Patronsuz Medya

İslam'ın şartı hâlâ beş mi?

Vahap Demir - 25 Mayıs 2013  


Rivayete göre Hz. Muhammed vefatından beş gün önce artık iyice hastalanmışken yanındakilerden kırtas (kâğıt ve kalem) getirmelerini istedi ve "size benden sonra sapıtmanıza engel olacak bir yazı yazayım" dedi.

Orada bulunanlardan Hz. Ömer, peygamberin hastalığının iyice ağırlaştığını ve bu tür işlerle uğraşmasının doğru olmadığını, Allah'ın kitabının Müslümanlara yeteceğini söyleyerek kâğıt ve kalem getirilmesine engel oldu. Bunun üzerine bazıları peygamberin isteğinin yerine getirilmesini, bazıları da buna gerek olmadığını söyleyerek tartışmaya başladılar. Gürültü artınca zaten hastalıktan ciddi biçimde muzdarip olan peygamber orada bulunanları susturarak isteğinden de vaz geçti.

İslam tarihine "kırtas olayı" olarak geçen bu hadise, Müslümanlar arasındaki ilk ciddi fikir ayrılığının da başlangıcıdır. Ehlisünnet Hz. Ömer'in tutumunu, ağrıdan gözlerinden yaşlar akan peygamberin o acının içinde daha fazla yorulmamasını isteyen kollayıcı bir tavır olarak yorumlarken Şiiler Hz. Ömer'in, peygamberin Hz. Ali'yi halife olarak tayin etme niyetinde olduğunu, kâğıt ve kalemi de bunu yazdırmak için istediğini bildiğinden ona engel olduğunu iddia ederler. Bu ise Şii inancı bakımından kabul edilecek bir durum değildir zira ehlisünnette altı olan imanın şartı Şii akidesinde beştir ve biri de imamettir.

İtirazları da yabana atılacak cinsten değildir: Şii inancına göre dini indiren Allah'tır. Peygamber de dinin taşıyıcısı olarak seçilmiş kişidir. Peygamber'i Allah seçer ve dinin kurallarını koyan da peygamber değil bizatıhi Allah'tır. O halde insanların peygamber seçmek gibi bir hakları olmadığı gibi dinin kurallarını da kendi akıl yürütmeleriyle belirleme şansları yoktur. Peygamberin ölmüş olması durumu değiştirmez. Ortaya çıkan yeni durumlar için insanlar akıl yürüterek dine kural ekleyemezler.

Peki, çözüm nerededir? Şii akidesi burada imamet kurumunu öne sürer. İmam, peygamber soyundan gelir, masumdur ve insanların seçimiyle değil Allah'ın seçimiyle belirlenir. Karşılaşılan yeni problemlere getirilen çözümler de imamın akıl yürütmesinin değil Allah'ın ona mesaj ulaştırmasının sonucunda ortaya çıkar.

Kırtas olayında Hz. Ömer'in tutumunun Veda hutbesindeki bazı ifadelerden kaynaklandığı bilgisi de Şii kaynaklarında zikredilir. Veda hutbesinin Sünnî versiyonunda: "Ey müminler! Size iki emanet bırakıyorum, onlara sarılıp uydukça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. O emanetler, Allah'ın kitabı ve peygamberin sünnetidir" şeklindeki ifadeler Şii versiyonunda: "Ben size iki kıymetli şey bırakıyorum: Bu ikisinden birincisi, yüce Allah'ın kitabıdır. Allah'ın kitabına sımsıkı sarılınız. İkincisi de, ehli beytimdir. Ehli beytime muamele hususunda size Allah'ı hatırlatıyorum" şeklinde yer almaktadır.

Sünni âlimlerin bir kısmı veda hutbesine dair Şii tarafın aktarımını doğru kabul eder, fakat ehli beytten kastın kan bağı ile peygambere bağlı olmaktan ziyade onun sünnetine bağlı olmak olduğunu söylerler. İmamet konusunu ise tamamen reddederler. Onların da itirazları dikkate değer. Peygamberlik sona ermiştir. Allah insanlara her türden sorunla baş edebilecek kadar ipucunu kitabıyla ve peygamberinin uygulamalarıyla vermiştir. Karşılaşılan yeni sorunlar karşısında bunlara bakarak çözümler getirmek, sorunun aynısı daha önce yaşanmamışsa benzer sorunlara bakarak meseleyi çözüme götürmek ve ümmetin âlimlerinin çoğunluğunun bir konuda ittifak halinde olması dini bilginin üretilmesinin yolu olarak tarif edilmiştir. Kitap, sünnet, icma ve kıyas.

Başlangıçta tamamen siyasî bir ayrım olarak ortaya çıkan bu durum zamanla fıkhî ve felsefî konularda da belirginleşti.

Şiiler arasında dini algının merkezinde imam bulunduğundan imametin kim üzerinden devam ettiği tartışmasına bağlı olarak ayrılıklar ortaya çıktı. Zeydiye imameti Hz. Hasan soyundan devam ettirirken, On iki imam Şiiliği Hz. Hasan'ı imam olarak kabul etmesine karşın imameti Hz. Hüseyin soyundan devam ettirmiştir. İsmaililer Hz. Hasan'ı imam olarak kabul etmeden Cafer el Sadık'a kadar imameti on iki imam Şiiliğiyle aynı isimler üzerinden devam ettirirler. Cafer Sadık'ın oğlu İsmail'i imam kabul edenler İsmailî olarak adlandırılırken Musa'yı imam kabul edenler on iki imam Şiileri olarak adlandırılmışlardır.

İsmailî kolun devamı olan Fatımi halifesi El Hakim kendisini Allah'ın cisimleşmiş hali ilân etmiş ve takipçileri mezhebin kurucusu Muhammed bin İsmail Ed Dürzi'nin adıyla anılarak Dürziler olarak adlandırılmışlardı.

Muhammed bin Nusayr ise Allah'ı tek başına ifade etmeye çalışmanın yetersiz bir çaba olduğunu, çünkü onun ancak bir varlıklar hiyerarşisiyle birlikte değerlendirilmesi gerektiğinin doğruluğuna inanıyordu. Hz. Ali ise bu varlıklar hiyerarşisinin en yüce cismiydi. Bu yaklaşım Hz. Ali'nin ilâhlaştırılması anlamına gelse de kendine taraftar bulmakta zorlanmadı. Suriye meselesiyle birlikte Türkiye gündemine giren Nusayrilik İsmailî Şiiliğin bir koludur. Eh alın size İran Suriye yakınlığının inançla ilgili boyutuna dair küçük bir bilgi. Bonus olarak.

Hasan Sabbah ve takipçileri ise İsmailîliğin Nizari koluna mensup olup Bâtıni olarak anılmışlardır. O güne kadar pek şiddet eylemlerine bulaşmayan Şiilik, dünya tarihinin en ilginç suikast örgütünü içinden çıkararak dönemin muhtelif siyasîlerine yönelik suikastlarla adını gündeme taşımıştır. Moğol hükümdarı Hülagü'nün Alamut kalesini yıkmasının ardından ciddi güç kaybı yaşamışlarsa da bugün hâlâ Tacikistan, Afganistan ve Hindistan'da Hasan Sabbah Bâtıniliği devam etmektedir.

Yukarda en genel hatlarıyla ve çok detaylandırmadan vermeye çalıştığım Şii Sünnî ayrılığında çıkış noktası başlangıç itibariyle siyasî olsa da itikadî ve fıkhî konularda da keskin ayrılıklar vardır ve bunların bir kısmı birbirini tekfir etmekte beis görmemektedir. Her ne kadar Sünnî dünyasında genel kabuller İslâm'ın beş, imanın altı şartı olduğu şeklindeyse de bunlardan çok uzakta olan ve kendisini Müslüman olarak adlandıran insanların sayısı milyonlarla ifade edilebilir.

Bu yazıyı burada bitirmek niyetindeyim. İslâm'daki felsefî ayrılıkları da yazmak amacıyla oturmuştum bilgisayar başına ama lâf çok uzadı. Bir sonraki yazım felsefî ayrılıkların özeti üzerine olacak.

Din konuşurken en doğrusunu bildiğini iddia edenlerle sık karşılaşırsınız. En doğrusunu bilen kişinin öz güveni karşısında yerden yere vurulmaya da hazır olmanız gerekir. Bir zaman öncesine kadar ben de en doğrusunu bildiğini düşünenlerdendim. Epeydir bu tavırdan uzağım ve hangi bilgimin doğru olduğundan da emin değilim. Kuran okurken de kafamdaki ön kabullerime dayanak bulmak amacından uzağım. Sadece boş bir zihinle Allah'ın ne demek istediğini kavramaya çalışıyorum. Gördüğüm: Bana öğretilen dinde İslâm'da olmayan çok fazla şey var.

Belki soruyu yeniden sormak lâzım: İslam'ın şartı hâlâ beş mi?

Yorumlar

Son kırk yılını din konusunda "ne sen bana iliş ne de ben sana" düsturuyla geçirmiş olan biri olarak, İslâm'ın şartlarının halihazırda kaça çıktığı ya da indiği benim ilgi alanıma pek girmiyor.

Ama şu an itibariyle hayatımızın her alanında (en çok da dünyevî meselelerde) buyurgan ve hoyrat bir üslupla karşımıza dikilen ve rızamız dışında hayatımızı çekip çekiştirmeye kararlı gibi görünen "din referanslı" uygulamaların nereden motive oldukları ilgimi epeyce çekiyor.

Şunu öğrenmek istiyorum hocam:

"Artık bizim borumuz ötüyor, kalkın lan zındıklar" dercesine, hoparlörün sesini her sabah biraz daha açarak, bizi kalp çarpıntılarıyla yatağımızdan zıplatan müezzin…

Sağlıklı kuşaklar yetiştirmek ya da biz zındıkları günahtan korumak ya da aklına esen herhangi bir gerekçeyle, içtiğimiz biradan seks hayatımıza, hatta yavrulayıp yavrulamayacağımıza kadar her halta kendisi karar vermek isteyen padişah…

Gençlik dönemimin sol örgütlerinde envai çeşit örneğini gördüğüm sekterlik damarının İslâmi kanattaki en nadide versiyonlarını sergileyen ve satır aralarından kavga devşiren entellektüel…

Hale Jale Lale… Modern Folk Üçlüsü… Mazhar Fuat Özkan… Recep Tayyip Erdoğan… Ve diğerleri…

Benim hayatım için tehdit oluşturuyor mu?

Hayatımızın her alanına nüfuz ettiğini gördüğüm İslâmi söylemli despotizmin kökeni gerçekten Kuran mıdır, yoksa muktedirlerin zihinsel evrenleri mi?

Kuran, herhangi bir izleyicisine, Agnostik Necdettin Efendi'nin hayatına burnunu sokma ve hizaya getirme hakkını veren herhangi bir buyruğa sahip mi, değil mi?

Bunu bana söyleyebilirseniz, ben de hiç değilse bundan sonra Kuran'a ve muhtevasına karşı dostane bakıp bakmayacağıma karar verebilirim.

Yok eğer, psikolojimi bozmaya yeminliymiş gibi, her yaptığıma bir kusur bulup suçlayan, tehdit eden bir içeriği varsa, bileyim de, ben de artık Pastafaryan mı olurum, Bogomil mi, Zerdüşt mü, ona göre karar vereyim. Zira, şu yaşımdan sonra Kuran'dan ve muhiplerinden ciddi ciddi tırsmaya başladım.

Sorduklarıma kızıp bağırmadan cevap verirseniz çok makbule geçer. Zaten cehaletimden eziliyorum, nasıl derler, gençliğimde bir kez okumaya niyetlenmişsem de, yahudilere sövüp saydığı bölüme gelince sinirim kalkıp elimden bıraktığım (ille de anti semitist olacaksam, bunun için kutsal kitaba neden başvurayım) ve bırakış o bırakış, bir daha da içindekilere karşı merak beslemediğim için, tam anlamıyla Kuran cahili sayılırım.

Ama meselâ bana Budizm'i sor, Hinduizm'i sor, saatlerce anlatabilirim. Hele rock müziği sor, susmak bilmem. Hele kızları sor, destan yazarım.

Merak ettiğim hususu sanırım anladınız. Ben, ille de bir dine bağlanacaksam, bana cehennemi bu dünyadayken yaşatmayan bir dini tercih ederim.

Uzattım, konu dağıldı. Soruyu tekrar edeyim: Kuran'dan korkmalı mıyım?

Bilgeliğiniz yolumu aydınlatacaktır…

Agnostik Necdettin Efendi - 26 Mayıs 2013 (19:52)

Hocam, yazının ilk kısmındaki sayılanlardan Mazhar, Fuat, Özkan ve Recep Tayyip Erdoğan hariç diğerleri yaşam tarzınız için tehlike oluşturmaktadırlar. Güçleri yeterse; yettiği kadar sizi hizaya getirmeyi cennete giden yolda en önemli bir adım sayacaklarından bu çabalarından hiç vaz geçmeyeceklerdir.

Recep Tayyip Erdoğan'a gelince tarihsel ve sosyolojik çıkarımlarım sonucunda şunu rahatlıkla söyleyebilirim: İslâm tarihinde mebzul miktar onun kadar başarılı siyasetçi mevcuttur. Hemen her biri söylemde oldukça dindar bir profil sergilerken uygulamada oldukça liberal yaklaşımlar sergilemişlerdir. Dönemlerinin karakteristik özelliği her anlamda görülen rahatlamadır. Bu söylediklerim ayrı bir yazının konusunu teşkil edecek kadar geniş bir mevzudur. Bunun benim gördüğüm tek aykırı örneği Nizamülmülk'tür ki kanaatimce öngöremediği ve arzu etmediği sonuçlara sebep olmuştur. Bir sonraki yazımda buna daha detaylı değineceğim hatırınıza binaen.

Sorunun ikinci kısmının cevabını üç taksitte vereceğim izninizle. İlk kısmı burada, ikinci kısmı bir sonraki Derkenar yazımda, üçüncü kısmı kardeşinden ağabeyine mail ortamında olacak. Neden derseniz, soru zor.

Despotik uygulama nasıl oluşmuş, bir örnek kısmen aydınlatıcı olacaktır: Yahudiler şehrin hakimi sıfatıyla Hz. Muhammed'e gelip kendi içlerinden zina yapmış olan bir kadınla ilgili hüküm sorarlar. Kuran'da henüz bu konuda bir hüküm yoktur. Peygamber daha önce de bazen yaptığı gibi kendi şeriatlarında bu konunun hükmünü sorar. Taşlanarak öldürülmek olduğunu söylerler. Bunun üzerine hükmü Yahudi şeriatına göre verir ve kadın taşlanarak öldürülür. Bir süre sonra Kuran'da konuyla ilgili olan iki ayetten ilki gelir. Özetle, "sizden zina yapan kadınları Allah onlar hakkında hükmünü verene kadar veya ölüm onları alana kadar evlerde tutun" der. Bu ayet hiç bir hüküm bildirmez. Hüküm gelene kadar bir şey yapmayın anlamındadır. Ardından bir süre sonra 100 sopa vurun şeklindeki ayet gelir.

Bu gün çoğu Müslüman kuranda recmin olduğuna inanır.

Vahap Demir - 26 Mayıs 2013 (22:24)

Eğer herkesin kendi şeriatına göre yargılanması esassa sorun çok büyük değil. Ben damardan rakınrolcu olduğuma ve kulak zevkim konusunda fevkalâde seçici olduğuma göre, cezam arka arkaya 100 tane Serdar Ortaç şarkısı dinlemek olabilir, ki bu da adamı öldürmez, sadece süründürür. Ne yapalım, şeriatın öptüğü kulak acımaz der geçerim.

Fakat, ıskalamayalım diye söylüyorum; benim esas korktuğum şey, "acaba yaşam tarzımı değiştirirler mi" gibi bir şey değil. Buyursunlar değiştirsinler, değiştirilmemiş bir şey kaldıysa. Çok çok da ayda yılda bir içtiğim bir şişe biradan olurum. Denize slip mayoyla değil de uzun donla girerim, kızlar düzgün bacaklarımdan mahrum kalır. Namaz kılmayı çocukken öğrenmiştim, zorlarsam hatırlarım her halde. Üç kulhüallahü bir elham da halen ezberimde.

Yaşam tarzımı zaten kendim değiştirdim, Müslümanları parya olarak gören çükündürük cemaatime duyduğum tepki yüzünden. Değme Müslümandan daha temiz ve nezih yaşıyorum. Eh, harcamaz biriktirirsem Rafsancani'ninki kadar sakalım bıyığım da olabilir. Yetmezse, Erdem'den ödünç alırım biraz. Ya da eksik yerleri kömürle boyarım. Neden korkayım?

Belki bir tek şeyden korkabilirim. Yaşadığım emekli memur kasabasındaki sürüsüne bereket saçı sarıya boyalı menopozlu kadından biri karşıma dikilip de "yaaa, neymiş, bak, arka çıktığın yobazların zekeri kol gibi girdi, şimdi iyi misin" derse, dilim o zaman kulağıma kaçabilir.

O gerzeklere madara olmak da bir çeşit recm cezası, ondan tırsarım işte.

Agnostik Necdettin Efendi - 26 Mayıs 2013 (23:22)

Bu konu içki satışının sınırlanması ile beraber gündeme oturdu sanki.

Beyaz Rusya'da yaşıyorum aynı yasak burada senelerdir var, Finlandiya'da da daha katı bir şekilde uygulandığını duydum. Ayrıca kamuya açık alanlarda park vb.içki içmek 2 ya da 3 yıldır yasak. Ki içki içmek Belarus'ların tek olmazsa olmazı, bayramda seyranda düğünde cenazede her yerde her şartta içen, içkisiz eğlence olamayacağına iman etmiş bir millet. Üstelik inançları da yasaklamıyor içki içmeyi.

Burada tepki filân olmadı gece perakende yasağı getirildiğinde ya da kamu alanlarında içki içmek yasaklandığında. Kimse sallamadı yani. Bunlar mı çok vurdumduymaz yoksa bizde mi bir acaiplik var?

Mehmet Karaman - 27 Mayıs 2013 (12:27)

Değerli Hoca Vahap Demir, 'Bir zaman öncesine kadar ben de en doğrusunu bildiğini düşünenlerdendim. Epeydir bu tavırdan uzağım ve hangi bilgimin doğru olduğundan da emin değilim.' diyerek, tevazunun en güzelini göstermiş.

Bu tevazu ve de ' tefekkür' çalışması ki, Kur'an'ı anlamayı sağlar.

'Hayatımızın her alanına nüfuz ettiğini gördüğüm İslâmi söylemli despotizmin kökeni gerçekten Kuran mıdır, yoksa muktedirlerin zihinsel evrenleri mi?' sorgulayıcı sözleriyle, Agnostik Necdettin Efendi tefekkür kapısında olduğunu gösteriyor. Devam edilsin gerisi gelir!

'… cehennemi bu dünyadayken yaşatmayan bir dini tercih ederim.' için de; firavunların da dini olduğunu, bulundukları toplumlarda, hep 'hayatımızı çekip çekiştirmeye kararlı gibi görünen "din referanslı" uygulamaların…' sahipleri olduklarını da bilmeniz de yarar vardır.

İktidarlarını sürdürmek için hep 'din referanslı' konuşurlar!

Hep, geçmişte yaşamış 'Büyük Zat 'ların ismini referans göstererek hükümranlıklarını 'koyunlar! 'üzerinde sürdürmeye çalışırlar.

Allah! derler ama, aynı zamanda, 'şerefsiz', 'çapulcu!' diye hakaret ettikleri insanların da (her ne kadar yanlış yaparlarsa yapsınlar) Allah rızası için, saygıya, yol gösterilmeye değer olduklarını unuturlar! Bunlar ki Allah'ın şaşırttıklarıdır. Bu şaşırtma da 'iktidar sahibi!' olmaları vesilesi iledir. Bunların adları hep 'firavun' olarak kalacaktır.

'… İslâmi söylemli despotizmin kökeni gerçekten Kuran mıdır, yoksa muktedirlerin zihinsel evrenleri mi?' için; Despotizm'in Kur'an da yeri yoktur dersek yanlış olmaz! Kur'an Evren'dir, 'oku!'nmak için; Evreni okuyamayan zavallı insanlara, insan dili ile açılımıdır.

Her an'da O'nun olduğunu bilmek istemeyen firavunlar, ellerindeki güçleri, yalnızca kendi mevkilerini korumak için kullanırlar, her ne kadar, 'biz yaratılanı severiz yaratandan ötürü' sözünü ağızlarından düşürmeseler de! Geçmişte yaşamış, insanların kalbinde ve aklında yer etmiş o Zat'ı, aracı ederek insanları kandırırlar!

İsmail Sabaz - 26 Haziran 2013 (18:59)

diYorum

 

Vahap Demir neler yazdı?

51
Derkenar'da     Google'da   ARA