Patronsuz Medya

Aktör dediğin nedir ki…

Bülent Karaköse - 23 Aralık 2013  


"Bana hangi rolü verdilerse oynadım.
Ama, özel hayatımda daima "esaslı delikanlı" rolü oynadım."
(Aktör Talât Bozok)

* * *

Doksanlı yılların ilk çeyreğiydi…

Tünel Asmalımescit'de işsiz, alkolsever bir arkadaşımla kirasını ödeyemediğimiz döküntü bir evi paylaşıyor, günü birlik yaşıyorduk. Elde avuçta beş kuruşumuz yoktu. Beni telef edecek kadar uzun süren işsizliğimin ardından nihayet, günlük çıkan siyasi bir gazetede iş bulmuştum.

Ne yazık ki, sevincim uzun sürmedi. Gazetede bir yıl boyunca çalıştım. İşçinin, memurun, emekçinin haklarını korumaya kendini vakfetmiş gazeteden hiç bir zaman emeğimin karşılığını alamadım. İlerleyen zamanlarda, gazetenin yön değiştiren politik duruşu da beni rahatsız edince, daha fazla dayanamayıp işi bırakmak zorunda kaldım…

Yine Beyoğlu'ndaydım…

Her işsiz kalışımda, her dibe vuruşumda yaptığım gibi; Beyoğlu'nun arka sokaklarındaki meyhanelerini, duvar diplerini mesken tuttum… Köşe başlarında ucuz şaraplar içip, meyhane patronu arkadaşlarımın dükkanlarının duvarlarına üç-beş bardak bira karşılığında resimler, karikatürler çizip günü kurtarıyordum…

Oktay Güzeloğlu'nun sahibi olduğu Beyoğlu Nevizâde Sokağı'ndaki Mini Meyhane'de tanıdım tiyatrocu abim Talât Bozok'u. Talât Bozok adını o güne kadar hiç duymamıştım, ama dibe vurmuş sanat insanlarıyla daha kolay diyalog kurabildiğimden, Talât Bozok'la da tanıştıktan kısa bir süre sonra dost olmuştuk. Ne de olsa bu dünyada, 'damdan düşenin halini, damdan düşen anlar' dı…

Talat Bozok, Beyoğlu'nun arka sokaklarını benden çok önce mesken tutmuş ve en alengirli köşe başlarını kafasına göre küçük bir sahneye dönüştürmüştü. Hayata duyduğu isyanı, öfkeyi, kırgınlığı gerçek yaşam sahnesinde kendine biçtiği 'esaslı delikanlı' rolünün altında oynuyor, ucuz şarabından çektiği iki fırtla 'esaslı delikanlı' rolünün gereklerini hakkıyla yerine getirmeye çalışıyordu:

- "Bu memleketi soyup soğana çeviren aç gözlü iktidarların gelmişini… Benim memurum işini bilir, nasıl bulursan bul, parayı bul, köşeyi dön diyen başkanının geçmişini… Sanatçısına sahip çıkmayan ülke yöneticilerinin koltuklarının marokenini… Ortalıkta, sözde 'aydınım' diye tarrak gibi dolaşan, entelim diye geçinen okumuş cahillerin diplomalarının mührünü… İşçinin, emekçinin ekmeğini çalan patronların gırtlağının dokuz boğumunu… Üç kuruşluk çıkar için arkadaşlarına madik atan ve satan aşağılık insan müsveddelerinin sahte yüzlerini…"

Bozok'un, matine suare demeden, mağaza ve dükkanların renkli neonlarının altında oynadığı, küfürlü ve uzun tiratlarla bezediği, aksiyonu bol tehlikeli yaşam oyunu iki perdelikti; doğaçlama sergilediği tek kişilik oyununun birinci perdesini, çevresine topladığı sokağın değişmez simalarına, yani hırsızlara, berduşlara, üflentilere, yankesicilere, orospulara, dolandırıcılara, ibnelere ve tiner kokulu çocuklara oynasa da, oyununun ikinci perdesini, agresif jestlerinden, ajitatif küfürler içeren repliklerinden ve sokağın uğultulu gürültüsünü bastıran bariton sesinden dolayı, nezarethanede onu hırpalayan nöbetçi polislere, gardiyanlara, amirlere ve kodeste tanıdığı insanlara oynamak zorunda kalıyordu…

Talat Bozok nezaret çıkışlarında kendini kısa bir süreliğine bakıma alıp kondisyon tutuyor, sokakta sergilemeye çekinmediği oyununa küfürü bol uzun bir tirat daha ekleyerek, yaşam sahnesine yeniden çıkıyordu…

İflâh olmaz asi ruhu ona ağır bedeller ödetse de, sisteme duyduğu isyanından, anarşist ruhundan bir nebze ödün vermiyordu Talât Bozok…

Oyun yazarlığı da olan yılların tecrübeli aktörü nezarethaneye atılmadığı, mahkemesi olmadığı ve kafasının berrak olduğu zamanlarda kaleme aldığı iki perdelik "Zaruri Beyler Fuzuli Beyler" isimini verdiği müzikli kara güldürüsünü yazıp bitirmiş, bir kaç arkadaşıyla provalara başlamıştı. Oyununda bana da küçük bir rol verdiğinden, provalarda ben de vardım. Oyunun provaları çoğunlukla sokak köşelerinde ya da Beyoğlu'da bulabildiğimiz metruk evlerde yapıyorduk…

"Zaruri Beyler Fuzuli Beyler" oyununun provalarını bitirdikten sonra, kadim dostu Oktay Güzeloğlu'nun parasal desteğiyle 1993'te Dilekçe Tiyatrosu'nu kurdu Talât Bozok.

Talat Bozok, tiyatronun altın çağını yaşadığı yetmişli yıllarda, dönemin ünlü birçok tiyatrolarında çalışıp, vodvillerde jön ve jön komik oynamıştı. Daha önce onu sahnelerde hiç görmemiştim. Beyoğlu'nun arka sokaklarından tanıdığım tiyatro emekçisini, bu oyun vesilesiyle gerçek tiyatro sahnesinde görüp, tiyatroya olan tutkusuna ve ustalığına da şahit olmuş, onu yürekten alkışlamıştım…

67'de İstanbul Şehir Tiyatroları'nda profesyonel tiyatroculuğa başlayan Talât Bozok'un kurduğu ilk tiyatro değildi Dilekçe Tiyatrosu; 76'da Üsküdar Sunar Talât Bozok ve Arkadaşları, 83'te ise Emeç Tiyatrosu'nu kurmuş, oynadığı birçok oyunu kendi yazıp, yönetmişti.

Bireysel çabalarıyla kurduğu tiyatroları ekonomik zorluklar karşısında dayanamayıp kapattığında oyunculuğunu bazı turne tulûat tiyatrolarında, çocuk oyunlarında ve kırka yakın filmde sürdürmeye çalıştı. Tiyatronun krize girdiği seksenli yıllarda ikili komedyenlik ve tekli komedyen olarak sahnelerde kalmaya direndi…

Gazetecilik Yüksek Okulu'ndan mezundu ama bir gün bile gazetecilik yaptırmamıştı ona içindeki tiyatro aşkı. Tanıdığım günden bugüne tiyatroyla yatıp, tiyatroyla kalkıyor da olsa, tiyatro adına düzgün bir şeyler yapmaya çalışıyor da olsa, talihsizlikler yakasını bırakmıyordu Talât Bozok'un.

Talihsizliklerinin yanı sıra, kapitalizmin bir uzantısı olarak yaşamın içine sokulan "popüler kültür" anlayışının gazabından da nasibini aldı Bozok. Tiyatro sahneleri, film setleri, televizyon dizileri popüler kültürün bir gecede şöhrete kavuşturduğu yeteneksiz oyuncularla dolup taştığından, en verimli dönemlerindeki bir çok tiyatro ve sahne emekçisi meslektaşı gibi hak ettiği yerlerden çok uzaklara savruldu.

Özellikle sahne ve sinema sanatıyla iştigal etmiş çoğu sanat emekçisi aslında, kültürün ve sanatın merkezi Beyoğlu'ndan pek fazla uzaklara savrulmazlar. Yokluklar ve yoksulluklar içinde zorlu ve tehlikeli bir yaşam mücadelesi kollarını açıp, Beyoğlu'nun arka sokaklarında onları bekler…

Beyoğlu'nun arka sokakları cömerttir; unutulmuş ya da unutulmaya yüz tutmuş bir çok sanatçı ve sanat emekçisini, bir gün yeniden keşfedilecekleri günleri hayal etmeleri ve içlerindeki umudu yitirmeden yaşamaları için ev sahipliği yapar ama, çoğu 'düşkün' sanat insanını ağır yaşam koşullarından koruyamaz.

Ağır yaşam koşulları, hiç bir sosyal güvencesi olmayan, sağlığı bozulmuş ya da elden ayaktan ve gözden düşmüş sanat insanlarını adım adım 'Alocular'ın kucağına düşürür ve sanat insanları feleğin sillesini bir de onlardan yerler. Alocular, yakaladıkları avın başında son nefesini vermesini bekleyen sırtlanlar gibidirler.

Kriminal terminololoji lügati Aloculuk'u 'telefonla yapılan bir nevi dolandırıcılık' olarak tarif eder ve bu işi yapana da 'Alocu' der.

Aloculuk, bir zamanlar dolandırıcı Selçuk Parsadan'la altın çağını yaşasa da, özellikle Beyoğlu'nda kırk yıldır icra edilir ve neredeyse babadan oğula geçen bir meslek gibidir…

Beyoğlu'nun arka sokaklarında hayatta kalma mücadelesi vermekten yorulup, Alocu şebekelerin pençelerine düşmeyen kaç sanatçı vardır? Elbette, bir Beyoğlu'lu olarak, bu sorunun cevabını vermekte zorlanmayacağımı biliyorum. Ama ben, bu gereksiz sorunun gereksiz cevabını vermek yerine, Alocuların, 'düşkün' sanat insanlarının sırtından nasıl geçindiklerine kısaca değinmek istiyorum.

Alocular, çaresiz, düşkün sanatçıların düzmece jübile gecelerini organize edip, sanatçı adına bastırdıkları kıytırık davetiyeleri şahıs, kurum ve kuruluşlara telefonla ulaştırıp, fahiş fiyatlarla satarlar. Bu işi yaparken çoğunlukla tanınan, meşhur bir sanatçının adıyla konuşur, duygu sömürüsü yapmayı ihmal etmezler. Alocular bir nevi aracı bir kurum gibi çalışırlar ve sattıkları davetiyelerin yüzde on beşi gibi cüzi bir meblağı, mağdur durumdaki sanatçıya layık görürler. Aslında bir tek düşkün sanatçı mağdur değildir bu tezgâhta; davetiyeleri satmak için adını kullandıkları meşhur sanatçılar da mağdur edilmiştirler…

Alocuların illegal dünyası, Holywood yapımı, aksiyonu yüksek uzun metrajlı bir filme konu olacak kadar zengin olsa da, Alocular'ın ellerine düşen 'düşkün' sanat insanlarının dramı, değme Yeşilçam filmlerine taş çıkarır. Eğer bu konuda bir film yapılacaksa (ki, daha önce hiç denenmedi), başrolünü, birçok kez Alocular'ın ketenperesine gelerek mağdur olan aktör Talât Bozok'tan başkası oynayamaz. Bu filmde bana da yardımcı bir rol verilirse seve seve oynarım. Çünkü bir zamanlar ben de Talât Bozok ve birçok sanatçı gibi, 'Alocu' denen dolandırıcı şebekenin mağdurlarından biri oldum. Ancak benim durumum onlarınki kadar dramatik olmasa da, Aziz Nesin'lik diyebileceğim bir kara mizah öyküsü gibidir. Yeri gelmişken, yaşadığım o Nesin'lik öyküyü burada aktarayım.

1994'te ilk karikatür albümümü yayımladığımda, albümümün bir kısmını dağıtıma vermiş, bir kısmını ise elden satıyordum. Beyoğlu Balo sokaktaki Ortaoyuncular Kitapevi'ne de bırakmıştım karikatür albümümden. Daha doğrusu, sadece Ortaoyuncular Kitapevi'nde yayımlanan kitapların satıldığı kitap evinin işletmecisi Ahmet Şensoy, bana destek olmak için, kitaplarımdan beş on adet konsinye alıp vitrinine koymuş, satışa sunmuştu. Ben de hafta bir kitapevine uğrayıp, satılan kitaplarımın parasını tahsil ediyordum.

İlk bir ayda, Ahmet Abiye kitap yetiştiremez olmuştum. Kitapevine her gittiğimde, bıraktığım kitapları vitrinde görmememin nedeni, tabii ki satılıyor olmasıydı. Ahmet Abi kadar ben de bu durumdan memnundum ama, vitrindeki kitaplarımın bir tek alıcısı oluğunu öğrendiğimde, içime bir kuşku düştü. Ahmet Abi de bu duruma bir anlam veremiyordu.

Yine bir gün, kitapevine tahsilât yapmaya gittiğimde, vitrinde kitaplarımı görememiştim. Şaşkınlığımı anlayan Ahmet Abi merakımı gidermek için, "O tipsiz yine geldi, vitrindeki kitaplarını alıp, on tane de sipariş verdi, üstelik parasını peşin ödeyip, gitti." dedi.

Sevinsem mi, üzülsem mi anlayamamıştım. Ama çok geçmeden, o tipsizin kim olduğunu kısa sürede öğrenmiştim. O tipsiz, takıldığım meyhanede bana her akşam Adana kebabı ve bira ısmarlayan, kendini bana 'sanatçı menajeri-organizatör' olarak tanıtan Adanalı Mehmet'ten başkası değildi. Meyhanede tanıdığım 'sanatçı menajeri-organizatör' Mehmet meğerse, 'Alo' yaparak sattığı kitaplarımın parasıyla bana her gece hacıağalık yapıyormuş. Alocular'ın, kendilerini 'sanatçı menajeri-organizatör' olarak tanıttıklarını öğrenmiş oldum bu arada…

Aslında hayat, çelişkiler yumağı kara bir mizahtır. Kırk yıllık aktör Talât Bozok'un bu zamanlarda sanatıyla ilgili yaşadıkları da bir çeşit kara mizahtır.

Geçenlerde Talât Bozok'la birlikte yolda yürürken insanlar, özellikle liseli genç insanlar Bozok'a, "Aaa, İbo'nun babası Süleyman!" diyerek seslenip, hayranlıklarını dile getiriyorlardı. İstiklal Caddesi'nde bu hayran bakışlar ve seslenişler iyice çoğaldığında dayanamayıp Bozok'a, "Abi, kimdir bu İbo, kimdir bu Süleyman, görüşmeyeli adını mı değiştirdin, çocuk mu yaptın?" diye sorduğumda, "Özel bir kanalın dizisinde, İbo isminde liseli bir gencin alkolik babası Süleyman rolündeydim. Ama senarist, beni rol gereği AMATEM'e yatırdığından, kaç haftadır sete çağrılmıyorum…"

Talat Bozok bu günlerde, rol gereği AMATEM'den çıkıp, dizi setine döneceği günü bekliyor. Tabi ki bu durum, dizinin senaristinin insafına kalmış. Bu süreç uzadıkça, her geçen gün Bozok'un ev kirası, su, elektrik, bakkal borcu da kabarmaya başlamış olacak haliyle…

Süleyman'ın bir an önce iyileşmesini, AMATEM'den çıkıp setlere dönmesini diliyorum.

Bu güzel memlekette otuz yıllık bir karikatür sanatçısı olarak, hiç bir destek almaksızın sanat yapmanın, sanatçı olmanın ve sanatla onurlu bir yaşam sürdürmenin zorluklarını en iyi bilenlerden biri olduğumu düşünüyorum…

Atatürk, "Cumhurbaşkanı bile olabilirsiniz, ama sanatçı olamazsınız" demişse de, sanatçı olmanın artık hiç zor olmadığı bir devirde yaşıyoruz. Sanat kavramının içinin alabildiğine boşaltıldığı, sanatçı olmanın ellere ayaklara düşürüldüğü, gerçek sanatçıların ise süründürüldüğü, kendi kaderlerine terk edildiği bir devir bu…

Talat Bozok'un yukarıdaki şahane tiradıyla noktalamak isterdim yazımı; şık da dururdu hani: "… Sanatçısına sahip çıkmayan ülke yöneticilerinin koltuklarının marokenini…" Ama, tekrara düşerim endişesiyle öyle yapmayıp, Thomas Fasulyeciyan'ın o meşhur, bilindik tiradıyla bitiriyorum:

- "Aktör dediğin nedir ki, oynarsak varız! Yok, olunca sesimiz bu gök kubbede, olsa olsa, eski program dergilerinde birer hayal olarak kalırız… Gün ağarır, temizlikçiler gelir, replikler yerlerine kaçışır ve… Perdeeeeee…"

* * *

(Tiyatro sanatçısı Talât Bozok geçtiğimiz Ekim ayında kansere yenik düşerek dünya oyun sahnesini terk etti. Cenazesi Kurtköy Kimsesizler Mezarlığı'na defnedildi.)

diYorum

 

47
Derkenar'da     Google'da   ARA