Patronsuz Medya

Varolamayan Varoluşçuluk

Kâmuran Kızlak - 14 Eylül 2009  


Yaş kırkı solladı geçti çoktan. Bunca yıldır gördüklerimden anladığım şu: Çoğumuz Kapitalizmle derin teorik tahliller yüzünden değil, vicdanî nedenlerle papaz olduk. En azından yolun başında.

O halde diyorum ki; madem sistemle görülecek hesabımız var, o zaman şu mevzuyu biraz deşeleyelim de Kapitalizmle derdimiz neyse dökelim er meydanına, düzenin ciğer röntgenini çekelim.

Daha evvel yazdığım bazı yazılarda Vicdan'ın geniş anlamıyla "adalet duygusu" ndan beslenen -ve gerektiğinde ahlâka isktiri çekebilen- ve dayatılan değerlerden bağımsız içsel değerler sistemi olduğundan bahsetmiştim. Zurnanın zırt dediği yer işte burası. Yani adalet duygusu. Üstad Victor Hugo'nun dediği gibi, "iyi olmak kolay, zor olan adil olmak". Ne söylenecekse "adalet" kavramından başlayarak ve onun çerçevesinde söylenmeli ki ak düzen - kara düzen çıksın ortaya.

Adaletsizlik üzerine kurulu bir sistemde adalet duygusundan (yani vicdandan) bahsetmek akılla bağdaşır mı? Böyle bir soru bir kişinin akıl sağlığını test etmek dışında bir amaçla sorulursa, hakaret olarak bile kabul edilebilir. Gene de bu soruyu Kapitalizmi yüz yıl sonra bile halen Max Weber'den öğrenme çocukluğu ve cehaleti gösteren ve bunu bize de yedirmeye çalışan Liberal papağanlara da sormak lâzım. Bilhassa, bunların takunya kültüründen türeyenlerine ve sağ şeritten giderken yolunu değiştirenlerine sormakta fayda var. Kapitalizme methiye düzen veya iman eden bu zevat "peki adaletten; yani, insanlara adil bir dünya ve hayat sunmaktan ne haber?" sorusuna yüzleri kızarmadan verebilecekleri bir cevap bulmalılar ki tartışma irtifa kaybetmeden devam edebilsin.

Varoluşçuluğu artık Ruhiyâtçılar dışında anlamlı ve kafa yormaya değer bulan pek kimse kaldığını sanmıyorum. Zaten sistemli bir felsefî düşünce ekolü değil, daha çok kendilerini eylemlerle tanımlamaya çalışan bir grup aydındı Varoluşçu taifesi. Bu sistemsizlik ve sığlık ciddiye almamak için zaten başlı başına yeterli bir vesile olduğu için, unutulmaya yüz tuttular.

Psikolog ve psiyatrlar arasında popüler olmasında sonradan psikolog olan -Carl Roger gibi- bazı Hristiyan din adamlarının yaptığı katkıların etkisinin de büyük olduğunu düşünüyorum. Etkileri kitapçı dükkânlarının göz bebeği pop "kişisel gelişim" kitaplarında fazlasıyla görülür. Zaten ABD'de din sosu bulaşmayan bir düşüncenin akımının popüler olması epeyce zordur.

Ruhiyâtçıların bu kadar anlamlı bulmalarının nedeni "bireyin seçimler yaptığı", "seçimlerinden sorumlu olduğu" ve "kendini gerçekleştirme potansiyeline sahip olduğu" na dair doğrudan bireye dönük önermeleridir. Kulağa hoş gelen ve bireyi adeta onore eden bu lâfların hepsine eyvallah; ama "birey ile sosyal koşular/sistem ilişkisinden-etkileşiminden ne haber?" sorusuna buradan cevap çıkmaz. Çünkü, adamların derdi bireyin sistemle ilişkisini hafifletmek, sistemi bir anlamda etkisiz eleman kılığına sokmak ve göze fazla görünür olmaktan uzaklaştırmaktır. Böylece, sistemi silikleştirince ortada dımdızlak bir birey kalır ve sen de ona abanabildiğin kadar abanır, bütün müsibetlerin vebalini ona yüklersin. Hatta kapasitesini kullanıp kendini gerçekleştirmediği, doğru seçimler yapamadığı ve sorumluluk alarak poposunu kaldırıp dünyayı kurtaramadığı için kulağından tutup iki şamar aşk etsen bile yeridir.

Varoluşçuların Kapitalizm'in kendisiyle bir alıp veremedikleri olduğunu sanmıyorum. Çünkü onlar -diyalektiğin kulakları çınlasın- herhangi bir sistemin birey üzerinde kayda değer bir etkisinin olduğunu kabul bile etmezler. Rahatsızlık duydukları konu, Kapitalizm'in bu kadar vahşi olması ve bunu alenen sergilemesidir. İki tane dünya savaşı çıkartmış, faşizmin en ilkel ve zalim örneklerini iktidar yapmış bir sistemin içeriden denetlenmesi gerektiği fikriyle hareket ettiklerini düşünüyorum. Kanaatimce, insanı alenen ezen ve iyice azgınlaşan kapitalizme "aklını başına topla ve Sosyalist sistemin ideallerinden ve o literatürden bir şeyler apart ey Kapitalizm! Yoksa bu gidiş gidiş değil" kabilinden bir hatırlatmada bulundular. "Kapitalizme bir vicdan uydurmak" sözüyle kast ettiğim mevzu bu paragrafta sözünü ettiklerimden ibaret.

Yaptıkları eleştiriler ve eylemlerle de sistemi biraz ehlileştirmeye çalıştılar. Bu eleştirileriden Kapitalizm'in çok şey öğrendiği aşikâr. Avrupa'nın akîl devlet adamları ve kendine sol veya liberal etiketi yapıştıran siyasi partileri aynı müsibetleri bir daha yaşamamak ve sistemi huzur içinde sürdürebilmek için sermayenin gücünün sınırlandırılması/denetlenmesi gerektiğine kani oldu.

Mevzu uzun ve bereketli, sohbet aldı başını gidiyor. İş güç sahibi adamız; haliyle vaktimiz sınırlı. Şimdilik burada keseyim, bakarsın devamı da gelir.

Yorumlar

Kapitalizm'e ısmarlama vicdan uydurmaya kalkışanlar sadece Varoluşçular ve Psikiyatristler olsa gene iyi. Bir de "fetvacı entellektüeller" var ki, evlere şenlik.

Bakınız ne diyor bu üstadlardan birisi:

"Yalnız Weber'in mühim bir eksiği vardı: Batı dışındaki kültürlere pek vakıf değildi. Hele de İslâm'ı çok iyi bilmiyordu. Bu yüzden de İslâm'ın 'kapitalist ahlâk' üretemeyeceğini savundu. Oysa tam da onun tarif ettiği türde bir 'kapitalist ahlâk', 'rızkın onda dokuzu ticarettedir' diyen İslâmiyet tarafından Protestanlık'tan neredeyse bin yıl önce Ortadoğu'da üretilmişti!" Bkz →

"Risaleti öncesinde kendisi de başarılı bir tüccar olan İslâm Peygamberi'nin ticareti öven ve teşvik eden sözleri meşhurdur. Hatta 'serbest piyasa'yı dahi savunduğu söylenebilir. Medine pazarında fiyatların yüksekliğinden şikâyet ederek kendisinden 'narh' yani tavan fiyat isteyenlere verdiği cevap kayda değerdir: 'Şüphe yok ki, fiyat tayin eden, darlık ve bolluk veren, rızıklandıran, ancak Allah'tır.' Bir başka sefer de kendine gelerek 'ey Allah'ın Resulü bize narh koy' diyen bir adama, 'belki Allah'a dua ederim' cevabını vermiştir." Bkz →

Yaa, gördün mü bak neymiş? Hz. Muhammed'in de Fridmancı olduğunu öğrendik mi şimdi? Bir de "Müslümanlık, adalet duygusuna yaptığı vurgu bağlamında solcululuğa daha fazla benzer" dersiniz.

Durmuş Düşünür - 15 Eylül 2009 (17:10)

Muhterem Durmaz Düşünür Beyefendi, Aslında, bu lâflar tevil götürmez deyip kesmek en iyisi; fakat yine de şunu hatırlatmakta fayda var: Cehalet ve onun verdiği bir cüret gerektiren bu lâfları için bu "ufaklık" babasından kesin aferin almıştır. Zaten derdi de o olduğuna göre, onlar ermiş muradına… Veciz bir Diyarbekir atasözünün dediği gibi "bundan terazinin ondan olur dirhemi" .

Üstadları bile sicili alenen bozuk bir sistemi ismiyle anmaktan imtina edip "pazar ekonomisi" gibi dalavereli kelimelere sığınırken, bu ufaklığın kapitalizmi ismiyle cismiyle anarak methiye düzmesi "bre, bu nasıl bir cesarettir böyle?" dedirtiyor insana.

Şayet İslâm'ı bilmek için bir batılı düşünürün fıkıh ve hadis uzmanı olması gerekmiyorsa, o zaman, Max Weber İslâmı en iyi bilen bir kaç batılı düşünürden birisi. Bu ufaklığın sözleri ancak benim "İdris Küçükömer son dönem Osmanlı ve Cumhuriyet dönemi siyasi tarihini bilmez" demem kadar akla izana uygun olabilir. Bana "yuh artık! Saçmalama" dediğinizi duyar gibiyim. Aynı sözler bu ufaklık için de geçerli.

En iyisi, sizin zaten yazdığınız gibi, Hz. Muhammed'in ta 1400 küsür yıl önce her şeyi söylemiş olmasına referans yapıp "ya, gördünüz mü bak? Kutsal kitap ve onu bize ulaştıranlar zaten her şeyi söylemişler. Bize düşen, onların ve Rab-ül Alemin'in söylediklerini tekrar keşfetmek ve ademoğluna ilân etmek" deyip geçmek herhalde.

Söylenecek söz çok; ama fazlasını yazarsam Derkenar'ın düzeyini düşürmekten endişe ediyorum. Malûm, dilin kemiği yok.

Kâmuran Kızlak - 16 Eylül 2009 (10:47)

"Müslümanlık, adalet duygusuna yaptığı vurgu bağlamında Solculuğa daha fazla benzer" diyenlere ben hep gülüp geçtim. Dinin peygamberini adalet örneği "ufaklığın" alıntı yaptığınız yukarıdaki yazıda var. "Açlıktan telef olacağız, fiyatları kontrol edin" diyen ahalinin talebini o da yukarıdakine havale etmiş. Adalet kalmış ahirete.

Belki de bu tarafta yoksulluk ve sefalet içinde kıvrananlar sürüne sürüne tekâmül ederler ve kemale ermiş varlıklar olarak doğruca Cennet-ül Firdevse giderler ve en kralından hayat sürerler. Bakın, işte mis gibi adalet…

Kâmuran Kızlak - 16 Eylül 2009 (11:03)

Onların tüm derdi insanın içindeki kötülükle, insanın "hatalı bir imalât" olması ve asla iflah olmamasıyla ile ilgili. Yoksa sistemler bir hikâye, kandırmaca, yalan. İnsanın doğası böyle olduğu sürece tüm sistemler çökmeye mahkûmdur. Ve sizin toplumsalcılığınız nafiledir, çünkü toplumu bu hastalıklı birey oluşturur. Onların tüm yaptığı bu hastalıklı birey üzerine yoğunlaşmak ve doğrusu da bu. Ben buradan şu sonucu çıkarıyorum, ya sizler çok çok iyi dizayna sahipsiniz, ya farkında değilsiniz, ya da kendinize yalan söylüyorsunuz.

Tolga Hür - 3 Kasım 2009 (00:12)

Sayın Tolga Hür; bu kadar bağırarak yazılmış bir yorumu neresinden düzeltmeye başlasam bilemiyorum. Gene de bir kaç söz etmemin farz olduğunu düşünüyorum.

1- Onca yıl memleketin en güzide Üniversitelerinden birinin Psikiyatri Kliniğinde "Uzman Ruhiyatçılık" yapmış olmama rağmen, yaptığım yüzlerce Psikoterapi seansında insanın "hatalı bir imalât" olduğuna dair en ufak bir delil elde edemedim. (Ayrıca, bu hatalı mamûlü imal eden kim?) Tabi ki bazı insanların doğuştan bazı Psikolojik problemler getirmeleri hariç. Buna rağmen, Psikoterapisini yürüttüğüm her hastanın akla ziyan bir genelleme olan "insanın hatalı imalât" olduğuna dair kesin/katı inancı ile karşılaştım. Aslında bu, "ben hatalı imalâtım" demenin biçim değiştirmiş hali.

2-İnsan ve çevre/ortam/koşullar ilişkisi iki satır okuyan herkesin bildiği bir konudur. Sizin ifadenize göre, insan bu koşulları oluşturan fakat bunlardan hiç etkilenmeyen bir varlık. Rabb-ül Alemin durup dururken kendi başına belâ yaratan böyle bir varlığı ıslah etsin inşallah.

3-Bireylerin toplumu oluşturduğu "Nüfus Bilimi-Demografi" açısından doğrudur; fakat Sosyoloji ve Sosyal Psikoloji açısından komik ve cahilce bir ifadedir. Toplumun tek tek bireylerin toplamı olmadığı herkesin aynı değerlere sahip olmaması gibi fazlasıyla basit bir gerçekten bile anlaşılabilir. Bunu Hitler, Mussolini, Franco, Netekim Paşa bile beceremediğine göre, herkesin aynı değerleri benimsemesini ve aynı değer yargılarını taşımasını beklemek bir akılsızlık örneğinden başka bir şey değil.

4-Varoluşçuların "hastalıklı birey" üzerine yoğunlaştıklarını (ve ayrıca doğru olanın bu olduğunu) nereden çıkardınız?

5-Bu "çok iyi dizayn" dediğiniz tanımın ölçütleri nelerdir, lutfedip bize de söyleyin ki bakıp nasıl bir dizayn olduğumuza karar verebilelim.

Kâmuran Kızlak - 3 Kasım 2009 (19:46)

"Ruhiyâtçıların bu kadar anlamlı bulmalarının nedeni "bireyin seçimler yaptığı", "seçimlerinden sorumlu olduğu" ve "kendini gerçekleştirme potansiyeline sahip olduğu" na dair doğrudan bireye dönük önermeleridir. Kulağa hoş gelen ve bireyi adeta onore eden bu lâfların hepsine eyvallah; ama "birey ile sosyal koşular/sistem ilişkisinden-etkileşiminden ne haber?" sorusuna buradan cevap çıkmaz. Çünkü, adamların derdi bireyin sistemle ilişkisini hafifletmek, sistemi bir anlamda etkisiz eleman kılığına sokmak ve göze fazla görünür olmaktan uzaklaştırmaktır. Böylece, sistemi silikleştirince ortada dımdızlak bir birey kalır ve sen de ona abanabildiğin kadar abanır, bütün müsibetlerin vebalini ona yüklersin. Hatta kapasitesini kullanıp kendini gerçekleştirmediği, doğru seçimler yapamadığı ve sorumluluk alarak poposunu kaldırıp dünyayı kurtaramadığı için kulağından tutup iki şamar aşk etsen bile yeridir."

Bu satırlarıları yazabilmeniz için sahip olduğunuz bilgi herhalde 100 soruda varoluşçu psikoterapi ya da 5 dakika da varoluşçu terapi tarzında bir kitaba dayanıyor diye düşünüyordum yorumları okumadan önce. Bir de ruhiyatçıymışsınız onu öğrendim yorumlarda.

Anksiyete Bozukluklarından herhangi birinden muzdarip olan bir kişiye sorumluluk bilincinin atlattığı eşiği başka ne atlattırabilir bilemiyorum.

Hekim Destan - 23 Eylül 2010 (22:01)

diYorum

 

Kâmuran Kızlak neler yazdı?

46
Derkenar'da     Google'da   ARA