Patronsuz Medya

Kaçak hayatların kaçık müdavimleri

Bülent Karaköse - 18 Mart 2014

Künye - Bülent C. Karaköse, Kaçak hayatların kaçık müdavimleri, Babek Yayınevi, 1. baskı, 2021, 143 sayfa  


Bir zamanlar, dinini değiştirmeyi düşünen bir babaya ve ona sürekli din kitapları getiren bir sevgiliye sahiptim…

Babamla sevgilim Nusret kısa zamanda çok iyi arkadaş olmuş, aralarındaki samimiyet ilerlediğindeyse kıskançlıktan deliye dönmüştüm. Tabi bu deliye dönüş halim, alçak domuzların beni tımarhaneye yatırmaları için yeterli bir gerekçe değildi. Taa ki, onları yatak odamda alt alta, üst üste görene kadar…

Asu'nun bitmez tükenmez dertlerini pür dikkat dinleyen eli ayağı düzgün beyefendiyi meyhanede ilk defa görüyordum. 'Beyefendi' diyorum; çünkü bu kokuşmuş mekâna öyle kolay kolay kravatlı, sinekkaydı tıraşlı, parfüm kokulu, eli ayağı düzgün kibar insanlar pek düşmezler.

Zaman zaman, Goriot Baba adındaki bir zatın büyük kızının asil ruhunu taşıdığını söyleyen Asu'da biraz denyoluk var mıydı bilmiyorum; ama oturuşuyla kalkışıyla, yemesiyle içmesiyle saygın ellerde yetişmiş, iyi bir kevaşe olduğunu her halinden belli ediyordu. Televizyonlarda ana haber bültenlerini sunan gacılar kadar konuşması düzgün, eli yüzü, bütçesi elverdiğince bakımlıydı. Mankenim diyerek ortalıkta gezinen sıfır beden kemik torbalarını dereye susuz götürür, susuz getirirdi. Uzun zamandır garsonluğunu yaptığım bu pespaye mekânın müdavimlerindendi. Aynı döküntü otelde kalıyorduk. Asu'yla saçlarımızın köklerinde karşılıksız bir sevgiyle beslediğimiz bitler, muhtemelen birinci dereceden akrabaydılar. Alkol severliğimiz dışında bir ortak yanımız da, kenesi sağlam enayileri tavlamak ve yolmaktı.

Asu, ben hariç, erkek milletinin hiç bir türünü sevmez, hoşlanmazdı. Onlara mecburiyet karşısında sempatik duygularla yaklaşsa da, içinde her an patlamaya hazır bir nefret volkanını barındırırdı.

Parasının hesabını tutmasını pek beceremeyen Asu, bu gece masasında ağırladığı Beyefendi'yi iyi yolarsa, ertesi gece şenlik olacaktı meyhanede. O yüzden meyhanenin çulsuz müdavimleri içkilerini daha dikkatli içiyor, birbirlerine daha kibar davranıyor, kendi aralarında hır çıkarmamaya özen gösteriyorlardı.

Asu'nun masasındaki Beyefendi'nin ismini, cismini ve ne işle iştigal ettiğini sabıkalı Gaspçı Baran'ın mekâna girip, "Avukat Şahap Bey, sizi hangi rüzgâr salladı buralara, hoş geldiniz, şeref verdiniz!" dediğinde öğrendik. Öğrendik diyorum; patronum İsmail Bey de dâhil olmak üzere, mekânın tüm ayyaşları, godoşları, orospuları kulak kesilmişlerdi Asu'nun masasına.

Gaspçı Baran kendine boş bir yer bulup oturmadan yanıma gelip, bir gün önceki borcunu kapattı. Önlük cebime bahşişimi toka ederken kulağıma eğilip, gözleriyle Asu'nun masasındaki Beyefendi'yi göstererek:

— "Dünya küçük işte, neredeeen nereye… Şahap Bey'i tanırım Sevcan'ım. Cukkası sağlam, güzel, kıyak ağabeylerdendir… Üç yıl önce benim davama bakmıştı. Bilmiş ol, Asu iyi iş kapmış, ama lavuk parlakçıdır. Senin yerinde olsam, kaçırmam, yazılırım Şahap Bey'e."

Müşterilerle yüz göz olmama patronum bozulsa da, beni kışkırtmaya çalışan, her fırsatta bana takılmaktan tuhaf bir haz alan Gaspçı Baran'a dönüp, "Ulan, çenesine sıçtığımın kıl tüccarı, sen de benim gibi parlak olsaydın, her gece sana iş bulur, gıylatırdım kunundan! Allah'ın uyuzu, git kendine bir yer bul, otur! Ne zıkkımlanacaksan zıkkımlan, akıllı ol, girme kafama!" diyerek, başımdan defettim.

Elbette, Gaspçı Baran'ın yapmamı istediği ahlâksızlığı yapmazdım. Asu'nun işini elinden almak değil bana, bu mekâna ayak basan hiç bir insana yakışmazdı. İçimizde yaşama karşı büyük umutlar taşıyan biz küçük, sıradan insanların da kendi aralarında kanunları, raconları vardır. Her ne kadar madde madde yazıya dökülmüş olmasa da, uymak gerekir bu raconlara. Aksi takdirde cezası büyüktür. Yanlışımızın olduğu durumlarda, kurduğumuz bu küçük dünyayı bile dar ederler insana, ayak basacak mekân bulamayız…

Dolmuş küllüklerini boşaltmak üzere masaya gittiğimde, adının Şahap olduğunu öğrendiğim Avukat Bey Asu'nun su gibi akan konuşmasının seline kapılmış, iç yakıcı gözlerinin çekiciliğinden öylesine büyülenmişti ki, kül tablasını boşaltıp, light sigarasından iki adet yürüttüğümü bile fark etmedi. 70'lik rakının sonunu da doldurdum kadehlerine.

Asu bana yapmacık bir sırıtışla teşekkür edip, sohbetine es verdiği yerden sürdürdü:

— "İşte böyle, Şahap Bey'cim. Aşağılık babam ve aşağılık sevgilim ateşli bir aşka tutuşup, akabinde Hollanda'ya gidip nikâh kıydılar… Bilirsiniz, bazı Avrupa ülkelerinde eşcinsel evlilikler serbesttir. Ben bu durumu ağabeyime anlattığımda beni sükûnete davet edip, anlayışlı olmamı salık verdi. Neymiş? Aşkmış efendim! Aşk, insana her şeyi yaptırırmış. Aşkın cini cinsiyeti, yaşı maşı yokmuş… Mış da mış… Muş da muş… Affedersiniz Şahap Beycim, lâkin sokarım böylesi aşkın ıstırabına!"

Asu'nun kırdığını düşündüğüm küçük pot arasında servis tabaklarını yeniliyordum. Avukat Şahap Bey'in Asu'ya bakan gözlerinde her erkekte kolay kolay rastlayamayacağım bir ışıltıyı görür gibi oldum. Şahap Bey kadehini Asu'nun kadehine nazikçe dokundurup, "Aşka ve anlayışlı ağabeylerimize!" diyerek rakısını fondipledi. Peçeteyle dudaklarını kurularken, "Benim rahmetli ağabeyim de çok anlayışlı biriydi Asu Hanım. Onun gibi anlayışlı adam görmedim bugüne kadar… O zamanlar küçüktüm, 15-16 yaşlarında falan… Evimizin bi karabaşı vardı, götürdüm onu bostana… Erik ağacının altında, tam karabaşı s. Ky, pardon! Cinsel arzularıma alet ediyordum ki, rahmetli ağabeyim çıkıp bostana geldi… Beni karabaşla öylece gördü. Göz göze geldik… Elim ayağıma dolandı, telâşa kapıldım. Rahmetli ağabeyim, 'telaşlanma Şahap, işini gör' dedi gitti…"

Nedense, avukat oluşundan iyice şüphe duymaya başladığım Şahap Bey'in Asu'ya anlattıklarından sarsılıp dilimi ısırmış, afalladığımdan elimdeki servis tabağını yere düşürmüştüm. Meyhanedeki tüm ayyaş gözlerin üzerimde gezinmesinden çok, patronumun yanıma gelip, "Ulan, poh yiyenun oğlani, yine haplandun mi, ne poh yedun? Tikkat etsene, deyyus!" deyip, azarlamasından rahatsızlık duymuştum.

Yerdeki kırık tabak parçalarını süpürdüğüm sırada da Şahap Bey Asu'ya ağabeyinin ne kadar anlayışlı bir insan olduğunu öve öve bitirememişti. Tırnak etlerini kemirerek içinin bayıldığını dış dünyasına vuran Asu, alkolden yarı baygın bakan gözlerinin üzerine iki çatık kaş yerleştirip, Şahap Bey'e nazikçe serzenişte bulunmaya başladı:

— "İşte, siz erkekler hepiniz aşağılık, sefil yaratıklarsınız Şahap Bey! Ya köpek, ya eşek ya da birbirinizi düzersiniz! Söyler misiniz bana lütfen, aşk bunun neresinde, aşk?"

Kaşla göz arasında 70'lik rakıyı midelerine yuvarlamış, binlerce yıldır dünya canlılarının yakından ilgilenip de, içinden çıkamadıkları hassas ince mevzulara dalmışlardı…

Şahap Bey, boynundaki kravatını çıkarıp, ensesinden boşalan terini silerken dönüp, yerleri süpüren bana bir 70'lik rakı, bir tabak da meyve salatası siparişi verdi. Şahap Bey'in, Asu'nun sorusuna vereceği yanıtı merak ettiğimden, elimdeki faraş ve süpürgeyi komiye teslim edip, bir koşuda ikinci 70'liği kapıp, masaya getirdim. Onları daha rahat dinleyebilmek için yaptığım servisi ağırdan almaya başladım… Oturduğu saatten beri Asu'ya karşı gözlerinin ışıltısı sönmeyen, bilâkis, gittikçe artan Şahap Bey, olağanca kibarlığı ve komplimanlarıyla Asu'yu yanıtlamaya başlamıştı:

— "Aşk nerede mi? Aşk, sizin gözlerinizde; aşk, sizin ellerinizde; aşk, sizin yüreğinizde Asu Hanım…"

Asu'nun yabancısı olmadığı modası geçmiş, bayat ve boş lâflardı bunlar. Pek ciddiye almadı. Kadeh tutan eliyle 'geç bunları moruk' dercesine bir işaret yaptı. Alkol yorgunu yüzünde, otobüs yolculuğunda midesi bulanmış bir insanın hali belirdi. Bir an kusacağını sandığım Asu'nun dolgun, ham kiraz yeşili dudaklarının arasından, "Affedersiniz Şahap Beyciğim, ama aşk köpekliktir!" diye bulanık bir söz çıktı. Şahap Bey bu lâfı onayladığını, gülümseyip, kadehini havaya kaldırarak gösterdi. Asu'nun güzelliğinden midir, kafasının güzelliğinden mi, anlayamadım… Şahap Bey alkolden kan çanağına dönmüş gözlerini Asu'dan alamıyor, Asu ise, parmaklarının uçundaki tırnaklarının kıyılarında gözlerini gezdirip, kemirebileceği bir şeyler arıyor fakat bulamıyordu… Asu, diğer elinde tuttuğu sigaradan derin bir nefes alıp, dumanını Şahap Bey'in yüzüne püskürterek sözlerine devam etti:

— "Şahap Beyciğim, durup dururken nereden çıktı bu lâf, der gibisiniz… Bakın, açıklayayım; geçenlerde kitapçı dükkânlarının vitrinlerine baka baka turluyordum caddede… Gözüm 'Aşk Köpekliktir' adında bir kitaba ilişti. Kitabı alıp okumadım, ama adı çok hoşuma gitti. Tabi ki aşkın köpeklik oluşu fikri de… Sonrasında, bir erkeği ancak tek şartla sevebileceğime ve ona âşık olabileceğime ikna ettim kendimi… O erkek ki, beni 'deliler' gibi değil, 'köpekler' gibi sevecek. Anlayacağınız, bir erkek benim köpeğim olursa ruhumu ve bedenimi yalayabilir, bundan ötesi çene suyu çorbadır!"

Asu'nun bu sözleri karşısında Şahap Bey'in dili sırıtan ağzından bir karış dışarıya sarkmış, kan çanağı gözleri, olduğundan daha çok büyümeye, ışıldamaya ve oynamaya başlamıştı. Masadaki ikinci 70'lik şişenin de dibinin boşaldığını görünce derhal hesabı ödeyip, diğer garson arkadaşlara da dağıtmam için bolca bahşiş bıraktı.

Meyhanenin ayyaş takımı, garsonlar, komiler kısacası bütün ahali gözlerini Asu'yla Şahap Bey'e dikmiş, merakla izliyorlardı… Evrak çantasından bir köpek tasması çıkarıp boynuna taktı Şahap Bey. Asu'nun ellerini ve yüzünü yalamadan önce ulumaya, havlamaya ve oturduğu sandalyenin üzerinde zıplamaya başladı… Gece boyunca sıkıntısından tırnak etlerini kemirerek rakısına meze yapan Asu gitmiş, yerine gözleri sevgiyle gülümseyen Asu gelmişti… Şahap Bey'in tasmasından tutup, yanına çekti. Kollarıyla sarmaladığı başını göğsüne yasladı. Mutluluk gözyaşları arasında bir süre öpüp kokladıktan sonra kulağına eğilip, şımarık bir köpekçik olmaması konusunda küçük bir uyarıda bulundu.

Akşamüstü meyhanenin kapısından iki ayakla giren Şahap Bey, gece yarısı Asu'nun yumuşak, şefkatli ellerinde dört ayakla çıkıyordu…

Yorumlar

Yazının özellikle sonuyla mest oldum. Aklıma Boris Vian'ın "Günlerin Köpüğü" kitabının arka kapak metni geldi:

"Hayatta önemli olan, her şey hakkında önyargıya varabilmektir. Çünkü, görüldüğü gibi topluluklar haksız ve kişiler her zaman haklıdır. Herhangi bir yaşama kuralı çıkarmamaları bundan: Kurallar deyim şekline dönüşmeden bile bağlanılacak güçte olmalıdır. Varolan iki şeydir aslında: Biri, her şekilde ve bütün güzel kızlarla sevişmek, öteki de New Orleans ya da Duke Ellington'un müziği. Geri kalan her şey kaybolmalıdır. Çünkü geri kalan herşey çirkindir ve şu birkaç sayfa bunu doğrulamak için yazılmıştır. Güçlüdür, çünkü yaşanmış bir olayı anlatır. Yaşanmış bir olaydır, çünkü başından sonuna kadar ben düşündüm bunu. Gerçeğin, ısıtılmış ve eğimli bir atmosfer içinde, düzensiz kıvrımları ve bükümleri olan bir yüzey üstünde yansıtılması yoluyla elde edilmiştir. Görüyorsunuz ya, hiç de açıklamakta sakınca görmediğim bir yol, eğer yol varsa."

Sağolun, varolun. Resim de cuk olmuş hani.

Fıstıkçı Şahap - 23 Mart 2014 (12:11)

Kitabın arka kapak yazısındaki şu cümlelere bittim doğrusu:

"Kalemiyle çizgiye dönüştürme becerisi kadar güçlü olan yazarlığına da yıllardır tanıklık ettiğim; kadirşinaslığıyla bildiğim Bülent, öylesine, racon kesmeden anlatıyor."

Şair Turgut Toygar tam da damardan yakalamış onun bu meziyetini. Uzun yıllardır tanıdığım Bülent, belki zaman zaman kader arkadaşlığı yaptığı, belki geçerken şöyle bir göz attığı insanların öykülerini, onlarla aynı göz hizasından, büyüklenmeye kapılmadan, böcekbilimciliğe, sosyologluğa soyunmadan, en sevecen, en diğerkam -zaten gerçekte olduğu- haliyle tanıklık ediyor, yazdığı her öyküde daha da yetkinleşen anlatıcılığıyla naklediyor bize. Kendini de öykünün kıyıcığına iddiasızca iliştirerek.

İyi ki varsın Bülent, iyi ki yazıyorsun.

N For Necdetta - 19 Ağustos 2021 (16:09)

Geççek Geççek… He hee…

Duvarlara kazınan, miting meydanlarında haykırılan 'Faşizme geçit yok!' 'Faşizme geçit vermeyeceğiz!' sloganlarından, 'Geççek Geççek' şarkı sözüne… Ne trajiksin ne trajikomiksin Türkiye?

Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zapt edilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, "Geççek Geççek" diyorsun, dedirtiyorsun. Limanlar kokain deposu olmuş, "Geççek Geççek" diyorsun, dedirtiyorsun. Bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş "Geççek Geççek" diyorsun, dedirtiyorsun.

Ayşe ablamın dediği gibi 'faturalar kol gibi girmiş' "Geççek Geççek" diyorsun.

Hakkını arayan Migros işçisine kelepçeler takılmış "Geççek Geççek" diyorsun, dedirtiyorsun.

Sarayındaki vatandaş "Atı alan Üsküdar'ı geçti" demişti ve sen hâlâ "Geççek Geççek" diyorsun, dedirtiyorsun.

Gevrek gevrek söylenmiş, gariban halkın yamalı kıçını oynatacak içi boş sözlere değil, ezilen sömürülen hayatları zindan edilen halk yığınlarının gözünü açacak kıçını ayağa kaldıracak dinamik sözlere, sözü erlere ihtiyacı var.

Zincirlerimizden başka kaybedecek bir şeyimiz yok!

Faşizme geçit vermeyeceğiz!

Faşizme geçit yok!'

Bülent C Karaköse - 19 Şubat 2022 (21:01)

diYorum

 

62
Derkenar'da     Google'da   ARA