Patronsuz Medya

Şeytanın Avukatı

Kâmuran Kızlak - 14 Temmuz 2009  


Anneannem birisine çok kızdığında, o yumuşak ses tonuyla güya beddua niyetine, "kör şeytandan bulsun" derdi. Ve sonra o konuyu kapatıp unuturdu. Çocuk aklımla anlardım ki birilerine fena kızmış ve onlar hakkında aklından geçirdiği bazı nahoş şeyleri bir nevi "taşeron" a havale ediyor.

Bir defasında "kim bu Şeytan?" mealinde bir soru sormuştum. Bana tarif ettiği "şey" ve anlattıklarından ödüm patladı. Korkudan gece yorganın altına adeta sinerek ve bildiğim bütün duaları tekrar tekrar okuyarak uyudum. Yaptıklarım işe yaramamış olmalı ki, o korkuyla içinde Şeytan'ın kol gezdiği bir sürü de karabasan görmüştüm. O günden sonra bir daha ne zaman lâfı geçse, tabanları yağlayıp kaçasım ve sağlam zula bir yerlerde saklansım gelirdi. İşi gücü insanlara fenalık yapmak olan meymenetsiz bir gulyabani hayal eder ve o hayalden fena halde korkardım.

Çocuk aklımla anneanneme "peki, bu kadar fena bir şeyle senin neden işin oluyor?" diye sormayı hiç düşünemezdim. Aklıma gelse ve sorsam, alacağım cevap muhtemelen "yıkıl karşımdan fışkı" olurdu. (Görüldüğü üzere, pedagojik değeri oldukça yüksek bir cevap; yani, yetişkinin aklını bulandıran bir çocuğun anlayacağı dilden.) İkinci bir olasılık, belki beni de Şeytan'a ispiyonlamakla korkutur ve böylece vaziyeti kurtaracak bir cevap icat etmekten kurtulurdu.

Sonraları, aradan geçen 20 yılda, içinde Şeytan'ın da bulunduğu meleklerle pek muhabbetim kalmadı, neredeyse tamamıyla unuttum. Rüyalarımda hiç karşıma çıkmadığına ve aklımı-yolumu çelmeye kalkışmadığına göre, muhtemelen o da beni unuttu. İyi de etti.

Ruhiyatçılığımın ilk zamanlarında, Psikiyatri servisinde karşılaştığım ve Şeytan'ın kendisini yoldan çıkartmak için çeşitli dümenler çevirdiğine dair güçlü "sanrıları" (delusion) olan bir hasta vesilesiyle bu eski dostu tekrar hatırlamıştım.

Verilen ilâçlar etkisini gösterdikçe Şeytan görüntüden uzaklaşmış ve görüşmelerde adı pek geçmez olmuştu. Bunun yerine, gerçek sebeple (kendi düşünce ve değer sistemi) hafiften bağlantı kurmaya başlamıştı.

"Nedir insanoğlunun şu Şeytan'la alıp veremediği?" sorusu işte o günlerde takıldı aklıma.

Aslında bu sorunun cevabını Freud Efendi Hazretleri çeşitli risalelerinde verdiği için benim söyleyeceklerim bir nevi onun ayetlerini tefsir hizmeti.

Dinlerin insana yakıştıramadıkları nahoş vukuatı doğaüstü bir kaynağa havale etme, insanı "aklı çelinen/aldatılan/zayıf/aciz varlık" olarak görme yanılsaması bence hiç fena bir fikir sayılmaz. Yani, yatağına çiş yapan çocuğun annesine "ben yapmadım, Miki yaptı" demesi gibi bir şey.

Bilindiği üzere, insanı sorumluluktan/faillikten bir nevi mağdurluğa tebdil ettiren bu şahane fikir çok uzun bir zaman rağbet gördü -halen gördüğüne göre. Ta ki Hazreti Freud ortaya çıkıp suyu bulandırana ve dışarıda doğaüstü bir fenalık kaynağı aramaya gerek olmadığını gösterene; yani Şeytanlığı insanoğluna iade edene kadar. Kanaatimce, Ruhiyat ilmine yaptığı katkılardan en hayırlı olanı belki de budur. İnsanoğlunun "ilkel benliğini" (İd) ve "bilinçaltını" deşifre ederek, insan ruhunun karanlık dehlizlerine ışık tutarak bize Şeytan'ı gösterdi. Yani dinlerin taşa tuttuğu, ateşe attığı Şeytan Aleyhisselâm'ı bir anlamda temize çıkardı.

Ben her ne kadar Freud Hazretleri'nin müridi olmasam bile, yine de onun izinden gidip Şeytan'ı insanların değer ve inanç sisteminde arayanlardanım. Bunun için gerekçem gayet basit: Farzımuhal, "Şeytan Prada Giyer" filmindeki o hatunun benzeri "güce ve iktidara tapanlar" özellikle reklâm ve medya sektöründe fazlasıyla mevcut, erbabı bilir. (Başka sektörlerde de durum pek farklı sayılmaz elbette.) Böyle insanların yükselmek, iktidar ilişkileri içinde daha sağlam bir yer edinebilmek ve oralarda tutunabilmek için bir yığın çelme takma, dirsek atma, kündeye getirme gibi işler yapmaları için "Şeytan'a uymaya" neden ihtiyaçları olsun ki? Kendi duygusal açlıkları ve ithirasları bu iş için yeter de artar bile. Hatta, Şeytan'a bile pabucu ters giydirirler.

Şeytan'a Mersiye

Kanaatimce, Şeytan Aleyhisselâm'ın insanoğlundan çektiğini herhalde hiç bir kul bir başkasından çekmemiştir. Nerede bir fenalık, fitne-fücur olsa, müsebbibi mutlaka "lânet olası Şeytan" olur. Hem zaten ezelden lânetli ol, hem de her daim beddua ve lânet yağmuru altında kal, valla az zulüm değil çeken için. "Ruzi Mahşer" de "yaptığınız her nahoş işten beni sorumlu tuttunuz ve bütün vebalinizi bana yüklediniz, bre, aklınızı izanınızı bana mı emanet ettiniz?" deyip insanoğlundan ne kadar davacı olsa gene de azdır.

Yok, avukatlığını yapmaya falan soyunmadım. O işe benim aklım ermez. Fakat, tanıklık yapmamı veya bilirkişi olmamı isterse, emir telâkki ederim.

İnsanı insanın elinden kurtarmayı başaramadık, bari Şeytan'ı insanın zulmünden kurtarmaya bir nebze katkım olsun -öbür tarafta bile olsa.

Gene de şuraya bir not düşüp meramımı açıkça anlatayım: Haşa huzurdan, Şeytan'a muhabbet beslediğimi falan söyleyemem, görsem yolumu değiştiririm.

* * *

Peki kendisiyle hiç muhabbetim olmayan bir "şey" hakkında bu kadar ileri geri lâf neyin nesi? Aslında, kendisi mevzuya zorunlu misafir kontenjanından dahil oldu. Yoksa, benim işim onunla değil, son zamanlarda onun adını kendi "avukatlık" işlerine karıştıran insanoğluyla.

Böyle metafizik alemle alâkalı bir mevzuyu aklıma düşüren olay şu: Televizyon karşısında uyuduğum gecelerden birinde, sanki birine yanlış bir şey yapmışım ve bunun için azar işitmişim gibi ağır bir ruh haliye uyandım. Gözümü açtığımda baktım ki nadide bir şahsîyet, açmış ağzını yummuş gözünü gürleyip duruyor (bir spor programının tekrarıymış gecenin sabaha döndüğü saatlerde). Ekrandaki muhteremin sesindeki paylayıcı ton yüzünden uyku halindeyken işittiğim lâfları üzerime alınmışım.

Fena çıkışıyor: "Etrafındakilerin hepsi senin sözünden çıkamayacak, seni eleştiremeyecek, evet efendim, sepet efendimciler. Ego'nu beslesinler diye seçtiğin bu adamların sana faydası yok, zararı var. Seni acımasızca eleştirebilecek, çatır çatır tartışabilecek ve gerekirse kavga edebilecek birisine; yani 'Şeytan'ın Avukatlığı'nı yapacak birine ihtiyacın var. Bunları bunca yıllık dostun olarak söylüyorum…"

Breh breh, şu lâflara bak! Aman, evlerden ırak olsun böyle dost.

Ben bir dostumdan böyle sözler işitmek istemem. Şayet işitirsem, o dostun üstüne ahirete kadar uzanan bir çizgi çekerim. Bence bunlar bir dostun ağzından çıkacak sözler değil. Belli ki adamın niyeti de sözleri boks eldiveni niyetine kullanmak, hem de kodu mu oturtan cinsinden. "Dostluk" iddiası ise eldivenin içindeki darbe emici dolgu malzemesi niyetine.

Aslında, bu zatın kişiliği veya tarzıyla bir işim yok. Benim takıldığım mevzu, kullandığı "Şeytanın Avukatı" lâfı. Sık sık duyduğuma göre, son zamanlarda sos niyetine yerli yersiz kullanılan pek moda lâflardan biri olsa gerek.

Şeytanın Avukatı

Bir insana en lâzım olmayan avukat türü sanırım budur.

Ne zaman birilerinin "Şeytan'ın avukatlığını yapmak gibi olacak ama…" ile başlayan cümleler kurduğu duysam, cümlenin gerisini dinlemek gelmiyor içimden. Zira, bu sözlerin ardından mealen "şimdi sana bildiğin, doğru ve geçerli kabul ettiğin, değerli, önemli, anlamlı saydığın şeylerin aksini söyleyeceğim (veya savunacağım)" gibi lâflar geldiğine tanık oluyorum.

Bir zamanlar, farklı adlandırmalarla, bunun "beyin fırtınası" denilen düşünce üretim toplantılarında sıklıkla kullanılan bir yöntem olduğunu biliyorum. Elde edilen faydanın keçiboynuzu yemek gibi olduğunu gördüklerinden olsa gerek, artık pek böyle yöntemlere başvurulmuyormuş duyduğum kadarıyla. Bir adamın karşısına geçip onun söylediklerinin aksini savunmanın, düşünceleri geliştirmek yerine, ortaya bir "itiş-kakış" havası çıkarması ise işin ikramiyesi olmalı.

Ne böyle "sağduyu" ya aykırı şeyler duymaktan rahatsızlık hissederim ne de alerjim var. Aksine, bugüne kadar edindiğim bazı bilgileri gözden geçirmeye yaradıkları için hoşuma gittikleri bile olur.

Rahatsız edici olan, bir eleştiri, değerlendirme tercihi olarak bu tarzın kendisi ve bu lâfları eden insanlardaki maskeli saldırganlık. Bir insan hakkında sanki iyi bir şeyler söylüyormuş veya istiyormuş gibi yaparak aslında öfke ifade ettiklerini ve çaktırmadan ısırmaya çalıştıklarını görüyorum.

Bu tarza bir konuşmanın gerçekte saldırganlığı "kimsenin söyleyemediği şeyleri ben söylüyorum" mavalıyla maskelemeyi amaçladığını düşünüyorum.

İyi niyetle bir şeyler hatırlatmak, değerlendirme yapmak, uyarıda bulunmak isteyen bir adamın yukarıda neye benzediği hakkında bir çuval lâf ettiğim Şeytan'ın tarzı ve diliyle konuşmasına gerek yok ki. Bunun için gerekli olan tek kural samimi ve yapıcı olmak.

Bir eleştiri veya uyarı yapmak gerektiğinde öncelikle söze olumlu başlayıp iletişim kanalını açmak gerekir ki iyi niyetli olduğun hissedilsin. Karşındaki kişi ancak bundan sonra söyleyeceklerini de dinlemeye gönüllü ve hazır olur. Gönül kırmayan ifadelerle devam eden konuşmayı herkes dinler ve bir çözüme ulaşmak pek zor olmaz herhalde.

Aksi halde, edilen lâfların dostluğu aşındırmaktan başka bir işe yarayacağını da sanmam.

Ne demiş üstad Neyzen Tevfik: "İnsanoğlu tuhaftır, her lâfı kaldırmaz…"

Yorumlar

Dengeli, yüklü ve lezzetli yazı için teşekkürler, ilham verdi ve düşüncelere gark etti. Vesile ile de, şeytana dair uzun süredir yer yer aklıma gelen giden ve okuduklarımı ve üzerinde kurguladıklarımı yeniden canlandıran ve hatta gözden geçirmeme vesile olan yazınız üzerine iki ahkam kesme ihtiyacı hissettim.

Yanlış biliyorsam düzeltiniz "Şeytan olunmadan Rahman olunmaz" diye bir lâf hatırlarım ben ve şeytana bakışımı derinden etkileyen tarif de benim için budur. Ezeli ve ebedi olanı bilendir aslında şeytanın niteliği, yoksa kötülüğü değil. Sizin de değindiğiniz gibi şeytana yapılan haksızlıklar arasında bence şeytanın bu muazzam niteliğini görmeksizin ona "tü kaka" demek ilk sırayı alır. Kutsal kitaplarda "hadi bakalım ahret gününe kadar sana müsade, yiyorsa yoldan çıkar ademoğlunu" meseli ortalama alıcıya "korku" üzerinden tanrı iktidarını tanımaya yönelik bir kampanyanın metni gibiyken, fakihler ve alimler ona alttan alta hayran gibi değil midir? Yani şeytanın aklına uymak o kadar da kötü değildir belki de.

Kafamı kurcalayan bir mevzu da iyi olmanın kötü olmaktan çok daha kolay olabileceğidir (tabii ki ortalamanın değer yargıları, örf adet ve geleneklerine saygılı yaşamayı kastediyorum, mutlak bir iyilikten değil). Zira iyi olmak uyum, kötü olmaksa uyumsuzluk gerektirir ve çok daha faza çaba ister. İyi diye hatta adeta ermiş diye tarif edilen, "hoca efendiler" gözyaşları içinde bizim kötülüklerimize sızlanırken sol omuzlarının üzerinden sırıtan nedir sanki?

Ömer Selim - 16 Temmuz 2009 (16:33)

Elestirel olabilmek anlaminda dusunuldugunde seytanin avukati olmak, Allahin veya peygamberin bagnaz muridi olmaktan yegdir. Fakat boyle bircok guzel ifade yerli yersiz kullanilip esas anlami bulandiriliyor (Ad nauseam! Semantik ve metaforik olarak). Seytan azapta gerek!

Muallim Say-i Sun Efendi - 16 Temmuz 2009 (18:02)

Şeytan'ın avukatı olmayı, söylenen her lafın zıddını ortaya atıp suyu yokuşa sürmek gibi algılayanlar yüzünden, bu deyim de battal oldu. Artık ortada ne kadar ukalâ dümbeleği varsa "şeytanın avukatlığını yapmak gerekirse…" diye başlayıp lâf ola da beri gele bir şeyler söylüyor. Kâmuran Kızlak'ın da gayet haklı olarak şikâyet ettiği gibi, bu tip "eleştirel mantık" tellâlları yüzünden ne sohbetin tadı kaldı ne ahbaplığın.

Şükrü Bozkurt - 18 Temmuz 2009 (18:31)

diYorum

 

Kâmuran Kızlak neler yazdı?

56
Derkenar'da     Google'da   ARA