Patronsuz Medya

Çocukluğumun komikleri ve trajikleri

Bülent Karaköse - 6 Mart 2015  


- Neden ağlıyorsunuz teyze?
- Ağladığımı nereden çıkarıyosun yavrum, bunlar sevinç gözyaşları…

Bu hüzünlü repliklerin Tepebaşı Yazlık Sineması'nın yıldızlı gökyüzüne doğru uçuşup kaybolacaklarını, bin bir kötülüklere maruz kalarak ayrılan filmin 'esas kız'ı ile 'esas oğlan'ının filmin nihayetinde yeniden bir araya gelerek bizlere 'mutlu son' yaşatacaklarını bilirdik…

Sıcak yaz akşamlarında Tepebaşı Yazlık Sineması'nda (şu an yerinde yeller esmekte) "iki film birden" izlemek mümkündü. Biri Ediz Hun'lu, Hülya Koçyiğit'li bir melodrama, diğeri Cüneyt Arkın'lı, Serdar Gökhan'lı bir avantür…

Dört bir yanı briketle örülü, kaba sıvası bile olmayan Tepebaşı'ndaki yazlık sinemaya kimi zaman ailelerimizle, kimi zaman ise mahallemizin 'güvenilir abilerinin' paçalarına ya da 'güvenilir ablalarının' eteklerine tutunarak giderdik.

İstanbul'un orta yerinde yaşayıp da, hafta sonlarında ya da halk günlerinde sinemaya gitmemek olur muydu?
Gong Sineması Tepebaşı'ındaki Aynalıçeşme Mahallesi'nde çift girişi olan bir pasajın alt katındaydı. Sinema havalandırma tertibatından yoksun olduğu için mahalle halkı tarafından yaz aylarında oraya gitmek pek tercih edilmezdi.

Gong Sineması'nın kapısında bilet kesen eski Yeşilçam emekçilerinden 'Arap Celal Amca'dan başkası değildi. Arap Celal Amca sinemanın kapısında bilet keserken, bizler ise onun da rol aldığı filmleri izliyorduk. Bu durum çocuk zekâmızda şaşkınlığa yol açmıyor değildi. Acaba, Arap Celal Amca hayatını "iki hayat birden" mi yaşıyordu?

70'li yılların ikinci çeyreğinde memleketin iktisadi istikrarsızlığı Türk Sineması'na da yansımış, Yeşilçam'daki film yapımcılarının rotasını masrafı az, seks komedilerine yöneltmişti. "Parçala Behçet", "Ah Deme, Oh De", Hasan Almaz, Basan Alır" içerikten yoksun, bayağı, çocuk yüzlerimizi kızartacak kadar basit bazı filmlerin isimleriydi bunlar. Genelde film afişlerinde gözleri yuvalarından fırlamış, ağzından salyalar akan, pala bıyıklı yarı çıplak bir erkek, yatakta ise tüm şehvetiyle kollarını açmış, etine dolgun, iri göğüslü, geniş kalçalı çıplak bir dilber yer alırdı. O yüzden ailelerimizle Beyoğlu'ndaki birçok sinemaya gidemez olmuştuk.

Zerrin Egeliler, Seher Şeniz, Zerrin Doğan, Figen Han, Feri Cansel… Yeşilçam Sineması'nın o dönemki seks ilaheleriydiler. Çoğunun hayatı trajik sonlarla nihayete erdi; kimi öldürüldü, kimi intiharı seçti, kimi uyuşturucu batağında boğuldu… Kimler geçmemişti ki yatak odalarından… Partnerlerinin bir kısmı sonradan dine döndü, bir kısmı rahmetli oldular; bir kısmı ise Nebil Özgentürk'ün 'Bir Yudum İnsan' isimli belgeselinde kendilerini aklayıp, günah çıkarma fırsatı buldular.

Yazar ağabeyim Cihan Demirci 80'li yıllarda bir çoğuyla söyleşi yaptı. Söyleşilerini ve o döneme ait araştırmalarını 2001'de yayımladığı 'Araya Parça Giren Yıllar' isimli dokümanter kitabında toplayıp, dönemin karanlık iç yüzünü okurlarıyla paylaşmıştı…

Yeşilçam seçimini doğru mu, yoksa yanlış mı yapmıştı bilmiyorum, ama günümüzde Yeşilçam'ın o günlerini Türk Sinema Tarihi'nin kara sayfalarına kazıyan birçok sinema eleştirmenine rastlayabiliriz.

Yeni yüzlerin gelmesi Yeşilçam'ın çehresini epeyce değiştirmişti. Bayağı senaryolara yüz vermeyen namuslu sinema emekçilerini Beyoğlu'nun arka sokaklarında artık çok sık görür olmuştuk… Cevat Amca (Cevat Kurtuluş), işsizlikten satranca daha çok vakit ayırıyor, Mürüvvet Abla (Mürüvvet Sim), Saray Sineması'nın (güzelim Saray Sineması geçtiğimiz aylarda yıkıldı; yerine alışveriş merkezi inşa ediliyor) pasajındaki küçük dükkânında piyango bileti satıyor, Necdet Amca (Necdet Tosun), sinemada olduğu kadar tavlada da ne kadar hünerli olduğunu arkadaşlarına gösteriyor, Sami Amca (Sami Hazinses) iyi bir iş çıkar umuduyla Kalyoncukulluğu'ndaki evinden ağır adımlarıyla her sabah Yeşilçam'ın yolunu tutuyordu…

Daha burada ismini saymakla bitiremeyeceğim ve çoğunun yaşamının zorluklar içinde geçtiğini gözlemlediğim çocukluğumun komikleri artık yoklar.

Onlar komiklik uğruna seyircilerinin, sevenlerinin pantolonlarını indirmediler; Engelli insanları sahne şovlarına alıp rencide edici davranışlarda bulunmadılar. Komiklik'in ciddi bir sanat olduğu düsturuna erişmiş Yeşilçam mutfağının, arka bahçesinin gerçek emekçileriydiler. Kimi aşçı, kimi bahçıvan, kimi hizmetçi, kimi şoför, kimi garsondu… 'Devletin Sanatçısı' olarak değil, 'Halkın Sanatçısı' olarak bu dünyadan göç ettiler.
Yüzümüzde çocukluğumuzdan kalma küçük bir tebessüm izi varsa, bunu onlara borçlu olduğumuzu düşünüyorum…

Yorumlar

Bu gün susmayalım, bir anımızı anlatalım. Yıllar önce tek kanallı televizyonlarımızın olduğu zamandan söz açalım.

Yanlış hatırlamıyorsam İstanbul'un Anadolu yakasında çift katlı bahçeli bir eve röportaj yapmaya gittik. Kapıyı ünlü fabrikatör Hulusi Kentmen açtı, bizi içeriye buyur etti. Ben sinemadan tanıdığım babayı inceliyordum. Sesçi ve ışıkçı arkadaşımız minik bir çekim alanı yarattı ve evi biraz dağıtarak anıları kayıt etmeye başladık. Hulusi baba coştukça
çoştu.

Bu sırada kapı çalındı ufakça boylu bir bayan geldi. Önce bizi ve etrafı süzdü. Dağıtılmış salona baktı, benim ayakkabılarımı ayağımda gördü, ardından patladı. Ulan siz benim evime nasıl ayakkabı ile girip dağıtırsınız diye bağırdı ve Hulusi baba ve çekim ekibini kovdu. Dışarıda çekime devam ederken babanın mahçup bir ifadesi vardı. Yılların fabrikatörü "Evlat kusura bakmayın ben neler çekiyorum anladınız mı" dedi.

Her şey filmlerdeki gibi olsa" gibi lâflarla arayı düzeltmeye çalıştı. Ama biz ona hiç kızamamıştık ki.

Levent Bozkurt - 9 Nisan 2015 (11:13)

diYorum

 

54
Derkenar'da     Google'da   ARA