Patronsuz Medya

Kaşıyan Adam

Vahap Demir - 3 Eylül 2008  


Aslında halktan haz etmemelerinin temelinde bir şekilde yapıp ettiklerini eninde sonunda halka onaylatma zorunluluğu yatıyor.

Sadece 30' lu yılların asrısaadeti değil belki ondan daha ziyade ittihat ve terakki döneminin hem sorumsuz bir o kadar da cüretkâr iktidarını özlüyorlar. Düşünsenize en ipe sapa gelmez politikayı gözü kara bir şekilde uyguluyorsunuz ama bir Allah'ın kuluna ne kendinizi onaylatma derdiniz var ne de kimse size hesap sorabiliyor.

Enver bizim ailede eskiden beri sevilmeyen biriydi.

Ailede iki Enver'e ilişkin hikâyeler anlatılırdı:

İlki Elazığ türküleri söyleyen dönemin radyo sanatçısı Enver D. Kendisinin amcama sattığı bir tarla karşılığında epeyce yüklü bir para aldığı, daha sonra tarlanın tapu devrini yapmaya yanaşmayarak çamura yatma eğilimi gösterdiği, bunun üzerine amcamın tabancayı göbeğine dayayarak bileğinin hakkıyla tarlanın tapusunu almayı başardığı; hikâyesiyle gönendiğimiz Enver.

Devir yerli sinemada Cüneyt Arkın gibi fena halde adam dövenlerin filmlerinin revaçta olduğu ve hemen herkesin bir amcaoğlunun İstanbul'a gittiğinde tesadüfen bir yerlerde Cüneyt Arkın ya da Kadir İnanır'ı gördüğü ve amcaoğlunun Cüneyt Arkın'a: "Ulan şerefsiz! Sinemada adam dövmek kolay. Bak karşındayım işte, erkeksen gel dövüşelim" dediği; Cüneyt Arkın'ınsa bu amcaoğullarından tırsarak: "Abi bakma sen o filmlere, orda işler senaryo gereği öyle… Yoksa ben aslında korkağın tekiyim… Sen beni havada karada döversin" dediği devir.

Hem mutlaka her ailede birinin bir şöhret sahibini fena halde korkuttuğu hikâyelerin bu kadar yoğun anlatılıyor olması hem de elin adamı anlı şanlı Cüneyt Arkın'ı korkutabilirken amcamın bula bula kıytırık bir radyo sanatçısını korkutabilmiş olmasının verdiği küçümseme hissi Enver D. Hikâyesine olan inancımı ciddi olarak sorgulamama neden olmuştu.

Birinci Enver'den soğumuştum.

İkincisi ise kuşkusuz adı her geçtiğinde, ortamdaki herkesin ağzından mütevekkil bedduaların dökülmesine neden olan Enver Paşaydı.

Dedemin anlattığına göre rahmetli büyük dedem ölürken gözü arkada gitmiş zira iki kardeşinin Sarıkamış'ta donarak öldüğü haberi kendine ulaşmış ama yine aynı cephede olan üçüncü kardeşi hakkında farklı rivayetler kulağına çalınsa da akıbeti hakkında kesin bir bilgiye ulaşamamışlar.

Kimine göre bu kardeşi Ruslara esir düşmüş, kimine göre savaşırken vurulmuş ve ölümü diğer kardeşlerininkinden daha kolay olmuş. Ancak kesin bir bilgi olmadığından rahmetli ölüm döşeğindeyken bile gözü kapıda kardeşinin içeri girmesini beklermiş. Etrafındakilere de bu kardeşi için hissettiği acının ölüm haberini aldıklarına göre çok daha büyük olduğunu anlatır dururmuş.

Dedem her seferinde hikâyenin burasında bir sigara yakar ve: "Rahmetlinin hastalığına kardeş acısı sebep oldu" derdi.

Hikâyeyi dinleyen ailenin gençleri, üzerinde yorumlar yapılmasa bile nerden baksan doksan yıl önceki büyük amcalarının cephede çektiği lüzumsuz sıkıntı ve yüzünü bile görmedikleri büyük dedelerinin içini yiyen acı yüzünden olayın müsebbibine kinlenir, beddua ederlerdi: Enver mezarında dik durasın!

İkinci Enver'den de soğumuştum.

Yedi erkek kardeşin üçü Sarıkamış'ta, diğer üçü ise Yemen vb. İmparatorluğun savaştığı cephelerde ölüp, sadece büyük dedem kalır geride. Diğer cephelerde ölen üç kardeşin acısı bir ölçüde savaşa bulunan mantıkla azaltılmaya çalışılır ama Sarıkamış hiç bir mantık ölçüsüne sığmadığından geride kalana yas ve kin tutmak kalır yıllar boyu.

Birinci cihan harbinde ailenin üyeleri eksilir, ikinci cihan harbinde ise ülkeyi yöneten kadrolar bu kez savaşa sokmazlar ülkeyi ama savaşa giren ülkelerde bile eşine az rastlanır bir yokluğa neden olurlar. Bu kez yokluk aile üyelerinden bir kısmını alıp götürür. Aile faturayı İsmet paşaya keser doğal olarak.

Enver paşaya olduğu gibi kimsenin İsmet paşaya beddua ettiğine rastlamadım ama ailede oldum olası ne ittihatçılar ne de onların devamı olarak görülen tek parti dönemi yöneticileri ve bürokratları sevilmezlerdi.

Anlatılanlara göre ilk kez hem refahın ne olduğunu hem de asker dipçiğinin korkusunun enselerinden eksildiğini Menderes döneminde bir miktar hissederler. Menderes, Elazığ' da ağaların elindeki devlet arazilerini alıp köylüye dağıtır.

Bizimkiler severler Menderes'i.

Darbe dönemleri ise tüm baskı ve insanlık dışılığına karşın, haylaz okul çocuklarının ruh hali içinde anlatılırdı.

Asker köylüden silah toplamaya gelir, erkekleri köy meydanında topladıktan sonra belli bir yaş aralığındakileri önce nefesleri kesilene kadar koşturup silahlarını getirmelerini ister, hâlâ iradesini kıramadığını düşündüklerini ise hortumla döver filan…

Hakikaten silahı olanlar teslim eder, silahı olmayanlar ise dayaktan kurtulmak için tanınan süre zarfında bir yerlerden silah satın alıp askere teslim etmeye çalışır.

Darbe döneminin geçici olduğu fikri bu dönemlere ilişkin kötü duyguların çok belirgin yer etmesini engeller.

Birilerinin ısrarla karşı devrim süreci olarak adlandırdıkları ve her imkân bulduklarında kesintiye uğratmaya çalıştıkları süreci insanların büyük çoğunluğunun sevmesinin altında: Ulan ne de güzel karşı devrim yapıyoruz… Hazır elimiz değmişken cumhuriyetin de icabına bakalım şeklinde bir bilinç yatmamaktadır.

Tersine birkaç meczubu saymazsanız ülkede padişahlığın daha iyi olduğunu ve tekrar padişahlık sistemine dönülmesi gerektiğini düşünen neredeyse kimse yoktur. Halk hem cumhuriyetten hem de serbest seçimlerden hoşlanmaktadır ve tepede işler nasıl giderse gitsin sabırla ve tevekkülle kendinin söz söyleyeceği günün gelmesini beklemektedir.

Beklerken de herhalde keyif verdiğinden olsa gerek göbeğini kaşıyarak filân beklemektedir. Hoş bazen elinin daha aşağılara kaydığı da olur ama ittihatçı taifesinden değilseniz irkilmenize de gerek yoktur.

diYorum

 

Vahap Demir neler yazdı?

58
Derkenar'da     Google'da   ARA