Patronsuz Medya

Dikensiz gül bahçelerinde dolaşırken

Alper Uzun - 23 Ocak 2011  


Yaşamamışsındır, bilmezsin o pis duyguyu. İnsanlara öyle hoyratça yüklenmemişsindir hiç. Onların nasıl da kırılgan olabildiklerini bildiğinden, belki de aslında kendi kırılganlığını bildiğinden, pek ilişmezsin. Bunun ne tatsız bir şey olduğunu kendi içinde yaşamış, görmüşsündür.

Kırılma noktalarının üzerine üzerine gidilmesinin pek bir kötü olduğunu da yaşamışsındır. O yüzden sıra sana gelince (!) "aynı şeyleri ben de başkalarına yapayım, ben çektim, o da çeksin" demekten kaçarsın. Hiç bir şeyden kaçmadığın gibi hem de. Kötülüğün çağrısından kaçarsın.

Üzerine çullandıkça çullananlar vardır hani. Sen sabredersin. Sabretmenin sebebi cesaretsizliğinden değildir, ama dışarıdan bakana cesaretsizlik gibi görünür. Ve sabrının sebebi, bu hayatta her şeyin gelip geçici olduğunu farketmiş olmandır aslında. Anlamazlar. Sabrını saflık diye görürler. Hatta sevecenliğini de zayıflık olarak algılamaları gibidir bu durum.

Hani bir şarkıda da aynen böyle der ya; "Sevecenliğimi sakın zayıflık olarak algılama!" diye…

Hayata umutla bakmak ne kadar harika bir duygu ise dünyada iyi niyetli insanların çok ama çok az olduğunu farketmek de bir o kadar gerçekçidir. (Zaten iyi niyetli insanların sayısı fazla olsaydı, dünya da bugünkü gibi olmazdı herhalde.)

Senden zarar gelmeyeceğini farkeden insanlarla (ama kötü niyetli insanlarla demek istiyorum) karşılaşmak bu insanların en büyük şansıyken, senin de en büyük talihsizliğin olur. İlle de kötü niyetli olmak zorunda değildir karşına çıkan bu insanlar. "Fırsatçı kişilikler" diyelim, "empati yoksunu duvar insanlar" diyelim.

Bu arada, "duvar" demişken, atlamak olmaz. Çok iyi tanıdığım bir adam vardı. Hani duvar ile muhabbet etseniz daha sıcak bir ilişki içinde olurdunuz, o türden… Öylesine pis bir duvar adamdı ki sana bir biçimde değersizmişsin gibi bir duygu verirdi. Sen sadece kendinin böyle hissettiğini sanırken, onun çevresindeki diğer insanlarla konuşunca anlardın ki bu konuda yalnız değilsin. Meğerse gerçek değersizlik duygusunu bu "duvar adam" yaşarmış ve en yalnız insan oymuş.

Bu tip "duvar insanlar" veya "fırsatçı kişilikler" ya da "art niyetli insanlar" için, zararsız görünen -benim gibi- tipler, herhalde dikensiz gül bahçesi hissini yaratıyorlar. Bir de sadece tavırların değil, Allah vergisi dış görünüşün de -benimki gibi- zararsızsa, işte o zaman yandın demektir.

"Ne yaparsam yapayım bu bana karşılık veremez" duygusunu uyandırır, ağızlarını sulandırırsın onların. Sabrın belki biraz "salak" sabrıdır. Sevecenliğin içtendir. Ama ne var ki bunların hepsi seni bu tür insanlar için dikensiz gül bahçesi yapar. İçin böyle zararsızken, dış görünüşün sert ve metelik vermez tavırlı ise yine az da olsa kurtardın demektir. Bir çeşit bariyer görevi görür bu sert görüntü.

* * *

Evvelki ay bir tren yolculuğumda, sabahın sekizinde, hemen iki koltuk arkamda oturan Hintli abiye meselâ kimse bulaşmamıştı. Kimse "kardeşim sabahın sekizinde bağıra bağıra telefonda konuşmasana" diyememiş, sesini dahi çıkaramamıştı. Ben de sesimi çıkaramamıştım, evet. Kulaklığımı takıp müzik dinlemiştim. Arka fonda Hintli abinin kulakları delen sesiyle birlikte. Bir cesaret, bu abiye dönüp ters ters bakmayı deneyenler bile hızlıca gözlerini kaçıracak yer arıyordu. Ben de öyle sert sert baktım ve evet ben de kaçırdım gözlerimi. Bu Hintli abinin içini bilemem ama görünüşü son derece sertti. "İki bıçaklama, üç kahvehane tarama yaptı" deseler inanırdınız.

Hani bazen vesikalık fotograflar çektiririz ve öyle bir bakarız ki, bir sürü adam dövmüşüzdür, yahut dünyanın en asabi insanıyızdır ya da en hüzünlü ya da en suratsız… Artık o çekilen resimdeki ifade hiç değişmeyecek ve tüm suratsızlığımızla her dosyaya, her kimliğe ilişecektir. Bunu farkettiğimden beri, mümkünse suratsız ve ciddi ve asabi ve gergin ve sert bakışlı vesikalıklar çektirmiyorum. Hatta biraz abarttım galiba, hastanedeki yaka kartımda fazlaca sırıtmışım, bu sefer de çok mu laubali oldum acaba diye düşünüyorum.

Fazla abartmamalı elbette.

Neyse, o tren yolculuğundaki gürültücü hintliden bahsediyordum ya… Adam telefon konuşmasını evinde yalnızmışçasına bir rahatlık içinde yaptı. O sustuğunda sanki tüm tren sustu. İçimizi huzur doldurdu. Birbirimize bakıp "oleeyyy" çekesimiz geldi. Ama abiden çekindik galiba.

İşte böyle bir şey anlatmak istediğim; suratsızlık bir çeşit zırh; sana haddini bildirmeye hevesli birileri çıksa bile, ilk engeli koyuyorsun görünüşünün sertliği ile. Asık suratın ya da ciddi görünümün, belki de sana musallat olacak tipleri uzaklaştırmaya yarıyor. İçin yine sıcacık olsun, sen yine tüm kırılganlığınla ve hassasiyetinle ve empatik takıntılarınla yaşa. Ama sakın bu taraflarını harcatma, kullandırtma kardeşim. Belki biraz zalimce olacak ama bu özelliklerinin değerini bilen insanlar bilsin seni derinlemesine.

Diğer taraftan, evet evet, ben de bu sırıtık fotograflı yaka kartımı değiştirsem iyi olacak.

Yorumlar

Sevgili Alper, insan seni biraz olsun tanıyınca bu yazıda ne demek istediğini çok daha da iyi anlıyor. Senin gibi insanların kıymetini ancak efendiliğin, iyiliğin değerini bilenler takdir eder. Diğerleri için tam anlamıyla "kolay lokma" olarak görülür bu sevimliliğin.

Durmuş Düşünür - 23 Ocak 2011 (11:55)

Gülümseme, gülme ile sırıtma arasında bir yerlerde kaybolmuş gitmiş gibi gelir bana bazen, aslında çekinikliğinde ne büyük bir zarafet gizlidir, ne asildir sıcacık bir ışık huzmesi gibi dudakların kenarına iliştirilmiş haliyle… Çoğu kişinin onun anlamını bile merak etmediğini, onu kullanma edebini öğrenmeyi ve onu kullanmayı katı bir şekilde reddettiklerine şahidim. Hal böyle olunca, sözü edilen kişiler gülümseyen bir yüzü, beni ham yapar mısın diye algılamakta bir sakınca görmeyip, kendi gülümseyişini bile sırıtmak olarak nitelendittirirler insana ve hatta tedavülden de kaldıttırırlar bile.

Nursun Demirsoy - 23 Ocak 2011 (17:24)

diYorum

 

64
Derkenar'da     Google'da   ARA