Patronsuz Medya

Buyurun Çadır Tiyatrosuna!

Kâmuran Kızlak - 10 Mayıs 2008  


Gurbet ellerinde sürte sürte, bazen izlediğim belgesel kanalları dışında, televizyondan iyice kopmuşum. Eş-dost adını bile duymadığım dizi ve programlardan bahsettikçe kültür hayatımın ziyadesiyle çoraklaşmış olduğunu farkediyorum.

Kendimi bu bozkır havasından kurtarabilmek için biraz bakayım belki izleyecek bir şeylere rastlarım diye kanalları dolaştığımda, kahvehane-meyhane muhabbeti, dedikodu veya ağız dalaşı yapan insanlarla bir arada bulunuyormuş gibi hissediyorum ve fena daralıyorum.

Böyle programların milleti ekrana çeken benim aklımın ermediği bir hikmeti olsa gerek.

Gördüğüm kadarıyla, reklâmcılık yanında program yapımcılığına da soyunan muhabbet tellâlları Kapitalizmin her şeyi paraya tahvil etme marifetini epey ileri götürmüşler. Toplumun en kıyısında tutunmaya çalışan insanların acı ve sıkıntı dolu iğreti yaşamlarını şov malzemesi yapmak nasıl bir kişiliğin ürünüdür anlayamıyorum.

Bu programlara baktıkça mahalle aralarında yaşanan atışma veya kavgayı pencerelere, sokağa üşüşüp seyre dalan ve arada bir de olaya müdahil olan hariçten gazelci ahali geliyor gözümün önüne. Nahoş olayları bizim insanımız için bir seyirlik durum haline getiren o marazî merakın sırrına eremedim gitti doğrusu.

Kenarın Dilberi Show

Bir taraftan bir kadının feryad-figan anlattığı yakınmalar, diğer taraftan bazı kadınların bir adamı paylamaya çalıştığı lâf kalabalığı, sunucunun ortalığı biraz daha karıştırmaya çalışan bozgunculuğu ve "az sonra" çığırtkanlığından iyice daralmış bir vaziyette "bre, bu ne ipe sapa gelmez bir rüyadır böyle" diye sayıklarken uyandım. Baktım ki televizyon açık kalmış ve işittiğim sesler bir kadın programından geliyor.

Şükürler olsun ki gerçekmiş. Yoksa, rüyamda bu kadar akla ziyan şeyler görmeyi hiç hayıra yormazdım. Bir insanın mahrem yaşamına bodoslama dalmaktaki pervasızlık, duygularına saygısızlık ve kederini istismar etmekteki arsızlıkla dolu böyle bir rüyayı yorumlamak Freud Efendi Hazretleri'ni bile aşardı. Muhtemelen, "böyle bir rüya gören bir adamın kesinlikle tımar edilmesi gerekir" diye düşünür ve beni psikiyatri servisine kapatırdı.

Şekerleme esnasında beni bu kadar daraltan şeyin ne olduğunu anlamak için başladım programı izlemeye. Çocukluğumda annelerimizin izlediği ve ağlamaktan bitap düştükleri "felekten sille üstüne sille yiyen bahtsızların" filmlerinden birini izliyorumuşum gibi hissettim uykulu halimle. O filmlerin kurgusundaki biraz çocuksu masumiyet ile bu programlardaki insanların dertlerini paraya tahvil etme arsızlığı arasında bir benzerlik kurduğum için de kendimden utandım.

Meğer o eski filmlerin artık pek izleyeni kalmamış. Kalmaz tabii. Televizyonlarda her gün en az on tane öyle "gerçek film" izleme fırsatları varken o uyduruk senaryolara tabi ki dönüp bakmazlar. Şimdi açıp programlardan birini izlerler, hem kültürleri artar, hem de eğlenirler. İsterlerse stüdyoya kadar gidip filme katılabilir, fikirlerini ortalığa serpiştirebilir ve engin bilgileriyle insanları aydınlatabilirler.

Necip milletimiz doğuştan ihsan edilen bir yetenek ve eğitimin de yaptığı büyük katkıyla okumadan düşünmeyi ve düşünmeden filozof olmayı becerebilir. Yeter ki fırsat verilsin. Sözleri sürekli ağızlarına tıkılmış olan kadınlarımız, artık diledikleri gibi konuşabilecekleri ve aslında ne kadar bilgili olduklarını gösterebilecekleri bir fırsat yakaladılar.

Bundan sonrası artık onların anlattıklarını sabırla dinlemek ve lâzım olan bilgileri kapmaya kalıyor. Korkarım Türkçem biraz gerilemiş ki, hem sunucunun hem de katılanların konuştuğu cümleler arasındaki mantıksal bağlantıları kurmaya çoğunlukla yetmiyor. Bu akıl bombardımanından yeterince sebeplenemediğim için irfanım eksik kalıyor.

Onur timsali koca

Yarı uykulu vaziyette ve kafam gördüklerimin şaşkınlığıyla meşgulken konuşulanların çoğunu kaçırmışım. O arada ekrandaki kadının kocasını bulup telefona bağlamışlar. Sert çıkıyor:

"Siz, sunucu hanım, başkalarının dertlerini kurcalamaya ve özel hayatlarını didiklemeye pek meraklısınız. Kendi özel hayatınızı da milyonlarca insanın önünde böyle didikletir ve ifşa eder miydiniz?

Aklı başında insanlar özel hayatlarını on milyon insanın gözü önünde konuşmaz. Eşimin niyeti özel hayatımızı ve problemleri konuşmaksa, bunları benimle konuşması gerekir. Böyle şeyleri televizyon ekranında konuşmak aklı başında bir insanın işi mi? Buna teşhircilik denir. Millete ucuz eğlence ve televizyona reyting malzemesi olmaya niyetim yok.

Başkalarının özel hayatını didiklemeye ve akıl hocalığı yapmaya bu kadar hevesli olduğunuza göre sizin ruh haliniz de pek düzgün olmasa gerek…"

Öfkeli kocanın sözlerini duyunca uyku mahmuru gözlerim birden açılıverdı.

Bu adamın karısını "teşhircilik" ile itham etmesi, programı yapanı teşhirciliğe çanak tutmak ve insanların acılarını istismar etmekle suçlaması, milletin ruh sağlığını sorgulamaya kalkması katılanların ve sunucunun algılama filtrelerinden geçmeyi sanırım başaramadı. Ben yüzlerinde sanki Nükleer Fizik Problemleri hakkında bir konuşma dinlemişler gibi bir ifade gördüm.

Beyfendinin sözlerine göre o kadın teşhirci oluyorsa, izleyenlerin de röntgenci olması lazım. Teşhircilik ve Röntgencilik deyince akla genellikle üryan üftade veya cinsellikle alâkalı mevzular gelir. Fakat, Ruhiyat uleması bu kavramların sadece bunlarla sınırlı olmadığını söylüyor.

Benlik algısıyla problemi olmayan bir insan kendine ait şeyleri başkalarına ifşa etmekle ilgilenmez. Benlik değerini başkalarının ilgi ve dikkatini çekerek beslemeye ihtiyacı yoktur. Kendine kalması gereken şeyleri ilgi görmek dikkat çekmek amacıyla ulu orta sergilemeyi ulema teşhircilik olarak tanımlıyor.

İnsanların başkalarıyla paylaşamadan, kendi içlerinde yaşadıkları tek duyguları belki de acıları-üzüntüleridir. Çaresizce ilgi yardım arayışı içinde olanlar hariç, acılarının deşilmesinden ve bunları başkalarıyla konuşmaktan kaçınmayan insanlara pek rastlamadım. Yani, kendisine saklar ortalama insan acısını.

Ekranlara çıkardıkları bu kişiler, belli ki tutunacak bir dal arayan, umut arayışı ve beklentisi içinde olanlar. Yaptıklarının teşhircilikle alâkalı bir tarafının olduğunu anlayabileceklerini hiç sanmıyorum. Durumu teşhircilik haline getiren, program yapımcıları ve sunucuları olmalı. Daha çok teşhirin daha çok kışkırtıcı olduğunu ve dolayısıyla "röntgen" in, yani izlenme oranının yükseleceğini bildikleri için ne kadar rezillik gerekiyorsa o kadarını yapıyorlar. "Dertlerine derman olmaya çalışıyoruz" mavalı ve bunu yiyenler için söyleyecek sözüm elbette var; ama mani oluyor halimi takrire hicabım.

Topyekün "röntgen mütehassısı" olduk

Birçok kişide normalde kendisini hiç ilgilendirmemesi gereken, başkasının özel yaşam alanı veya sırları hakkında marazî diyebileceğim bir merak ve kurcalama arzusu gözlemledim. Ruhiyât ulemasının "röntgencilik" dediği şey de bu zaten. Her röntgencilik gibi bu da bir haz ve tatmine hizmet ediyor (cinsel olması gerekmez).

Biliyoruz da söylüyoruz, başkalarının çektiği acılardan-sıkıntılardan kendi benliğini ve yaşam tarzını besleyecek övünme malzemesi çıkartmak bir çeşit duygusal tatmindir. Bu sakat düşünce biçimi "bunlar benim başıma gelmedi veya ben yaşamadım; çünkü ben daha değerli, akıllı, eğitimli, yetenekli, özel, vs biriyim" diye tercüme edilebilir. Yani, "vah vah! Başkalarının başına neler geliyor, çok şükür ki onun durumunda veya yerinde değilim" gibi son derece bencilce bir düşünce.

Bu tür programların bu kadar çok izleyici çekmesinde insanların kendilerine çıkarttığı bu "hastalıklı" payın önemli katkısı olduğunu düşünüyorum.

Benzer dertlerden muzdarip olan insanların sanki "kendi bilinçaltlarının belgeseli" ni seyrediyormuş gibi olmaları sanırım bir başka izlenme nedeni. Yapmak isteyip yapamadıkları, içlerinde ukde kalmış şeyleri bir başkasının yapıyor olmasından kendileri için öfkelerini azaltacak veya mutlu edecek bir pay çıkartıyorlardır belki de. Bir kısım Ruhiyat Uleması buna "katarsis" (olumsuz duyguların boşalımı) diyor.

Böyle programlarda gördüklerimiz gibi olumsuz bir rol modelini izlemek yanlış öğrenmelere de vesile olabilir ve o güne kadar gıkını çıkarmadan oturan bir kadını asileştirebilir de. Bu durumda kadının geleneksel "eğitim" aracı olan meşe odunuyla muhabbetinin artması kanaatimce hiç şaşırtıcı olmaz.

Reyting Efendi Hazretleri

Benim çocukluğumda bazı ilçe ve kasabalarda panayırlar kurulurdu. Oralarda kurulan "Çadır Tiyatroları"nda milleti epeyce "olgun" (yani Kabe-i Mükerreme'yi tavaf yaşı gelmiş) hatunları röntgenlemeye ikna etmeye çalışan panayır cazgırları olurdu (çığırtkan da deniyor). Bu insanlar o günlerin bir nevi program sunucularıydı. Yetenekli cazgırlar çoğu çaptan düşmüş üryan hatunlar hakkında yaptıkları akıl çelici reklâmların etkisiyle çadırı doldururlardı. Bunun bu günkü karşılığı yüksek reyting oluyor.

Bu güzide meslek sanırım artık kaybolmaya yüz tuttu. Otuz yıl kadar geriye baktığımda, bu çığırtkanların bugün gördüğümüz program sunucularından hilafsız en az on kat daha yetenekli olduklarını görüyorum.

Lâfı daha fazla uzatıp yazıyı okuyanın aklına "bu kadar ayrıntıyı nereden biliyorsun?" sorusunu düşürmeden program yapımcısı muhteremlere bir tavsiyede bulunayım: Gitsinler bu "çadır tiyatrosu" çığırtkanlarını bulsunlar, bir kaç hafta kurstan geçirsinler ve program sunucusu yapsınlar. Hem de kaybolmaya yüz tutmuş olan bir mesleğin yaşamasını sağlayarak memlekete büyük bir kültür hizmetinde bulunmuş olurlar.

Bu meslek erbabının sunduğu programların izlenme oranları eğer tavana vurmazsa, bütün söylediklerimi geri almaya hazırım.

Cazgırlardan (çığırtkanlardan) bahsetmemden hareketle, umarım kimsenin aklına bu gündüz kuşağı programlarını çadır tiyatrosuna benzettiğime dair münafıkça fikirler gelmez.

Sözünü ettiğim çadır tiyatroları da büyük bir kültür hizmeti veriyordu o zamanlar; ama artık devri sona erdi sayılır. Şimdi televizyon programları var.

Yorumlar

Bu programlar ulusal dediğimiz tüm kanallarda yayınlanmakta olup gerçekten de iyi reyting almaktadırlar. Bu ulusal kanallarımızın ticarî kurumlar olduğu, bir ticarethanenin de kâr amacı gütmesi gerektiği göz önüne alıdığında bu kanalların reytinge bağlı reklam anlaşmaları yüzünden kendi açılarından esen rüzgârda yelkenlerini doldurmak zorunda oldukları görülmektedir.

Vahim olan konu ise, bu kanallarda yayınlananları izleyenlerin sayısının bu kadar yüksek olmasıdır. Tartışılması gereken, aynı reyting pastasını bölüşen aynı konu ve formattaki birbirinin aynısı bu kadar program arasından neden farklı bir konu ve formatta bir programın sıyrılarak iyi bir reyting yakalayamadığıdır.

Bu soru sorulduğunda nedenler insanın bir bir aklına geliyor gibi aslında: Koyun gibi önüne sunulanı izleyen, başka bir aktivitesi olmayan halk kitleleri, kendi dertlerinin avuntusunu başkalarının dertlerinde arama, ancak bu kadarını anlayabilecekleri bir eğitim sistemi içinden gelmiş olmaları falan…

Can Ayusu - 19 Mayıs 2008 (18:29)

diYorum

 

Kâmuran Kızlak neler yazdı?

47
Derkenar'da     Google'da   ARA