İhsanoğlu'nun, kendini ve çizgisini anlatmasına izin bile verilmeden, İslamcı
, hatta IŞİD'ci
diye damgalanması, eleştirilmek
yerine karalanmaya
başlanması da, Türkiye'nin neden bu hâlde olduğu konusunda ipuçları veriyor.
Türkiye'nin bu hâli
, şu; ağustos itibariyle, başkanlık sistemine geçmiş olacağız. AKP, çatı aday açıklanmadan, diğer partilerin tümünün toplamından fazla oy alıyordu. Yani, eğer ki, siyasi bir mucize
olmazsa, karşı aday kim çıkarsa çıksın, sonuç değişmeyecek. Parlamenter sistemi geride bırakarak, yeni bir siyasi sistem deneyimine geçeceğiz.
Ve bunun sonuçlarının ne olacağını, sistemi değiştirmek istediği artık açık olan Erdoğan ve çevresi bile bilmiyor; öngöremezler de.
Düşünün, siyasi partiler yasasını 12 Eylül kalıntılarından temizliyorsunuz, sıfır barajlı bir seçim sistemi getiriyorsunuz. Milletvekillerinin yarısı, Almanya'da olduğu gibi, nispi temsil sistemiyle, diğer yarısı da İngiltere'deki gibi dar bölgeyle seçiliyor. Böylece hem mahalli hem de ulusal faktörleri dikkate alarak iki farklı partiye oy verebiliyorsunuz. Bu sadece Kürt sorunu için ilaç niyetine iş görmez, BBP'lilere, SP'lilere de temsil meşruiyeti ve adalet duygusu tattırır. Ama mevcut sistemle girdiğiniz 2002 genel seçimlerinde 363 sandalye kazanırken, baraj yüzde 5 olsaydı, aynı seçimde 266 sandalye alabilecektiniz. Başkasının hakkını gasp ederek, temsilde adalet duygusunu çiğnemeye devam ediyorsunuz. Ama mağdurlarınız da birikmeye devam ediyor.
İki sivri adayın tokuştuğu seçimlerde, daha sivri olanın şansı yüksektir. Ama sakin görünümlü bir rakip karşısında olay tersyüz olabilir.
Akranlarım hatırlar; Barry Goldwater diye inanılmaz derecede sağcı ve çok güçlü bir Amerikan başkan adayı vardı, J. F. Kennedy'nin rakibi. 64'te kazanması bekleniyordu çünkü Kennedy de kendisi gibi sivriydi. Ama Kennedy öldürülüp yerine yumuşak hatlara sahip
L. Johnson beklenmedik biçimde aday oluverince Goldwater yıkıldı. Ben 63-64'te Amerika'da idim, çok yakından izledim: Siyasi yorumcular bu yıkılmayı Kennedy'nin hatırasına değil, tamamen bu sivri-yumuşak olayına bağladılar.
Eğer muhalefet Erdoğan'ın karşısına sivri bir aday çıkarsaydı, Erdoğan kesin alırdı. Ama şimdi yumuşak hatlara sahip
Ekmel Bey çıktı, Tarzan Zor Durumda. Zaten partiyi kime emanet edeceğini bir türlü bulamadı, aday olmaktan vazgeçip A. Gül'ün devamını sağlama olasılığı mantıken arttı. Tabii, siz işin oluruna bakın, Erdoğan bu; o kocaman egosunu dizginlemesi çok zordur.
Türkiye'nin onayı olmadan Kürt devleti kurulamaz. Petrol ve gazın tek çıkış yolu Türkiye üzerinden olduğu için kurulamaz. Türkiye buna hazır mı? Bazı Iraklı Kürtler en azından Erdoğan'ın hazır olduğuna inanıyorlar. Ama Kerkük'ü almaları işi aniden zorlaştırdı. MHP Türkmenler ve Sünni Arapların da üzerinde hak iddia ettiği Kerkük ile ilgili hassasiyetleri kamçılamaya başladı bile. Cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimleri meseleyi daha da çetrefil hâle getiriyor. Hele de barış sürecinin gerektirdiği tavizler varken.
Baykal ve CHP içindeki ultra
ulusalcı kesim, Ekmeleddin İhsanoğlu'nun aday gösterilmesinden rahatsız oldu ve öyle görünüyor ki kazan kaldırmaya hazırlanıyor. Bu, seçim sonuçları ne olursa olsun, belki de CHP için hayırlı
bir gelişmenin önünü açacaktır. Kılıçdaroğlu'nun aman bölünmeyelim
hassasiyetiyle bu kesimin gönlünü hoş tutmaya çalışmaktan vazgeçmesi, daha kendisi
gibi olarak işini yapması ve nihayetinde ulusalcıların ayrılmasıyla CHP'de meydana gelecek bir bölünme, 2015 seçimleri öncesinde CHP'yi çoktandır ayakları havada sallanan bir iddia olmaktan dahası olmayan sosyal demokrat bir seçenek olmaya yakınlaştırabilecektir.
Kılıçdaroğlu'nun Ekmeleddin İhsanoğlu tercihi, açık, AKP tabanından oy alma hesabına dayanıyor. AKP'den gelen ilk tepkiler ve derhal sosyal medyada İhsanoğlu'nu adı nedeniyle alaya almak da dâhil girişilen itibarsızlaştırma ve adamı paralel
ilan etme çabası, bu hesabın çok da yanlış olmayabileceğini düşündürüyor. Göreceğiz.
Cemaat, hükümet arkasından çekilse de; Balyoz, Ergenekon davalarında ya da 17 Aralık soruşturmasında geri adım atmayacak gibi duruyor. Ne yani darbe teşebbüsü olmadı mı, faili meçhuller yaşanmadı mı, yolsuzluk iddiaları kapatılmaya çalışılmıyor mu, sorularını çok net soruyorlar.
Hükümet ve AKP içinden kendilerini haklı bulan kişilerin olduğunu söylüyorlar. Ancak cemaate yakın isimlerin takip ve taciz altında olduğunu, bundan rahatsızlık duyduklarını da söylüyorlar. Önümüzdeki günler ilginç yeni tartışmalara gebe…
Şimdi bu İhsanoğlu seçimi tipik CHP davranışının dışında kalan bir seçim. Çünkü günümüzdeki Kemalizm'in tanımlayıcı özelliği, kendi deyimleriyle Kemalist laisizm
karşı cephenin teşhisiyle de din ve İslâm düşmanlığı
. Dolayısıyla, Kemalistler hemen şiddetli bir muhalefet pozisyonu aldılar. Ama bu kararı verenler kim; onlar da Kemalist değil mi? Şüphesiz öyleler. Öyle ise, Kemalizm'in içinde, bu din sorunu karşısında, bir strateji farklılığı oluştu; buradan bir görüş ayrılığı
na fazla bir mesafe yoktur.
Hemen bugünlerde, aday seçimi üstüne, basın Doğu Perinçek'e her zamankinden geniş bir yer ayırdı. Belli ki Doğu Perinçek bu radikal Kemalizm
çizgisinin ideolojik ve sonra da pratik önderliğini ele geçirmeye çalışacak. Bu çizgi
, gerçekten de, Atatürkçü
müdür?
İdeoloji dünyasında böyle gerçekten
gibi sıfatların fazla bir anlamı olmaz. Görece
işlerdir bunlar. Sorun, pratik bir sorun: Ekmeleddin İhsanoğlu'nu bu koşullarda, belirli bir strateji çerçevesinde uygun aday
olarak onaylayan Kemalizm'in mi, bunu Atatürkçülüğe ihanet olarak yorumlayan Kemalizm'in mi şansı daha yüksek?
Ya da, Kemalizm'in toplumda sürükleyici olma şansı ortadan kalktı mı?
Özetle bugün muteber bir muhalefet yokluğundan kaynaklanan siyasi boşluk artık vicdanların teneffüsünü zorlaştıran bir insani boşluğa dönüşmektedir. Bu yüzden Türkiye'nin acilen bir vicdan koalisyonuna ihtiyacı var. AK Parti'ye siyasi muhalefet siyasi aktörlerin işidir ve siyasi bir pozisyondur. Fakat vicdan temelinde insani muhalefet herkesin ihtiyacıdır.
Bir partiye veya bir toplumsal kesime kaptırılan iktidarı geri almak yahut topluca elde edilmiş bir iktidarı münhasıran kendisi için alıkoymak gibi kaygı ve menfaatlerden azade olarak yapılması gereken yeni bir muhalefet demokrasi için şarttır. Taraftarlarınız menfaatleri gereği, muhalifleriniz de ödenecek bedellerden dolayı seslerini çıkartamaz hâle gelmişse bilin ki siyasi zaferiniz büyük bir insani çürümeye dönüşmektedir. Çünkü, vicdanlar boğulmaktadır.
Bu çürümenin önüne geçmek için siyasi olmayan bir insani muhalefet ortaya koymak gerekir. Böyle insani bir muhalefet, kişisel veya grupsal menfaat beklemeyen ihlaslı bir hakikati dile getirme teşebbüsü olmalıdır. Amaç toplumun vicdanına ayna olmak, söylenmesi gereken hakikatleri siyasi rekabete alet etmeden dile getirmek olmalıdır.
Gözü kararmış olandan adalet de beklenmez, insanlık da… İşte şimdi karşı karşıya kaldığımız durum tam da bu… Mezhepçinin mezhepçiyi mezhepçi diye suçladığı bir çamur deryası. Sınırımızın içinde bu zehri eline fırsat geçti mi akıtan mütedeyyin münevver saymakla bitmiyor. Malum şahısın ise sinirden dilini tutamadığı anlarda ağzından çıkan nefret söylemiyle aklımıza kazınıyor. Reyhanlı'da bu nefret, … Dikkat edilirse 53 Sünni vatandaşımız ne yazık ki şehit oldu
cümlesine bürünüyor. Eski ortaklarını hedef tahtasına koyarken Bunların bir defa üç tane önemli hasleti var, takiyye var, yalan var, iftira var, üçünün neticesi fitne var, fesat var, bunlar Şia'yı geçmiş vaziyette. Şia bunların eline su dökemez
diyecek kadar şirazeden çıkartabiliyor. Muhalefet lideri için 'zaten Alevi' sıfatını yapıştıran bu zihniyetin ötekileştirme boyutlarının nerelere uzanabildiğini Rumlar için 'affedersiniz Rum' demesinden de tanıyoruz…
Mesela, Türkçeden İngilizceye yapılan çevirilerde Allah karşılığı olarak God kelimesini kullanmamanın büyük bir meziyet olduğunu düşünenler var. God kelimesine karşı gösterilen çekimserliğin temelinde God kelimesine dair cehalet var. Zira insan bilmediğine düşmandır. Ve düşman olduğu şeyi bilmemek, tanımamak ister. Hatta insan karşısındakini düşman hâline getirebilmek için ondaki insaniyeti ondan tahliye etmek, boşaltmak ister. Düşmanda sizden bir şey olmamalı. Düşmanla ortak taraflarınız kalmamalı. Ta ki düşmanlıkta duraksamaya sebep olacak bir kemal, bir güzellik kalmasın.
İlginçtir: God ile Allah'ın aynı olmadığını düşünen Müslümanlar ile (mesela kimi köktenci) Hıristiyanların ortak özelliği karşı tarafı serapa şer olarak görme eğilimidir. Karşılıklı olarak bizim Yaratıcı'mızı onların Yaratıcı'sından tenzih etme gayreti içindeler. Hâlbuki Allah lafzı ve kavramı İslamiyet'ten önce de var idi. İslamiyet'i getiren Peygamberin (ASM) babasının ismi Abdullah idi. Hıristiyan Araplar da Yaradan'dan bahsederken Allah diyor. Aramice konuşan ve daha belki olmayan İngilizceyi bilmeyen Hz. İsa'nın da dilindeki God yine Allah idi.
Peki, bu bize yabancı gelen God kelimesi nereden çıktı? İngilizcedeki bu kelimenin aslı bizde de var. Almanca ve İngilizceye Sanskritçeden geçen bu kelime Farsçada Xoda, Kürtçede Xweda ve hatta Türkçede de Hüda olarak var.
Bu sebeple Allah'ı God'dan tenzih etmeye çalışanlar İslamofoblarla aynı ekmeği yiyor, aynı cehalete yağ sürüyor. Ne diyelim God akıl, fikir versin.
Yeniçağda çatık kaşlı bir ideoloji değil, tek bayrak, devlet, millet, mezhep dayatması değil, ancak farklılıklara saygı duyan, öteki
nin suskunluğuna, dışlanmasına, fedakârlığına dayanmayan, baskısız, öfkesiz, kucaklayıcı yeni değerler yakınlaştıracak biz
i birbirimize…
Evrensel hukuk, insan hakları, adalet inancı, barış umudu, özgürlük tutkusu, demokrasi idealinde buluşacağız.
Kürt'le Türk'ü, Sünni'yle Alevi'yi, inananla inanmayanı sulh içinde bir arada tutacak bir toplumsal sözleşmeye, Biz aşağıda imzası olanlar
diye imza atacağız.
Bu kez lider parlatmak, düşman yaratmak, soygun saklamak, askere almak için filan değil; tersine, birbirine diş bileyen bir kindarlar toplumu olmaktan kurtulmak, çocuklarımıza daha iyi bir istikbal hazırlamak için, gönüllülüğe dayanan, insani bir biz
kuracağız.
Bunlar, görünürde Ergenekoncular'a karşı olan Ergenekoncular! Sistemli bir biçimde AK Parti'ye sızdılar. Partinin dış politikasını ele geçirdiler. Tıpkı Enver Paşa gibi, yeni bir Osmanlı İmparatorluğu kurmanın şehvetine kapıldılar! 2012 yılının başında Kayseri'de, Ahmet Davutoğlu, 1911 öncesi sınırlara döneceğiz. Kaybettiğimiz bütün toprakları alacağız. Biz olmadan bölgede yaprak kımıldayamaz
dedi. Bu, Sarajevo'dan Yemen'e, Kırım'dan Orta Afrika'ya kadar, 20 milyon kilometrekare üzerindeki 50 ülkeyi ilhak edeceğiz demektir! Türkiye'deki İslamcı ve ulusalcı zihinler hasta! Akıllarında şu var: Bir İslam birliği ya da bölgesel birlik kurulacak. Bu, Türkiye'nin liderliğinde olacak.
*İttihatçı grup, Erdoğan'ı da mı etki altına aldı?
Tayyip Bey'i de, Sen, İslam âleminin lideri olacaksın. Balkanlardan Kafkaslara, Orta Afrika'ya kadar yeniden Osmanlı'yı kuruyoruz. Ya Allah!
diye ikna ettiler. Ya Allah
deyince de Mısır, İran, Ürdün, Suriye ayağa kalktı! Özal'dan ders almaları gerekirdi. Özal, 21. Asır, Türk asrı olacak. Biz, Osmanlı bakiyesiyiz
diye, Türkiye'nin başına bir bela açtı. Türki Cumhuriyetler bile kabul etmedi bunu. Almatı Valisi bana, Siz bize bir Kanadalı edasıyla geliyorsunuz. Sanki bütün sorunlarınızı çözmüşsünüz de bize akıl veriyorsunuz
demişti.
Aile AKP Ali Türkan Amerika Araba Aydın Beslenme Bilim Cem Karaca Cehalet CHP Cinsellik Çevre Çizgi Roman Çocuk Demokrasi Deprem Derkenar Devlet Dil Distopya Edebiyat Eğitim Ekonomi Erkek Fanatizm Felsefe Feminizm Gençlik Hayat Hayvanlar Hoyratlık Hukuk İnternet İslâm Kadın Kapitalizm Kedi Kemalizm Kent Kitap Kişilik Komplo Konut Kültür Kürtler Mavra Medya Mektup Meslek Militarizm Milliyetçilik Mizah Modernite Müzik Necdet Şen Nefret Nostalji Pazarlama Polemik Portreler Psikoloji Reklam Safsata Sağlık Sanat Savaş Sevgi Seyahat Sinema Siyaset Spor Şiir Tarih Teknoloji Telefon Televizyon Terör Toplum Tutunamayanlar Vicdan Yazmak Yalnızlık Yaşlılık Yergi Yoksulluk
Sitedeki içerik 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası ile korunmaktadır. Yazılı izin olmadan kopyalanamaz, çoğaltılamaz, değiştirilemez, başka mecralarda kullanılamaz. Ancak, uzunluğu 200 kelimeyi geçmemek, yazar adı ve kaynak belirtmek ve bu sayfaya link vermek kaydıyla yazılardan alıntı yapılabilir.