Patronsuz Medya

Ramazan Sohbeti

Vahap Demir - 12 Eylül 2009  


Geldi, geçiyor; şöyle afili bir "eski ramazanlar" serzenişi duymadık. Oysa ki adettendir, her ramazanda "ah nerde o eski ramazanlar" diye başlayan, eskiden ramazanların ne kadar hoş ve özlenilesi geçtiğini anlatan saçı sakalı ağarmış insanların zuhur etmesi.

Eski ramazanları şöyle bir düşündüm de "oruç tutmadığı için dövüldü" haberi vazgeçilmezlerdendi. Sanki son bir iki ramazandır bu haberlere pek sık rastlamıyoruz gibi geliyor bana. Yanılıyor da olabilirim ama eskiden illâ ki ne yapılıp edilir herhangi bir şehrin herhangi bir yerindeki kavga, oruç tutanlarla tutmayanların kavgası olarak lânse edilirdi. Bazen harbiden oruç meselesi yüzünden de kavga edildiği olurdu mutlaka ama medyanın bu türden haberleri verişindeki tercih ettiği dil, kavganın kendisinden daha ziyade rahatsızlık verici olurdu.

Çocukluğumun geçtiği Elazığ'da her ramazan bu tür haberler avdet ettiğinde mutlaka anlatılan bir ramazan klasiği vardı ki, eh madem bu bir ramazan mavrasıdır; o halde anlatalım: Ramazanda oruç tutmayan bir gence, yanlardan sarkan bıyıklarıyla maruf ideolojik grubun üyesi gençler saldırır. Zavallıyı, çevredeki esnaf, grubun elinden kurtarana kadar iyice döverler. Kavga ayrıldıktan sonra dayak atan grup az ilerideki kahvehaneye girer ve her biri keyifle bir sigara yakar. Olaya şahit olan esnaftan bazıları gidip kendileri de oruç tutmadıkları halde neden tutmayan bir başkasını dövdüklerini sorduğunda: "biz tutmiik ama tutturiik" (tutmuyoruz ama tutturuyoruz) derler.

Hikâye ne kadar sahih bilmem ama oruçla ilişkilendirilen her kavga haberinin ardından bu hikâyenin bilmem kaçıncı baskısını dinlemek zorunda kalırdık.

Bir de jet lâkaplı cami imamlarının her ramazan mutlaka nasıl da hızlı teravih kıldırdığına ilişkin rivayetlerin bini bir para olurdu. Jet Mâmut, milli maçın başlamasına on üç dakika kaldığından gençler teravihe gelemeyeceklerini söyleyince ben sizi maça yetiştiririm deyip, normali nerden baksan kırk beş dakika süren teravih namazını on iki dakikada kıldırmış da, cemaatteki ihtiyarların tümü daha namazı yarılayamadan abdesti bozup çıkmak zorunda kalmış da, falan da, filân da…

Tabi özellikle ramazanda ya da dini bir konu gündeme geldiğinde "benim de babam hocaydı, dedem hafızdı" söylemleri vardı ki genellikle hemen ardından gelen bir "ama" ile kendisinin, diğer insanlara göre ne kadar sağlam bir noktada bulunduğunu, ne kadar her şeyin farkında ve aydınlanmış olduğunu, oysaki halkımızın büyük çoğunluğunun dini duygularının filân da etkisiyle suiistimale maruz kaldığını anlatmaya yarardı.

Gerçi bu aralar bu söylemi kullanan zevat, umreye filân da gitmeye başladı. Her ne kadar aktardıkları izlenimler, bir dinin hadi mümininden vazgeçtik, en azından aşinası, en azından genel kültür kabilinden bilenine has izlenimler bile değil, ama olsun. Hoş görülebilir. Minarede okunan ezanı "kulelere çıkıp şarkı söyleyen adamlar" diye çevireni de gördükten sonra bu da bir şeydir.

Bunları söylerken asla bu insanların inançsız olduklarını söylemiyorum. Tam tersine, dinin belli ölçüde de olsa kendi hayatlarında yeri olduğunu söyledikleri beyanları benim için asıl olandır. Kaldı ki herhangi birisinin herhangi bir inancı tümüyle ya da tamamen red etme hakkı olduğuna da inanırım. Bana ters gelen daha başka bir şey.

Meselâ, inanç meselesini dışarıda tutarak söylüyorum, çıplak ayakla binlerce insanın arasına karışıp herhangi bir dinin ritüelini yerine getirdiğinde, sadece mermerlerin ne kadar hijyenik temizlendiğini fark ediyorsan, birileri sana haram bölgede hiç bir canlıya zarar veremeyeceğini, kazara yaprak koparmış olsan kefaret ödemen gerektiğini anlattığında tepkin "burası dünyanın en iyi korunan sit alanı" tanımlamasını yapmak oluyorsa, kusura bakma ama önünde yürünecek çok yol var be adamım! Üstelik bu dinle filân alâkalı değil. Daha genel bir şey, kavrayışa, algılamaya ilişkin bir şey.

Dedim ya, ramazan mavrası. Eskiler gibi bir de kıssa sıkıştırayım lafın arasına; hem meramım daha anlaşılır hale gelsin, hem de adet yerini bulsun.

Vakti zamanında Molla Kasım derler bir medrese talebesi varmış. Çok uzun yıllar medresede eğitimine devam etmesine karşın bir türlü icazet alamamış. Onunla birlikte medreseye başlayan arkadaşları çoktan gidip işlerine güçlerine başlamalarına rağmen Molla Kasım her icazet döneminde bir sonraki yıla kalırmış.

Yine bir yıl icazet dönemi yaklaştığında Molla Kasım'ın içi içini yemeye başlamış. Bir gece neden icazet alamıyorum diye epeyce ağlayıp zırladıktan sonra uyuyakalmış. Rüyasında gördüğü bir ak sakallı dede "evlâdım senin derdinin dermanı Üsküdar'daki köpekçi babadadır" demiş.

Molla Kasım, ertesi sabah uyanınca ilk iş olarak Üsküdar'a gitmiş. Epey soruşturduktan sonra çamurlu bir tarlanın içinde, harap haldeki bir kulübede yaşayan köpekçi babayı bulmuş. Kapıyı tedirginlikle aralayıp içeri girdiğinde, onlarca köpeğin arasında bir berduş görüntüsüyle oturan köpekçi baba, o henüz hiç bir şey söylememişken: "Hoş geldin Kasım evlâdım, derdinin dermanı hemen yanı başında yere uzanmış olan uyuz ittedir. Onun ayaklarını öper, yüzüne, gözüne sürersen dermanını bulursun," demiş.

Artık ne olursa olsun icazet almak isteyen Molla Kasım, salya sümük ağlayarak köpeğin ayaklarını öpmüş, yüzüne, gözüne sürmüş. Ardından gözyaşları içinde köpekçi babanın yanına gitmiş. Baba, sağlam bir tokat yapıştırıp: "Daha köpeğin necis (pis) olduğunu öğrenmemişsin, utanmadan icazet beklersin" deyip azarlamış ve Molla Kasım'ı yanından kovmuş.

Rivayet edilir ki; Molla Kasım, geri döndüğünde ferasetinin açıldığını fark etmiş ve o dönemde icazet almıştır.

Ve demem odur ki; okuyup yazmış olmak ya da toplumun önem verdiği yerleri işgal ediyor olmak bazen olan biteni kavramayı kolaylaştırmaz, tersine zorlaştırabilir bile.

Dolayısıyla, "nerede o eski ramazanlar" geyiği gayet gereksiz, içi boş sızlanmalardır bana göre. Şimdiki ramazanlar sanki daha bir sakin geçiyor. Sakinlik iyidir efendim.

Yorumlar

Ben de "nerede eski ramazanlar" serzenişine oldu bitti gıcık olurum, lâkin yaş ellilere gelmiş dayanmış. Benim de eski ramazanlarım birikmiş. Dönüp baktığımda, daha hoşgörülü ve saygılıymışız diyorum. Oruç tutanlar da tutmayanlar da birbirine daha saygılıydı gerçekten.

İstatiksel hiç bir bilgi sahibi değilim. Daha mı çok oruç tutan vardı, daha mı az? Tek bildiğim bize sıkıca tembih edildiği gibi gizli bir ibadet ayı idi ramazan. Öööle göstere göstere yemek de ayıptı, tam tersi de… Çok çok ısrar olursa sessizce niyetliyim der geçerdiniz. Okumuş yazmış olduğunuz için oruç tutuyor olmanız bu kadar yadırganmazdı.

İnanç böyle bir şey, sorgularsanız boşluk oluyor, boşluk da huzursuz ediyor falan. Bunlara hiç girmeyeceğim. Beni üzerinde çokça düşünmeye iten nasıl olup da bu terbiyeli durumdan, böyle sevimisiz, "ben de, evet evet ben de, ben de" hallerine geçişimiz. Oysa başka bin türlü şekilsel şaçmalık yok artık. Tamamı ile değil belki ama hatrı sayılır ölçüde azaldı. Eski ramazanlar adına yapılan sözüm ona direklerarası eğleneceleri kabilinden türlü saçmalık. Kala kala AVM'lerdeki kötü dekorlu ramazan sokakları kaldı. Gezerken insanın içi acıyor.

Minik hasır tabureleri vazgeçilmez olan dekorları kastediyorum. Yeni zamanlardan tek beklentim, başta davul zulmünden, sonra da TRT'deki o çok acaip içerikli "İftara Doğru" programından kurtulmak. Oysa esiden, ne güzel bir dua okunurdu iftar programında "Hamdolsun verdiğin nimetlere, sağlık ve afiyete" diyerek biten.

Bilge Bozkurt - 15 Eylül 2009 (14:22)

diYorum

 

Vahap Demir neler yazdı?

68
Derkenar'da     Google'da   ARA