Patronsuz Medya

Oremar

Vahap Demir - 9 Haziran 2011  


Sırrı Süreyya Önder'i severim.

Epeyce güzel yazılar yazıp meramını güzel anlatabildiği için. Radikal'deki yazıları memleketteki cemaatleri hatırlatıyordu bana.

Cemaat deyince hemen aklınıza dini topluluklar gelmesin. Kürtler bir araya toplanıp muhabbet etmeyi de cemaat olarak adlandırırlar. Önder'in yazıları da bu cemaatlerden beslenmişliğin izlerini taşıyordu. Kendisi de bu türden cemaatlerde yoğun mesai harcamış biri olarak yazılarından özel bir haz almaktaydım.

Bir de nasıl desem; vicdan sahibi olduğu kanaati uyandırdığı için galiba.

Malûm kendisi milletvekili adayı artık.

Özel radyoların ilk yaygınlaştıkları dönem, Kürt coğrafyasında sert bir savaş iklimi hüküm sürmekteydi.

Elazığ'ın Kovancılar ilçesi, Bingöl ve Tunceli karayollarının kavşak noktasıdır. Hemen her gün onlarca askeri ambulansın ilçe merkezinden sirenler çalarak geçişlerine şahit olurduk. Ardından nerede nasıl bir çatışma gerçekleştiği, kimin kaç kayıp verdiği haberleri dolaşırdı halk arasında.

İlçe'de yoğun bir asker ve polis nüfusu da mevcuttu o günlerde ve halkla araları da pek iyi değildi.

O dönem ilçede yayın yapan tek özel radyoda önce bir vatandaştan "dağlara gel dağlara" şarkısı istek alır, ardından meselâ "özel harekâtçılardan" ya da "komando taburundan" "dağlar seni delik delik delerim" türküsü istek alırdı.

Şarkıların işaret ettiği gerçeklik dolayısıyla bu atışma, tarafını kesin belirlemişlere keyif verirken arada duranlara kekremsi bir his yaşatırdı.

Sırrı Süreyya Önder'in de seçim bölgesi olan İstanbul İkinci bölgede yaşıyorum. Önder'in artık pek göremediğimiz seçim minibüsünde en sık çalınan şarkılardan biri de "Oremar" .

Oremar bir yer adı. Resmi adı: Dağlıca.

Oremar'da az önce anlattığım hikâyedeki kekremsi hissi yaşatıyor.

Türkler, empati yaparak Kürt adayları destekleyebilirler. Bu erdemli bir davranıştır kanaatimce.

Kürtlerin önemli bir kısmı ise en azından adaylardan bir kısmının söylemlerinden korkuyorlar artık.

Barışı ararken savaşı, öldürmeyi yücelten bir dil kullanmaları, bütün Kürtleri tek tipleştirme çabaları, farklı olan Kürdün ölümle karşı karşıya kalmasını normal kabul etmeleri, Kürtçe ezan gibi saçmalıklarla Kemalist ulusalcılığını taklit etmeleri bizi ürkütüyor.

Bize vaad ettikleri yer bir tür Pol Pot Kamboçya'sı adeta.

Sırrı Süreyya Önder'i çok sevmeme rağmen, Selahattin Demirtaş konuştuğunda şükür yarabbi, aklıselim diye bir şey de var dememe rağmen oyumu bağımsız adaylara vermeyeceğim.

Oremar kötü bir şarkı.

Yorumlar

Vahap Demir'in bu yazısı çok yorum alır diye umuyordum ama şu ana kadar fikir beyan eden hiç kimse çıkmadı.

İki gündür bu yanılgımın nedenlerini anlamaya çalışıyorum. Aklıma gele gele şu şıklar geliyor:

1- Bu günlerde Derkenar'ı kimse okumuyor,
2- Herkes Vahap Demir'le aynı fikirde, üzerine eklenecek başka şey yok,
3- Herkes Vahap Demir'le zıt fikirde, bakış açısını tartışmaya değer bulmuyor,
4- Bu konuda hiç kimsenin fikri yok,
5- Ahali ketum, bildiğini kendine saklıyor,
6- Yarın yapılacak seçimler hiç kimsenin ilgisini çekmiyor,
7- Ahalinin özgüven sorunu var, tartışmaya katılmaktan tırsıyor.

Birinci şıkkı ben eledim, zira yukarıdaki anlık sayaç pek öyle demiyor. Diğerlerini bilemem.

Ama iki gündür kendimi suçlayıp duruyorum; her halde "imla, edep, ıvır, zıvır" derken insanları strese soktum, iki satır yazmaya bile çekinir hale getirdim diye.

Umarım öyle değildir.

Büdütör - 11 Haziran 2011 (12:05)

Ben şahsen Büdütör'den hiç çekinmiyorum. Torunlarımdan vakit buldukça da Derkenar'ı takip ediyor, fikirlerimi beyan ediyorum. (Zaten hitabetim oldum olası özenlidir, yalapşap davranmayı ve yazmayı "özgürlük" sananlardan değilim. Bizim kuşak test sistemiyle yetiştirilmediği için, meramımızı düzgün bir imlâ ile anlatmak, bizim için külfet değil bir nevi fabrika ayarımızdır.)

Sayın Vahap Bey'in bir Kürt olarak, Kürt siyasetçilerin şedit ve tehditkâr diline karşı tavır alması, kanaatimce "şükür yarabbi, aklıselim diye bir şey de var" dedirtecek bir yaklaşımdır. Her zamanki gibi kendisine yaraşır incelikte, entellektüel cesareti haiz bir yazı yazmış. Yürekten kutluyorum.

Ne var ki, ümüğüne çökülmüş boğazı sıkılmakta olan birine "sen böyle tepindikçe benden destek bekleme" demek yerine, önce bir el uzatıp rekabet koşullarını adil hale getirmek, sanırım muacceliyet arz eden bir insanlık görevidir. Kaşığı çatalı hangi elimizle tutacağımızı bilâhare tartışabiliriz.

Ayrıca, bendeniz Kürt siyasetçilerinin son zamanlardaki beyanatını tehdit olarak değil, uyarı olarak algıladım. Asıl tehditkâr ve çok ürkütücü olan, şu an gücü elinde bulunduranın kullandığı dil. Allah Türkiye'yi bu hırstan ve bu zorba dilin arkasındaki akçeli hesaplardan esirgesin diyorum.

Oremar, bence şarkı değil marş. Yazıyı okuyunca YouTube'dan aradım, dinledim. Şahsen diğer marşlardan daha iyi ya da kötü bulmadım. Marş işte, al birini vur ötekine. Temelde tüm marşlar bir çeşit reklam cıngılı değil midir?

Durmuş Düşünür - 11 Haziran 2011 (12:26)

Hadiseye (şarkıcı olana değil) halkların kardeşliği şiarından yola çıkarak bakınca, "yurtseverlik" olgusu bile (milliyetçiliğin solcu tabiri) ufak bir rahatsızlık vermiyor değil. Yani "insan hem Marxist hem de milliyetçi olabilir mi?" diye sormadan da edemiyor, bazı Türk ve Kürt siyasetçilerin söylemlerinden dolayı.

Muhittin Duyargalı - 11 Haziran 2011 (14:10)

Fırat Haber Ajansı'nın haberine göre Öcalan şunları söyledi:

"Şu an içinde bulunduğumuz süreci demokratik anayasal çözüme işlerlik kazandırma süreci olarak adlandırıyorum. Bu dönem anayasal süreci belirginleştirme dönemidir. Benim buradaki pozisyonum demokratik anayasal süreci olgunlaştırma ve katkı yapma pozisyonudur. İçinde bulunduğumuz süreç iki boyutu olan bir süreçtir. Birinci boyut benim heyetle yaptığım görüşmede ulaşmaya çalıştığımız demokratik anayasal çözümdür. Burada bu görüşmelerim, bu çabalarım devam ederken sürecin ikinci boyutu ise meşru savunma pozisyonunun sürdürülmesidir. Yani anayasal çözüm çalışmaları ile meşru savunma pozisyonu atbaşı yürümelidir. Bu nedenlerle şimdilik devrimci halk savaşını, orta yoğunluktaki savaşı esas almıyoruz. Biz Kürt sorununun çözümü için demokratik anayasal çözümü esas alıyoruz."

Dikkatli ve angajmansız okunursa, bunun şiddet yanlısı değil çözüm öneren bir dil olduğu anlaşılabilir.

Üstelik bu dilin sahibinin 12 seneden beri "hasmının" elinde tutsak ve yalıtılmış bir hayat sürdüğü de düşünülürse, yeterince aklıselim sahibi bir dil olduğu da anlaşılabilir.

Bunu anlamak için Kürt ya da Türk olmak fark etmez; barıştan ve kardeşlikten yana olmak yeterlidir.

Devam eden bir sıcak savaş sırasında taraflardan sadece birine dönüp "silâhını ve haksızlığa başkaldırma iradeni terket" demenin hakkaniyetli neresinde?

Bir tarafın hiç bir direnç göstermeksizin boynunu kemende uzattığı bir seçeneğe "barış" değil "intihar" denebilir ancak.

Osman Yamukoğlu - 18 Haziran 2011 (10:59)

Savaş bir kere başladı mı kim haklı, kim haksız tartışması bir yerden sonra çok anlamlı değildir. Tarafların saldırmak için, savaşmak için pek çok gerekçesi vardır mutlaka. Burası üzerinde çok söz söylendi zaten. Evet, devlet inanılmaz kıyıcı davrandı Kürtlere. Halen daha çözümün önündeki en büyük engel alttan alta, sorunu çözmeden sadece örgütü tasfiye çabası ve örgütün buna direnci gibi görünüyor.

Benim asıl üzüldüğüm şey: Kürt siyaseti adına hareket eden arkadaşların da en az eleştirdikleri devlet tavrı kadar kıyıcı bir tavra sahip olmaları. Mermer gibi monoblok, sınıfsız, imtiyazsız, kaynaşmış bir Kürt kitlesi yaratmaya çalışıyor olmaları.

Bu tavır beni korkutuyor. Korktuğum için de seçimlerde oyumu onlara vermedim.

Vahap Demir - 22 Haziran 2011 (13:50)

'Kürtler bir araya toplanıp muhabbet etmeyi' cemaat olarak adlandırmazlar. Cemaatten anladıkları topluluktur. İnsanların bir araya geldiklerinde konuşmaları normal olsa gerek.

Radyo-istek anekdotuna gelirsek Diyarbakır'da yaşanmıştır. Mütemadiyen 'dağlara gel - dağlar seni delik delik delerim' atışması olmamıştır. Bir ilçede yayın yapan tek özel radyo ilk isteği ikinci kez yapacak, olacak iş değil.

97 yılıydı yanılmıyorsam, Gaziantep'te yayın yapan bir radyodan, emniyet mensupları için 'dağlara gel' isteği beraberinde program sunucusunun 'vatan-millet edebiyatını, polisler çok şeker şeylerdir yağlamasını, böyle şeylere karşıyız yusuf yusufunu' getirmişti.

Sırrı Süreyya Önder'i 'kafa dengi' adlı programla tanıdınız büyük ihtimalle.

'Ben tarafsızım ve de acaip entellektüelim' halleri Mehmet Metiner'in Hadep yöneticisi olduğu yıllarda partiye yakın gazetede yayımlanan yazılarını anımsattı. Öncesini bilmem ama 2002 yılından beridir AKP'ye oy verdiğiniz aşikâr.

'Gelsinler teslim olsunlar, hapishanelerde boş yer var, yoksa da yenilerini yaparız' yolunu öneriyorsunuz. Düşük yoğunluklu savaşlar tuhaf insanlar yaratır. Bu savaşta herkes kirlenir ama, insanlar yanı başlarında öldürülürken sırtını dönüp 'ben savaşa karşıyım' diyenler katrana bulandıklarının farkında varmazlar, kirli ve kör olma hali ya da 'cemaat'in bayağı tavrı.

'Cemaat'e mensup olduğunuzun farkına nasıl varamadınız anlamış degilim.

Orhan S. - 24 Haziran 2011 (08:19)

28 yıldır sürüp giden bir savaş var. Savaş diyorum, mahalle maçı değil. Resmen 30 küsur bin insanın (muhtemelen çok daha fazlasının) ÖLDÜĞÜ, bilmediğimiz sayıda insanın da evsiz barksız, aç açık, bedenen ve ruhen sakat bırakıldığı bir iç savaş bu.

O nedenle, içimizden bazılarının tuzu kuru, maçayı sağlama almış, kerpiç damının başına yıkılmayacağından emin, tepeden bakan büyük şehir aydını tavrıyla (hem de muktedirlerin ağzıyla) konuşup, "önce indir şu elini bakiim" diye racon kesmesi benim sinirime dokunuyor.

Türkiye nefesini tutmuş, haşmetmaap 1. Recep'in dudaklarının arasından dökülecek üç beş kelimeyi bekliyor. Beyefendi lûfederse akan kan duracak… Ya da bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da oluk oluk akmaya devam edecek.

O zaman ihale gene en tepedeki yetkilisinin "bütün TSK'yı Kandil eteklerine yığsak da PKK'yı dağdan indiremeyiz" diyen genelkurmaya kalacak.

Hapisteki Adam (Apo) PKK'yı "desantralize" etmekten söz ediyor. Bunun ne anlama geldiğini idrak edebiliyor musunuz?

Durmuş Düşünür - 24 Haziran 2011 (12:51)

Üstadım Orhan S. Bey, ben bir anı anlattım. Nasıl doğruluğunu ispatlayacağımı da bilmiyorum. İsteyen inanır. Aynı olay mütemadiyen tekrarladı demedim. Kastettiğim anlattığım minvalde işler oluyordu idi. Yazdığım olay yaşanmıştır ve kulaklarım olaya şahittir.

Tabi ne yaşadığımızı da aslında en iyi siz büyüklerimiz bilirsiniz. Af edersiniz, haddimi aştım. Söz konusu olan geçmişimizse bunu en iyi ancak savaş veren sizler bilirsiniz. Bizler kıçımızı kırıp oturmalı ve sizin bizler için talep ettiğiniz "en iyiye" razı olmalıyız. Eğer razı olmazsak razı edecek muhtelif yöntemlere sahip olduğunuzdan haberdarız.

Sayın Düşünür, bu kısım size de yöneliktir, Basit bir şey söylüyorum: Geçmişte devletin çok kötü işler yapmış olması, bu gün başkalarının, kendilerinden başka herkesi tehdit etmelerinin gerekçesi olamaz. Toprağıma hiç bir korku duymadan gidebilmek istiyorum. Çok mu?

Vahap Demir - 29 Haziran 2011 (13:49)

Silvan saldırısından önce Öcalan'ın ev hapsi konusu da dahil anlaşmaya varıldığı iddia ediliyor. Bu durumda kan dökmenin gerekçesi Kürtlerin temel insanî hakları konusundaki talepler değil galiba. Hoş hiç bir hak yaşam hakkının önünde olamaz kanaatimce.

Vahap Demir - 19 Ağustos 2011 (13:55)

diYorum

 

Vahap Demir neler yazdı?

62
Derkenar'da     Google'da   ARA