Patronsuz Medya

Sahibinden, Kullanılmamış Vicdan

Kâmuran Kızlak - 12 Mart 2008  


Hazreti Freud, milletin anne-babasıyla, libidosuyla (ortodoks müridler için bu kavram "açık fermuar" anlamına gelir), rüyalarla uğraşmaktan ve kendi ruhunun karanlık dehlizlerinde dolaşmaktan arta kalan zamanlarında işe yarar bir kaç kelâm da sarfetmiş, eksik olmasın.

Kendisiyle hasbıhal edenlerin çoğu yolunu sapıtsa bile, arada bir irşad olanlar da çıkıyor.

Vicdan artık pazarda para etmiyor. Borsada millet yüzüne bile bakmıyormuş. Satın alınabilir bir şey olmadığı için Vicdan'ın Kapitalist sistem içinde değişim değeri sıfır. Fakat Ahlâk satılabildiği için halen bir kaç kuruşluk bir değişim değeri var.

Bu son cümleyi Marx Kapital'e eklemeyi unutmuş, tasası da bana düştü. Vicdan neredeyse tedavülden kalktı. Artık kese kâğıdı yapmak için bile kullanılamıyor. Hatta, tırsılacak bir mevzu haline geldi. Vicdan konuşmaya başladığında insanların yüzünde "ucuz sirkeye" benzeyen bir ifade ortaya çıkıyor. Ya seninle muhabbetlerini kesiyorlar (hayırlı olanı da bu), ya da bir süre daha ucuz sirkenin tadına katlanmak zorunda kalıyorsun. Ahlâk üzerine bol tiradlar atmalarına rağmen, Vicdan pek ortalarda görünmüyor.

Bugüne kadar kıraat ettiklerimden aklımın yettiği kadarıyla çıkartabildiğim özet şu: Ahlâk, yasalardan, sosyal normlardan vs'den beslenen bir dışsal değerler sisteminin bireye dayattıkları. (Çok sert oldu be, şuna bireyin içselleştirdiği dışsal normlar diyelim). Yani, Hazreti Freud'un Süperego kavramı gibi bir şey. Vicdan'ın, gerektiğinde bunların hepsine isktiri çekebilecek, geniş anlamıyla "adalet" (özgürlük ve eşitlik kavramlarını da bunun içine katıyorum) duygusundan beslenen içsel değerler sistemi olduğunu düşünüyorum.

Meramımı tam olarak anlatabildim mi bilemiyorum. Yani, ahlâk teranesi biraz kıvırtmaya müsait gibime geliyor ve pek delikanlı bir kavrama benzemiyor.

Aklıma şöyle bir şey geldi: Hacı Hüsrev'de bir şopar diğer şoparın cebinden cüzdanı çekse, bu davranış orada ayıp karşılanır mı? Kendi cemaatinden birinin cüzdanını çektiği için ayıp karşılanır gibime geliyor. Ama farzımuhal benim cüzdanı çekse, oradakilerin bir çoğu gibi asıl işini icra-i sanat eylemiş olacağı için, ayıp karşılayacaklarını hiç sanmıyorum. Eğer cüzdan çok hafifse, belki biraz kafa bulurlar ve bu beceriksizliğinden utanır; yoksa yaptığından değil.

Vicdan bir kedi adı mıdır?

Lâfı getirmeye çalıştığım nokta, yukarıdaki misalde de görüldüğü gibi, ahlâk anlayışının normatifliği (görecelilik). Şayet orada Vicdan konuşacak olsa, herhalde şöyle bir şeyler söylerdi: "Sana ait olması için üzerinde hiç bir emeğin olmayan, başkasına ait olan bir şeyi alma hakkını; yani başkasına zarar verme hakkını nereden buluyorsun?"

Ahlâk, Vicdan gibi böyle kallavi bir mevzuya nereden icab etti ve nasıl daldım pek farkına varamadım; ama hazır mevzu açılmışken buradan "Vicdan Gelişimi" konusu hakkında derin sessizliğini koruma marifeti gösteren Ruhiyât Ulemasına (özellikle, Gelişim Psikolojisi ulemasına) bir kaç lâf edeyim, biraz yüreğim soğusun.

Fransız pozitivistlerinin Bilim'i Din'in elinden kurtarmak için giriştikleri kavga, Bilim'i en önemli bilgi edinme yollarından biri olan Felsefe'den de kopardı. Ortaya istatistik hesaplarıyla elde edilen sayısal sonuçlar ve bunların tatsız tuzsuz yorumları çıktı. Pozitivist Bilim anlayışının "ölçülebilirlik" ölçütü nedeniyle, bir şekilde ölçülebilir ve gözlenebilir olmayan hiç bir şey artık bilimin iştigâl alanına girmiyor.

Bu nevi mevzular spekülatif addedildiği için Ulema gayrı bilimsel koku yaydığını varsaydığı mevzuların bir evlek uzağından dolaşıyor. Böyle mevzuları "ama bu işevuruk (operational) olarak tanımlanabilen ve ölçülebilen bir kavram değil ki, yani bilimselliği kuşkulu" deyip bizim gibi aklı bir karış havada dolaşan destursuzlara havale ettiler.

Dünya ilim camiasının şapka çıkarttığı, her biri özgün ve bu toprakların Ulema'sının bilime kattığı yeni icat ve kavramlarla uğraşmak varken spekülatif mevzularla zaman heba etmek bir ilim adamına yakışır mı hiç? Bu risale pek hayırlı bir yerlere doğru ilerlemiyor. Gaza gelip Ulemaya daha fazla sataşmadan burada durmam lâzım. Bu yazdıklarım erbabının bilmediği şeyler değil zaten. Bu kadar lâfı Bilim Felsefesi üzerine nutuk irad etmek niyetiyle de etmedim. Aşağıdaki mevzuya bir yerlerinden giriş yapmaya çalışıyorum. O yüzden yolu adamakıllı dolandırdım ve mevzuya en başından, "başlangıçta her şey enerjiydi" diye başladım yine.

Kohlberg isimli bir Gelişim Psikoloğu, Vicdan gelişimi hakkında epey kafa patlatmış ve "öperim pozitivizmi ve ayrıca Amerikan dıngıllığı ve sığlığını da" diyebilecek kadar bilgisine güvenen bir adamın içinde çok şey bulabileceği çok kallavi bilgiler koymuş ortaya. Adamın ne söylediğini anlatmaya başlarsam yazı "Ruhiyat Semineri" ne benzeyecek. En iyisi meraklısı şuraya bir gözatıversin bir zahmet: http://www.belgeci.com/goster/?islem=1&SayfaNo=886

Okursan görebileceğin gibi Ulemanın hatası "Ahlâk" ve "Vicdan" kavramlarını birbiri yerine kullanma veya karıştırma cehaletini göstermek için gereken tedrisata sahip olmaları. "7. 3. 1. -Beşinci Evre: Sosyal Sözleşme Eğilimi" diye söz edilen bu evrede ve sonrasında bahsedilenler ahlâkla değil, Vicdanla alâkalı.

Adamın yazdıklarını özetlemeyi bile beceremeyip sulandırmışlar, fazlasıyla kişisel yorum katmışlar ve ayrıca kavramları karıştırmışlar. Özeti bile zahmet buyurup kendileri yapmamışlar ve bir Amerikalının tipik bir paragmatizm ve cahillikle yaptığı özetlemeden apartmışlar.

Bir Amerikan alimine lâf sokuşturduğum için ne ceza görsem azdır. Yoksa adamın "yürürlükteki yasalara itaat" anlamına çekilebilecek sözleri yok. Adam genel bir kavram olarak "yasa" dan sözediyor. "Vatansever", pragmatik ve kütük bir Amerikalı bir özet yapmaya kalkarsa, adamın sözleri işte bu hale gelir. Bizim Ulema da zahmet buyurup orijinalinden dikkatli bir okumayla özet yapma zahmetinde bulunmazlar ve ben bildim bileli bu özeti kullanıp dururlar. Hiç değilse çevirisini bari doğru yapabilselerdi. Yapılan özet bile Kapitalizm'e itaati sokuşturuyor okuyanın aklına.

Bildiğin gibi, Ahlâk ve Vicdan gibi kavramlar netameli şeyler. Bunları kuru kuruya ders konusu yapmanın "sade suya tirit" ten başka bir anlamı olmaz gibi geliyor bana. Yukarıda da söylediğim gibi, galiba millet kendi vicdanından emin olmadığı veya sorgulamak-yüzleşmekten tırstığı için, bu mevzular hazım zorluğu yapan ve mide ekşiten şeyler.

Ulemanın içinden çapı yeten biri çıkıp bu konu hakkında biraz nöron yaksa, belki bazı adamların başı öne eğilir. Amerikan pragmatizminin ve sığlığının kuyruğuna tutunmuş giden ulemanın anlayabileceği mevzular değil bunlar.

Şirket Psikologları

Son olarak "Pezevenkler Kompartmanı"nın yolcuları listesine benim tarafından eklenen "İnsan Kaynakları Erbabı" hakkında da bir iki kelam edeyim şurada kısaca.

Korkarım bu meslek erbabı işi iyice azıtıp, kapitalizmin yatağına sokmak için özel insanlar yetiştirme işine soyunacak. Düdüklenecek en elverişli adayı bulacağız diye gereksiz standartlar koymanın ve her gün yeni standartlar ve gereklilikler icat etmenin sonu "düdüklenmeye en elverişli insanlar imal etmeye" varacak gibime geliyor.

Aslında fena olmaz. Memleket yeni iş alanları kazanır, istihdam artar, İnsan Kaynakları erbabının saygınlığı artar falan. Firmaların kendi İnsan Kaynakları bölümleri biraz işin farkına vardı galiba. Artık düdüklenmek için seçilenlerin (yani çalışanların) iş doyumu, kişisel gelişimi falan gibi mevzulara da el attılar. Zaten inekler Bethoven dinleyerek sağıldığında daha çok süt veriyorlarmış. Bu araştırma geçenlerde basında gözüme çarpmıştı.

Reklâmcılarla İnsan Kaynakları erbabı çoğunlukla aynı kökenden geliyorlar. Bir zamanlar bazılarıyla beraber yol yürüdüğümüz bu insanların milleti kapitalizme en iyi pozisyon ve şartlarda, en iyi biçimde söğüşletmekten, hatta dahi iyi söğüşleme yolları konusunda taktikler vermekten aldıkları zevk nedir anlamıyorum.

Bu insanlar hakkında yazdıklarımdan yola çıkarak "bunun Vicdanla ne alâkası var?" diye bir soru gelebilir akla. Eşitsizlik ve hırsızlık (yani külliyen adaletsizlik) üzerine kurulu bir sistem ile Vicdan'ı yanyana getirebilen birileri varsa, beni de irşad etsin. Dolayısıyla, Vicdan'la bir alâkası yok, pek delikanlı bir kavrama benzemediğini söylediğim Ahlâk'la alâkası var.

Bu eşitsizlik ve hırsızlık gibi kavramları kabul edilebilir kılığa sokmak için adlarını değiştirip, tanımını da bulandırınca; yani "eşitsizliğin" adını "Fırsat Eşitliği", "hırsızlığın" adını "Kâr/Sermaye" (artı değer deyince millette alerji yapıyormuş) olarak değiştiriverince, o zaman bunlar üzerinden tanımlanan kılık değiştirmiş ve böylece pisliği örten mis gibi bir ahlâk anlayışı oluveriyor elimizde. Böyle kavramlardan çıkan ahlâk ancak bu kavramlar kadar temiz olur. Belki kendileri gidip bir şeyler çalmazlar ama sistemin çalmasını meşru ve gerekli görürler.

Lâfı fazla uzağa götürmeden şuradan İnsan Kaynakları erbabına geri dönüş yapayım.

Bu insanlar Kapitalizm'in ahlâk değerlerinden beslenip o değerleri kullanarak iş tutuyorlar. Dolayısıyla, yaptıkları muhabbet tellâlığından rahatsızlık duymalarını gerektirecek bir şey yok onlar açısından. Çalışanlar Kapitalizm tarafından daha iyi pozisyonda, daha bilerek ve daha profesyonelce düdükleniyorlar, işyerinde kendilerini sanki partonmuş gibi algılıyorlar, şirketin kârlılığı için gecelerini gündüzlerine katıyorlar, şirket yıllık kârını açıkladığında sevinçten taklalar atıyorlar, ait oldukları sınıfı unutuyorlar ve hatta hakir görüyorlar. Mis gibi gönüllü kölelik. Şayet bu kadar hizmetin az şey olduğunu düşünen varsa, o kişi zinhar münafıktır.

Bu son cümlemi isteyen "uzmanından fetva" yerine de algılayabilir.

Bir zamanlar kafaları Sol'dan rüzgar almış bu tip insanların çoğu yaptıkları işi kabul edilebilir bir kılığa sokmak için Kapitalizm'in ahlâkına hiç de ters düşmeyen şöyle bir cevap veriyorlar:

"Biz insanlara daha iyi işler buluyoruz, daha iyi bir geleceğe sahip olmaları için kariyer planlamaları yapıyoruz, çalışma ortamlarını iyileştirme çalışmaları yapıyoruz, iş doyumunu artırmaya çalışıyoruz…"

Psikoloji bu savunma mekanizmasına "akla uygunlaştırma" (rasyonalizasyon) diyor. İnsanın "madem işçileri bu kadar düşünüyorsunuz, o zaman neden sendikacılık veya işçi hakları savunuculuğu yapmıyorsunuz teresler" diyesi geliyor.

İnsan Kaynakları denilen ve Endüstri Psikolojisi ile İşletmecilerin halvet olmasından doğan bu piç alan masanın Kapitalistler tarafında oturuyor. Dolayısıyla, çalışanlar için yaptıkları ancak Bethoven dinletmek gibi bir şey olabilir.

Buradan ben de bu zevata bir kıyak yapıp bir uyarıda bulunayım: Sakın ola ki yanlışlıkla 9. Senfoniyi dinletmeyin.

Yorumlar

Üstadım, bu nefis makalenizi geç fark ettiğim ve anca şimdi okuduğum için lütfen beni bağışlayınız. Okudum, ziyadesiyle irşad oldum.

Fakat yazıda verdiğiniz linki tıklayınca, karşıma "Parmak Çıtlatmak" konusunda kısa ve ucuz bir mavra çıktı. Acaba zaman içinde sayfanın içeriğine bir şeyler mi oldu?

Acaba bize önerdiğiniz esas yazı şu muydu? Gelişim Psikolojisi

Veli Atıf Kir - 3 Ekim 2009 (15:06)

Sayın Veli Atıf Kir, soyadınızla müsemma olmadığınıza ne kadar bahtiyâr olduğumu tahmin bile edemezsiniz.

Geç bile olsa okumanıza ve beğenmenize ziyadesiyle memnun oldum, eksik olmayın. Şu kısa iki paragrafta bile bu kadar katkı yapabiliyorsanız, daha fazlasından bizi mahrum bırakmayacağınızı umuyorum ve katkılarınızı bekliyorum.

Yukarıdaki risalede verdiğim link'te görüntülenen sayfanın içeriğinde bir değişiklik olmuş. Aynı içeriği barındıran yeni link aşağıda. Lütfen tıklayıp okuyunuz:
Kohlberg ve Ahlak Gelişimi

Dilerseniz "Kohlberg'in Ahlak Gelişimi" gibi anahtar kelimelerle arama yapabilir ve daha fazla sayfayı okuyabilirsiniz.

İyi okumalar, hoşçakalın…

Kâmuran Kızlak - 3 Ekim 2009 (21:17)

diYorum

 

Kâmuran Kızlak neler yazdı?

52
Derkenar'da     Google'da   ARA