Patronsuz Medya

"Azıcık da bundan ye"

Esi Taviloğlu - 25 Mayıs 2003  


Anneannemlere ne zaman uğrasam, hali hazırda yiyecek gördüğüm zaman birşeyler atıştırmaya başlarım. Anneanneme bu şekilde yakalanırsam, anneannem, bana kıtlıktan çıkmış bir yavrucak gözüyle bakar; var olan menüyü ve yaratılabileceği menüleri hızla saymaya başlar.

- Esiciim, pilavla tavuk yapayım mı sana? Dolapta bisküvili muhallebi de var. Allahaşkına ye! Bi tabak daha al. Aaaa! Öyle ayakta yemek yenir mi hiç? Otur şöyle, yaslan arkana.

İlk vuruş budur.

- Anneanneciğim ben böyle iyiyim. Zaten doydum.
- Ispanak da vardı, ondan da tatsaydın.
- Anneanne yaa, Allahaşkına ısrar etme. İstemiyorum. Hem ben şöyle bi atıştırıyordum. Israr etme yaa! Yiyeceğim vardı, şimdi canım istemiyor.

* * *

Anneannemin kulaklarında çınlayan o kelime: "İs-te-mi-yo-rum!"

İşte bunu söylediğimde kafasını öne eğer, dudaklarını bir çocuk misali büker ve titrek bir sesle, masumca "peki" der. Bu "peki", duyguları öyle mıncıklayan bir şekilde çıkmıştır ki anneannemin ağzından, o anda vücudumun acındırık merkezi, acı sinyallerini şiddetle vermeye başlar. Ah aptal kafam, olurum. Nasıl kırdım şu kadıncağızı? Niye o da inatla mutlu mutlu birşeyler atıştırmakta olan torununu rahatsız eder? İyi bir niyetle yapar bilirim; ama ne diye diretir?

Birazcık utanç, birazcık kendimi affettirme güdüleriyle onlarla daha fazla vakit geçirebilmek adına salona geçer, sessiz eve biraz hareket gelsin diye televizyonu açarım. Televizyonda da şansıma güzel bir film olmaz mı? Olur. Bal gibi de olur. Yalnız dedemin de bal gibi bunaltan soruları olur:

- Aa niye gülüyor onlar? Kadın ne dedi?
- Kaçırdım ben de dede. İlgiyle dinlersen duyarsın.
- Bu artist de kim?
- Yabancı biri dede. Söylesem de tanımazsın.
- Sesini biraz kıs, başım ağrıyor.
- Tamam.
- Ayol ışık gözümü de alıyor.
- Dede yani, koca evde başka oda mı yok? Git orda başını dinle. Kırk yılda bir film izleyeceğiz hep beraber.
- N'olcak kapatıversen. Laf söyleyende kabahat. İnsan büyükbabasını kırar mı? Gidiyorum ben.

İşte dedemin bu gidişleri televizyonun önünde manken misali birkaç dakika durmasına gerek kalmadan hemen eyleme dönüşüverse problem yok. Lâkin ne hikmetse dedem ekranın tam önünde durur, esnemeyle karışık derinden bir "aoooh" çeker, sağ eliyle yavaş yavaş belini kaşır, benim "dedeee, televizyonun önünden çekilsene!" bağırışlarımla, "aaa televizyonun önünde mi duruyor muşum, hay Allah" türünden tecahül-i arifleriyle, en sonunda ağır ağır çekilmeye başlar. Dede muharrebesini atlattım diyelim; bu sefer anneanne muharrebesi başlar.

Anneannem, yerde oturmayı seven bu torununun bu alışkanlığını bir türlü benimseyemediğinden- ya da unuttuğundan yarı şaşkın yarı şok olmuş bir biçimde dalışa geçer:

- Esi. Niye yerde oturuyorsun?
- Seviyorum. Böyle sırtımı koltuğa verip güzel oluyor.
- Bir sürü koltuk var. Onlara otursana rahat rahat.
- Yok anneanne ben böyle rahatım.
- Allahaşkına gel buraya otur. Bak sana yastık da getirdim.
- Ya anneanne ya. Yapma ya.

Bendeki de inattır hani. O ısrar ettikçe ben baş kaldırırım. Anneanneme karşı "yemek vakası"nda yaptığım kabalığı hatırlayıp, anneannemin yastıklarını puflattığı koltuğa geçerim. Anneannem oturduğumu görünce derin bir nefes alır- ki bu nefes de, biraz sonra soru sormak için harcayacağı kuvvet için alınmıştır- muharrebe başlamıştır.

- Meyve getireyim mi sana?
- Sağol anneanne istemem.

Niye 'istemem' derim ki? O, nasıl olsa iki dakika sonra mevsimlik meyvelerden oluşan bir tabakla salona girecektir. Elmayı kabuklu ve ısıra ısıra yemeyi sevdiğimi bildiği halde, kabuklarını itinayla soymuş olacak ve kestiği parçaları bana uzatacaktır.

- Niye elmanın soyulmuş kabuklarını yiyorsun?
- Çünkü elmanın kabuklarını çok seviyorum.
- Bir elma daha getireyim o zaman.
- Yok anneanne sağol. Bu kadarı kâfi.
- O zaman bi tane armut ye?

Büyük bir izleme mücadelesi verdiğim filmde; başrol oyuncusunun o çok önemli olan son sözlerini, anneannemin "O zaman bi tane armut ye?" sözleri bastırmış ve siyah fon üzerine mini mini beyaz yazılarla, oyuncuların isimleri gösterilmeye çoktan başlanmıştır.

Sokak kapısına yöneldiğimde, anneannemin ve dedemin ahiret soruları hâlâ bitmemiştir:

- Niye gidiyorsun?

İşte son vuruş da budur.

diYorum

 

Esi Taviloğlu neler yazdı?

64
Derkenar'da     Google'da   ARA