını bilsem de, onların neyin yoksunluğunu, neyin yoksulluğunu çektiklerini anlayabilmiş değilim.

Medar-ı maişetlerinin yazarlık, senin ise onların en yakın dostun olduğunu iddia eden edebi dil ve gramer fukarası bu kabzımallar senin için yazdıklarıyla, söyledikleriyle bana ikidir fena ayar verdiler.

Şu üç günlük dünyada hiç kimseye haksızlık etmek istemediğim gibi, bu ölü sevici edebi dil fukaralarına da haksızlık etmek istemem doğrusu. Daha kırkın çıkmadan, senin için sorumsuzca kaleme aldıkları sözde 'portre-anı' yazılarında her ne kadar karikatüristlikle süsleme sanatçılığını -ne demekse- karıştırsalar da, kimse senin çizerliğine toz kondurmadı. Senin ne kadar terbiyeli, nazik, saf, temiz, beyefendi bir anarşist Hintli olduğunu, ne kadar alıngan, kırılgan, ince hassas bir ruh haline sahip bir Hippi olduğunu da yazdılar. Parasızlıktan çizimlerini Cihangir'de hangi dükkâna konsinye bıraktığını, hangi dergiden kaç para aldığını da yazarak -sağ olsunlar- iyi kötü biz fanilerin merakını da giderdiler. Askerdeyken bir hafta boyunca tuvalete çıkamadığını, kabız olduğunu da senin için yazılan muhteşem 'portre-anı' makalelerinde okuyup aydınlandık. Az kalsın unutuyordum; sen askerliğini Serdar Ortaç'la yapmışsın; bak, bunu bilmiyorduk. Serdar Ortaç kalabalıkta yatamadığını sebep göstererek psikiyatri raporu almış, kendisine ayrı oda tahsis edilmesini istemiş ve sen de, "Serdar Ortaç askerliğin hakkını vermedi" demişsin.

Ayrıca, kimi zaman neredeyse açlık derecesinde zorluklar çektiğini ve dergilerden aldığın ücretlerin ev kirasına bile yetmediğini, ama sen bu durumu en yakınındakine bile hissettirmediğini de, senin ardından yazılan makalelerden öğrendik.

Kısacası sevgili Derya; bu 'sığ' kafalı yazar müsveddelerinin senin ardından sana yakıştırdıkları ucube sıfatlara aldırmadım. Hatta biraz da komik geldi, gülümsedim. Ancak, senin ne kadar, saf, alıngan, kırılgan, ince ve hassas ruh haline sahip sanatçı bir dost olduğunu bildikleri halde, imtina ettiğin, yaşarken kimseye hissettirmemeye çalıştığın, sadece ve sadece dostlar arasında kalması gereken mahrem'ini, 'özel'ini ve 'giz'ini' dillerine pelesenk edip, sorumsuzca yazıp dünya âleme duyurmalarına fena içerledim.

Ölüden nemalanmak mı dersin buna bilmem, ama görünen o ki, kendilerini yazar sanan kifayetsiz muhterisler, seninle paylaştıkları iyi kötü anılarına ihanet, defterini kapattığın elli üç yıllık hayatına, sevenlerine, arkadaşlarına, ailene, akrabalarına, sevgililerine, yoldaşlarına, meslekdaşlarına ise çok ayıp ettiler.

Aklıma, 2003 yılında, acı bir trafik kazası sonucunda yaşamını kaybeden Rafet Ekiz geldi Derya. "Bir derdiniz yoksa sanatla uğraşmayın" diyen, "Sanat benim dinimse, resim de ibadet şeklimdir" diyen ressam Rafet Ekiz.

O da ölümünden sonra seninle aynı talihsizliğe uğramıştı.

Ressam Rafet Ekiz'in ardından da bazı yazar dostları, sanatçı arkadaşları ve yakınları kaleme aldıkları kısa metinler, köşe yazıları -birkaç makale dışında- senin için yazılanlar kadar çirkin ve içler acısıydı. Rafet Ekiz'in sanatından, sanatçı duruşundan bahsetmeleri gerekirken, Rafet'ten yedikleri dayakları ballandıra ballandıra yazıp Rafet'i şereflendirmiş, Rafet'in deliliklerini anlatmış, Rafet'in, rakıları susuz içişine olan hayranlıklarından dem vurmuşlardı yazılarında.

Bunları sana teselli olsun diye yazmadım sevgili Derya; aynı huzursuzluğu, o günlerde Rafet'le ilgili okuduğum makalelerde de yaşamış, kendi kendime söylenmiştim.

Sevgili Derya, birkaç dergide birlikte çalışmamıza rağmen, onlarca ortak dostlarımızın varlığına rağmen, yıllarca aynı semtte ikamet etmiş olmamıza ve hatta aynı güzergâhları kullanmamıza rağmen seninle ile yollarımız pek kesişmedi desem, abartmış mı olurum, bilmiyorum. O yüzden, senin ile ilgili anlatacağım öyle dişe dokunur pek bir anımız da yok. Ancak, şu satırları yazarken, sanki sesin kulağımda çınlar gibi oldu:

"Sevgili Bülent, yazsana, İstanbul'a, koltuğumun altında bir dosya dolusu karikatürle geldiğimde tanıştığım ilk karikatüristin sen olduğunu."

Hep ışıklar içinde ol arkadaşım. Karanlıklar içindeki bizlerin, bu günlerde sizlerin ışığına çok ihtiyacımız var.

Yorumlar

Derya'yı geç tanıdım, dahası, ara sıra gördüğüm o güzel çizimlerin onun olduğunu ölümünden sonra fark ettim. Ama kaderi Rafet Ekiz'e pek benzemedi. Rafet 10 günün üzerinde hastane morgunda bekledi. İkisi de Giresunlu idi. Tanıştıklarını pek sanmam. Yine de dostları, Rafet'in vefatından sonra bir kitapla andılar onu. "Alacalı Bir Ressamın Paletinden: "Rafetçe" diyerek.

Umarım Derya için de böyle bir güzellik düşünülür.

Gökhan Akçiçek - 18 Ekim 2015 (02:53)

Derya'nın kaderinin ressam Rafet Ekiz'e benzeyip benzememesinin, ayrıca, Rafet Ekiz'le tanışıp tanışmamasının ne gibi bir önemi var, anlamadım doğrusu.

Neredeyse çocuk denecek yaşta iken tanıştığım ressam Rafet Ekiz ile ilgili eksik ve yanlış bilgiye sahipsiniz; düzeltmekte yarar görüyorum:

Rafet Ekiz Giresunlu değil, Samsun Termeli'dir.
Rafet Ekiz'in ardından bir değil, iki kitap yayımlandı.

Birincisi, Vecdi Çıracıoğlu'nun derlediği "Rafetçe: Bir Ressamın Alacalı Paleti" isimli kitap, ikincisi ise, sizin de bahsettiğiniz gibi, 2013'te kardeşi Turgut Ekiz'in derlediği "Rafetlik: Paletlerin Bilge Serserisi" isimli kitap. Her iki kitabı da zamanında okumuştum.

Rafet ile ilgili derlenen birinci kitapta, yazımda da belirttiğim gibi, Rafet Ekiz'le ilgili yazılanlar pek iç açıcı şeyler değildi. Altı yıl sonra derlenen ikinci kitap, birincisine nazaran daha iyi derlenip toparlanıp yayımlanmıştı.

Bülent Karaköse - 18 Ekim 2015 (12:25)

Ne şahsen tanıdım, ne de hakkında detay bilgim vardı. Ben onun geniş arka planlı, detay karikatürlerinin hastasıydım. Yolda giden bir otobüs çizerse, içine tıka basa adam çizer, hepsine yüz ifadesi yerleştirir, arka planda ormanını, denizini, bulutunu unutmaz seyretmeye doyulmaz bir tabloya dönüştürürdü. Bir miting meydanı çizse oturup kaç farklı yüz ifadesi çizmiş diye tek tek bakmak isterdim.

Her gidenin ardından söylediğim gibi. Yerinde rahat etsin, huzur içinde yatsın.

Ahmet Faruk Yağcı - 19 Ekim 2015 (16:31)

Derya Sayın ile Rafet Ekiz'in sonları aynı olmadı derken, vefatlarının aynı kaderi paylaşmadığını kastetmiştim. Malumunuz Rafet'e 14 Temmuz 2003'de, Taksim'de bir gece yarısı araba çarpmış ve kaldırıldığı hastanede ölmüştü. Ama sahibi çıkmadığı için 13 gün hastane morgunda kalmıştı cansız bedeni. Çünkü kardeşleri bir yerlerden çıkar gelir sanıyorlardı. Hatta üzerinden çıkan kimlikte, doğum yeri olarak Giresun Alucra yazması ve o ilin nüfusuna kayıtlı olması nedeniyle -hastane Alucra'yı aramış- Alucra'daki sanattan bîhaber yetkililer "öyle birini tanımıyoruz" demişler.

Yine malûmunuz, Rafet'in cenazesi kimsesizler mezarlığına kaldırılmaya ramak kala sahiplenilmişti. Bu acıdan iki değerli sanatçının finali farklı olmuştu.

Bülent Karaköse'nin duygularını gayet iyi anlıyor ve paylaşıyorum. Kaybedilen bir arkadaşın ardından yazılan özensiz yazılar, tabii ki kaybedilenin hatırasını zedeliyor. İki benzersiz sanatçı da Giresunlu'dur.

Rafet Ekiz'in ailesi Giresun Alucra'dan Samsun Terme'ye daha sonra da Samsun'a yerleşmişlerdir. Şöyle ki, Rafet hakkında 2013'de bir yazı kaleme almıştım. O yazı için yaptığım kaynak taramasında sadece V. Çıracıoğlu'nun "Rafetçe…" kitabı vardı piyasada. Rafet'in dizi oyuncusu olan kardeşi Turgut Ekiz'in çıkardığı kitap, o günlerde satışta yoktu sanırım.

Neyse, sadece bir bilgiyi teyit için yazıyorum, Rafet Ekiz Giresun Alucralı bir ailenin oğludur. V. Çıracıoğlu'nun anma kitabının iki yerinde, Alucralı olduğu belirtilmiştir. "Rafetçe"nin 271. sayfasında Tuğrul Selçuk ve 331. sayfasında Yaşar Miraç, bu durumu teyit ederler. Ve o yazım "Bir Rafet İkiz Vardı-Edebiyatımızda Alucra-4" başlığıyla, 2013 de artshop'dan çıkan "Uykusuz Sular" kitabımda yer aldı.

Derya Sayın'ı ve hatırasını unutmamaya söz veriyorum.

Gökhan Akçiçek - 20 Ekim 2015 (21:07)

Teşvikiye Sanat Galerisi'nde açacağı serginin davetiyesini, çalıştığım Cumhuriyet Gazetesi'ne elden getirip bırakma inceliğini gösterdiğinde, takvim yaprakları 1988'i gösteriyordu.

Mütevazi sergi davetiyesinin iç kapağında, o güne kadar açtığı sergilerle ilgili kronolojik bilginin yanı sıra, biyografisine de yer vermişti Rafet Ekiz. Biyografisinde,"Samsun- Terme, 1950" doğumlu olduğu yazıyordu.

Muhakkak ki, cebinde taşıdığı kimlik de, kişiliği ve tuvalleri kadar renkliydi ressam Rafet Ekiz'in. Doğduğu yer değil de, babasının doğduğu, bağlı olduğu ilin ve ilçesinin kaydı tutulmuştu T.C kimliğine. Bu yüzden, ölümünde olduğu gibi, hayattayken de ne sıkıntılar yaşamıştı kim bilir?

Biz dostları Rafet Ekiz'i kafa kâğıdına -kendine sorulmadan- yazılanlarla değil de, yaşamda kendine biçtiği renklerle tanıdık, değer verdik ve sevdik. Kafa kâğıdına bakacak olursak, din hanesinde de 'İslam' yazıyordu Rafet Ekiz'in, ama Rafet Ekiz'i tanıyanlar, onun 'Şaman' olduğunu ve bir Şaman'ın yerine getirmesi gereken ritüeller ne ise, onu da yerine getirdiğini bilirlerdi.

Bülent Karaköse - 22 Ekim 2015 (12:01)

Rafet Ekiz su katılmamış bir şamandı. Bu kuşku götürmez, ama kişilerin ait olduğu, doğduğu ve geldiği kökenler de unutulmamalı. Bülent Karaköse, benim bir yanlışımı düzeltmeye çalıştığını söylemişti: -Rafet Ekiz için eksik ve yanlış bilgi sahibi olduğumu, bu bilginin düzeltilmesi gerektiğini ve Rafet'in Samsun Termeli olduğunu iddia eden de oydu. Lâkin gerçekler onun işaretlediği gibi değil. Ben kendi çapımda da araştırmalarımı tamamladım.

Rafet Ekiz ve ailesi Giresun Alucralı'dır; nüfus cüzdanları ve kendi ifadeleri bunu teyit eder, tıpkı benim gibi, Harun Karadeniz gibi, Ozan Arif gibi… Bülent Karaköse'ye "Rafetçe'yi" tekrar okumasını öneririm. Giresun Alucralı olmak sanki bir suçmuş gibi bir öneriyi de, kusura bakmayın kabul edemem. Hatta Derya Sayın'da Giresunlu olduğu halde Trabzon doğumludur.

Hiç kimsenin doğduğu ve yaşadığı yer onlara ayrıcalık sağlamaz. Ama herkes için de ait olmadığı bir şehre yapıştırılmak vicdanî olmaz. Belgeler konuşur, bizlere ise susmak düşer…

Gökhan Akçiçek - 22 Ekim 2015 (21:39)

"Hemşerim, memleket nire? Bu dünya benim memleket…" (Barış Manço)

Vesikaların ve ikametgâh ilmühaberlerinin havada uçuştuğu bu derin tartışmanın felsefe tarihimizde çığır açtığından ve önümüzdeki birkaç kuşağın bu konuyu tartışacağından zerre kadar kuşkum yok.

Fakat gene de testesteron fazlamızı halı sahada top oynayarak falan harcasak, her iki merhuma da kabirlerinde sinir buhranı geçirtmesek nasıl olurdu acaba?

Kâhtalı Mıçı - 22 Ekim 2015 (22:56)

Kahtalı Mıçı'ya katılıyorum. Mesele özünden kopmaya başladı gibi. Sürçü Lisan ettikse affola. Rafet hayatta olsaydı gördüğü yerde marizlerdi bizi. Eşek sudan gelinceye kadar…

Gökhan Akçiçek - 23 Ekim 2015 (20:04)

Selamlar. Yazıları okuyunca, ben de yazma gereği duydum.

Öncelikle, Gökhan arkadaş belirtmiş. Annem de babam da, Aluçra'lıdır. Ben dahil, tüm aile Aluçra kütüğüne kayıtlıyız. 1948'de Samsun'a aile göç eder. En Ablam ve Heyketraş Metin abim Aluçra, diğer beş kardeş Samsun'da doğduk.

Horasan kökenliyiz. Bu konuda Rafet abim daha donanımlı ve araştırmacıydı. 16. yüzyılda Yavuz katliamından Karadeniz dağlarının yükseklerine kaçan alevilerdir Aluçralılar. Daha sonra 18 yüzyıl ortalarında, İkinci Mahmut döneminde, sunnileştirilmiş, asimile edilmişlerdir.

Gökhan Arkadaş; Rafetçe kitabıyla ilgili düşünceni belirtmişsin. Ben sizin gibi düşünmediğimden, kitap sadece sanatıyla ilgili değil, ağırlıklı olarak yaşamını, anılarını içersin istedim. Sanatçının, yaşamıyla-sanatını ayıramayız. Hele Rafet gibi biriyse. Gerçekten sanatçı ise. Kitabın çıkışını da anlattım. Rafetçe adı da Rafet Ekiz'e aittir.

Yaşamının son günlerinde; Bihrat Mavitan ile Rafet Ekiz, karşılıklı, Rafet anılarını birbirlerine anlatmışlar birgün. Bihrat Mavitan, duyduklarını, Rafet de aklına gelen anılarını anlatıp, gülüşürlerken, Mavitan "Bu anılarını kitaplaştırsana" der. Rafet de "Tamam, adını da Rafetçe koyayım" der. Bunu bana Bihrat abi anlatınca, anılarını içeren kitap çıkarma fikri oluşur. Sağolsunlar; Çağçağ ile Tuncay da "O bizim pirimizdi, Rafet için ne yapılacaksa, hazırız" dediler.

Ve kitapları, sanat kitabı olarak amaçlayıp, oluşturmadım. Yalnızca, ikincisinde sanat yazıları da olsun diye serpiştirdim. Rafet ile ilgili çıkan sadece iki kitap değil, dört kitap vardır toplamda. Büyük boy, kuşe, renklli 334 sayfa sanatını, sanat eserlerini içeren kitap ile, gene aynı boyutlarda, anne ve akademi mezunu üç oğulun eserlerinin yer aldığı Ekiz'ler sanat kitabı vardır.

Saygılar, selâmlar.

Turgut Ekiz - 23 Kasım 2015 (20:20)

diYorum

 

40
Derkenar'da     Google'da   ARA