Patronsuz Medya

Deus Lo Volt

Vahap Demir - 10 Mart 2012  


"Tanrı istiyor."

Birinci haçlı seferi için ilk kez Papa II. Urban tarafından kullanılan söz daha sonra haçlı seferlerinin sloganı haline geliyor. Yüz yıllar boyunca insanların birbirini boğazlamasının en meşrulaştırıcı argümanı bu önerme.

Bir süredir haçlı savaşları hakkında ne bulursam okuyorum. Özellikle seferleri anlatan o dönemde yazılmış vakayinameler oldukça ilginç bilgiler içeriyor. Meraklısı için okuması büyük zevk.

Savaşlara ilişkin başka yazılar da yazmak istiyorum ama bu yazıda biraz güncelliği nedeniyle Ermeniler hakkında bir şeyler yazacağım. Ha bir de Kürtler var.

Kürtler ve Ermeniler yaşadıkları topraklarda savaşlar başlayınca asıl unsuru olmadıkları savaşlarda belki cebren belki de isteyerek taraf oluyorlar. Bana göre taraf olmak dışında şansları olmadığını düşünüyorlar.

Kürtler muhtemelen kendilerine çok benzer yaşam tarzına sahip Türklerle din paydasında da birleşip hem ganimeti bölüşüyorlar hem de kendilerini imha etmesini mukadder gördükleri Hıristiyanlarla mücadele etmiş oluyorlar. Tarih Kürtlerin bu işten karlı çıktıkları kanaatini de bize veriyor. Daha geniş bölgelerde yaşama imkânı buluyorlar, ganimetten pay alıp zenginleşiyorlar, güçlü Türk serdarlarının yanında mevki makam sahibi oluyorlar, hatta Selâhattin Eyyubi örneğinde olduğu gibi kendi devletlerinin başına bile geçebiliyorlar.

Ermeniler ise -muhtemelen- temelde Hıristiyanlarla Müslümanlar arasında çıkmış olan savaşlarda Müslümanların kendilerine de zarar vereceği düşüncesiyle çoğu zaman haçlıların yanında yer alıyorlar. Kürtler gibi asker toplayıp savaşa gittikleri pek vaki değil. Daha çok savaş, içinde yaşadıkları şehirlere geldiğinde el altından yaptıkları bazı eylemleriyle işin kaderini değiştiriyorlar. Meselâ şehir kuşatıldığında birkaç burcu haçlılara teslim ediyorlar. Bu davranışlarıyla da şehrin düşmesine neden oluyorlar.

Dikkatimi çeken bir husus var: Ermeniler bu kadar savaş içinde, toplum olarak tehlikede olduklarında dahi, aralarından iyi bir komutan ya da lider çıkaramıyorlar. Bu galiba daha bireysel bir yaşam tarzına sahip olmalarıyla alâkalı. Dükkânında işiyle uğraşan usta, bireydir. Kimi zaman kısa ömürlü küçük şehir devletleri kurmayı başaran, pek adı sanı bilinmeyen az sayıdaki yönetici de bu konuda bende oluşan genel kanaati değiştirmedi.

Ermeniler bin yıl önce de zanaatkâr insanlar olarak anlatılıyorlar. Tıpkı 1915 öncesinde Osmanlı topraklarında yaşayanlar gibi.

Belki de İbn Haldun'un, "yerleşik yaşayanların savaşçılıklarını yitirdiklerine, topraklarına gelen göçebelere eninde sonunda boyun eğeceklerine" ilişkin meşhur tezini hatırlamanın tam zamanı. Çünkü şehirlerde yerleşik hayat yaşayan Ermenilerle göçebe Türklerin karşılaşması tam da haçlı seferlerinden az önce.

E, Kürtler de göçebeydiler, neden bilmem kaç yıldır aynı toprakların daha işe yaramaz yerlerinde yaşamalarına rağmen Ermenileri yerlerinden etmediler diye sorabilirsiniz. Bunun cevabı galiba biraz sayılarının Türklere göre daha az olması biraz da o toprakların asıl hakiminin Kürtlerin boyunu aşan güçte bir rakip olan Bizans olması.

Roma İmparatorluğu büyük devlet. Geniş topraklarda yaşayan yığınla farklı dinden, farklı ırktan insanı Uzun süre bir arada yaşatmayı başarmış. Biraz adalet, biraz şiddet, biraz farklı olanı kabul ve bir sürü başka araçla ortak bir vasat oluşturmayı başarmış. Her devlet gibi ömrünün sonuna geldiğinde de elindeki toprakların tekrar stabil hale gelmesi için epey zaman gerekmiş. Doğu Roma topraklarında düzenin bozulmasından tekrar düzenin kurulmasına kadar geçen zaman kaba hesap 350 - 400 yıl kadar.

Bu zaman zarfında insanlar birbirlerini boğazlayıp durmuşlar. Osmanlı bölgenin hakimi olduğunda bölgede yaşayan insanlar arasındaki kavga da sona ermiş. Kavgayı daha uzak topraklarda para kazanmak için yapmaya başlamışlar.

Şimdi olan, ömrünü tamamlamış Osmanlı İmparatorluğu'nun topraklarında aynı kavganın devam etmesidir. Henüz Osmanlı coğrafyası stabil hale gelmedi.

Genellikle ilk yapılan paylaşımlar fazla adil olmadığından büyük alt üst oluşlarda düzenin yeniden kurulması için epeyce uzun zaman gerekiyor. Kocaman bir coğrafyada yaşayan yığınla farklı topluluk bir itiş kakış içinde, daha adil, daha razı olabilecekleri bir vasat oluşana kadar kavga etmeye devam ediyorlar.

Bu kadar lâfı ettikten sonra asıl meramıma geleyim. Ermenilerle Türkler arasındaki mesele öyle yüz yıllık filân değil, bin yıllık bir mesele. İnsan hayatında her ne kadar bin yıl uzun bir süre gibi gelse de kavimlerin hafızasında çok da uzun bir süre değil. İşler rayından çıkmaya görsün, bin yıllık hafıza bir anda canlanıverir. Çoğu zaman hiç unutulmaz.

Şii Sünnî gerilimi bin dört yüz yıllık gerilim. Hâlâ capcanlı duruyor. Kim bilir ne kadar zaman daha capcanlı durmaya devam edecek. Ermeni meselesi de öyle. Benim gibi safdiller gün gelip bütün insanların kardeş olacakları bir hayali kuradursunlar; toplumların kahir ekseriyeti bin yıllık kini yaşatmaktan yana.

Kürtler, Türklerle bin yıldır beraber davrandığı için, bin yıldır çıkarları ortak olduğu için Kürtle Türk kolayına kavga etmiyor. Bin yıldır da doğru düzgün kavga etmediği için hali hazırda devam etmekte olan kavganın faturası çoğu Türkün ve Kürdün nazarında Ermeni'ye çıkarılıyor. Meselenin aslına inmektense "Türk, Kürt kardeştir; bunu bölen kalleştir" deyip topu taca atmak daha kolay galiba.

Bilinçaltı böyle olmasaydı eğer, 1915' te Ermenilere yapılan güzelliğin bir benzeri 1920'den bu yana pek çok kez Kürtler için de düşünülebilirdi. Türk'ün elinde yeterli silâh da hep mevcuttu, Kürtlere kıyasla yeterince kalabalık da üstelik.

Kürtlerle Türkler kavga etse de bir yolunu bulup barışırlar galiba ama Türkler ve Ermeniler arasında bir barış çok yakın görünmüyor. Ortak menfaat paydası oluşmadan sert sloganlar, nefret söylemi bu meselenin ana ekseni olacak gibi. Galiba tevekkül edip olan biteni seyretmek ruh sağlığımızı korumanın yegâne yolu.

Deus lo volt.

Yorumlar

Bir yurt dışı gezimizde bölgenin meşhur anıtlarından birinin önünde, eşimle aynı karede olacağımız bir anı fotografı çektirmek istedik. Etrafta bizim gibi pek çok turist vardı, birilerinden rica edecektik. Eşim uzaktan Türk sandığı bir gruba doğru yürüyüp makineyi uzattı, hatta Türkçe konuştu, kendinden o kadar emindi. Bizi anlamadıklarını görünce ricamızı İngilizce ilettik. Onlar da gülümseyerek fotografımızı çektiler.

Fakat makineyi uzatırlarken bize nereli olduğumuzu sordular, Türk'üz deyince sustular, biz de onların Ermeni olduklarını öğrenmiş bulunduk. Ben dayanamadım, uzanıp hepsinin ellerini bir bir sıktım ve defalarca teşekkür ettim.

Bu gereksiz jestimin sebebi sanırım bir tür suçluluk duygusuydu. Psikolojisi karmaşık, aşırı bir tepki vermiştim fakat başka türlü nasıl davranacağımı bilememiştim. Sonunda onlar da bana sarıldılar, vedalaşıp ayrıldık. Yürüyüp uzaklaştıkça hem bizim hem de onların arkamıza dönüp dönüp birkaç kez baktığımızı hatırlıyorum. Birbirimize bir şey söylememiştik belki ama hepimizin içinden kim bilir neler geçiyordu.

Ermeni de olsa, Kürt de olsa halklar her durumda kaynaşır, asıl mesele kâr ve kazanç odaklı güçlerin, savaş/çatışma/terör/şiddet yanlısı dayatmacı hamlelerinin önünü kesmek ve insanların "ölüsünü dirisinden daha kârlı hale getiren" sefil oyunlarını yerle bir edip, o kaynakları kökünden kurutmakta.

Deniz Türkoğlu - 28 Mart 2012 (14:39)

diYorum

 

Vahap Demir neler yazdı?

67
Derkenar'da     Google'da   ARA