Patronsuz Medya

Bunca şeye rağmen AKP neden çökmedi?

Netice itibarıyla, yüzyıldır 1915'te Ermenilere yapılanları inkâr edebilen, onyıllarca Kürtlerin ve Kürtçenin varlığını inkâr edebilmiş bir egemen politik kültürün şekillendirdiği bir toplumdan bahsediyoruz. Ne zaman süper bir hakikat arayışımız vardı da, şimdi AKP'ye karşı eksik kaldığını iddia edebilelim? Türkiye toplumunun en geniş kesimleriyle hakikatleri eğip bükmeye ve birbiriyle çelişik de olsa farklı öznel hakikatlerle bir arada yaşayabilmeye çok talim ettirilmiş bir toplum olması, bu geldiğimiz kavşakta AKP iktidarına yarıyor, daha önce başka iktidarlara yaramış olduğu gibi.

Hafif kafası çalışan herkes anlayabiliyor ki, Cemaat'in derdi hakikat ya da demokrasi falan değil. Cemaat, eski ortağı AKP tarafından iktidar bloğu dışına atılmanın acısını çıkarmak ve yeni pazarlıklar yapabilmek için böyle bir yola girdi. Dolayısıyla yolsuzluk, hukuk vb sıradan yurttaşlar için bir hakikat zemini olabilirken, hem AKP iktidarı hem de Cemaat gibi yapılar için basit birer araç sadece, güç biriktirmenin ve gücü sürdürmenin birer aracı. Cemaat uzantısı yargı/polis mensuplarının, Ergenekon vb davaları nasıl zaman içinde mesnetsiz cadı avlarına dönüştürüp, Türkiye toplumunun şimdiye kadar elde etmiş olduğu en büyük yüzleşme imkânını heba ettiklerini unutmuş değiliz.

* Murat Paker (T24) 13 Nisan 2014

Hersh'in Makalesi Üzerinden Türkiye'ye Dair Bir Okuma

Esad'a karşı olmak, El Kaide'nin yanında durmayı, şiddetsever başka aktörleri kucaklamayı gerektirmeyecektir. Uzun zaman oldu Türkiye El Kaide ile savaşmak zorunda kalacak yazalı; tekraren söyleyelim, El Kaide ve türevleri Türkiye için en tehlikeli düşman tasavvurudur. Esad'ın politikalarından da bin beter etkileri olacaktır ülkemiz açısından.

Bu bakımdan umarım Türkiye, Suriye muhalefetini destekleme adına El Kaide ile aynı sudan içmemiştir. Umarız kimyasal silah aktarımı falan gibi dehşetengiz işlere bulaşmamıştır. İnşallah ülkemiz böyle bir mücadelede her yol mübah diyerek elini masum kanına değmemiştir. Dileriz Türkiye Cumhuriyeti'nin yöneticileri, böyle bir ülkenin yöneticileri olmalarından kaynaklanan sorumluluklarına yakışır tavır içerisinde bir politika uygulamışlardır. Aksi halde Türkiye için önümüzdeki günler çok sert fırtınaların eseceğini garantiliyor, şimdiden söyleyelim.

* Deniz Ülke Arıboğan 10 Nisan 2014

Yut, yut, bir yere kadar

Bu ülkenin sokaklarında ülkenin Başbakanı için ağıza alınmayacak küfürler artık ulu orta ediliyor, stadyumlarda binlerce kişi tarafından bağırılıyor. Daha önce böylesi görülmüş değildir, o da yutuluyor.

Bu ülkenin Başbakanı ve etrafı hakkında akıl almaz yolsuzluk iddiaları ortaya atılıyor. Halkın bir kısmı düzen bozulur gerekçesiyle, bir kısmı propagandayla uyandırılmış Devlete sahip çıkma refleksiyle yutkunuyor, bir daha oyunu atıyor, ya yutmuş görünüyor, ya yutuyor.

Bu ülkenin mahkemelerinde alınan kararlar, artık sadece gücü olmayanlara geçiyor. Meclis Başkanı Cemil Çiçek, kurallara başta onu koyan Meclis ve Hükümetin uymadığını söyleyerek Anayasa'nın mahkeme bağımsızlığı maddesinin fiilen öldüğünü söylüyor. Hepimiz yutuyoruz, yutmayanımız da yutmuş görünüyor.

Sokağa çıkan polis gazı, copu, suyuyla karşılaşıyor. Gezi protstoları, öldürülen çocuklar derken, oy itirazı için seçim kuruluna giden de biber gazı yutar oldu.

Bu ülkenin Başbakanının, Dışişleri Bakanının çalışma odası dinleniyor, kimbilir ne gizli konuşmalar kimbilir kimlere malum, Türk halkının öğrenmesi yasak. Boğazımıza kadar komşu ülkenin iç savaşının içindeyiz. Vatan haini diye damgalanmamak için yutkunuyoruz.

Bu ülkede haberleşme özgürlüğüne, ifade özgürlüğüne yasaklar getiriliyor, ama adı yasak değil, halkı fesattan koruma oluyor. Avrupa, ABD yutmuyor, biz yutuyoruz.

* Murat Yetkin (Radikal) 9 Nisan 2014

Şimdi devlet kimin elinde?

Devletin ele geçirilmesi, devlet iktidarının araçlarını kullanarak kalıcı bir siyasî düzen oluşturmakta mümkün. Devlet vergi mi topluyor? Vergi müfettişleri eli ile özel sektörü hizaya çekersiniz. Devlet kamu hizmeti için ihale mi veriyor? Medya karteli oluşturur, komisyonları vakıflara aktarıp toplumsal iktidarı kalıcı bir seçmen desteğine dönüştürürsünüz. HSYK'yı Adalet Bakanı'na bağlayıp, yargıçların disiplin amiri haline getirdikten sonra bu iddialı fütuhat boyunca ayağınıza takılan taşları da savcılara ve yargıçlara temizletirsiniz. Geriye eksik ne kalıyor?

Çok önemli bir eksik var. Uzun yıllara yayılan devlet fütuhatı esnasında çok önemli bir aracı kaybettiler: İdeolojilerini. Siyasal İslâm ideolojisi bir iktidar projesi idi, gerçekleşince çöktü. Bugün karşımızda duran bir ideoloji değil, giderek daralan bir elit grubun çıkar ittifakından ibaret. Geçmişten kalanlar, meselâ imam-hatipler, bir amaç için değil, bu iktidarın kalıcılığına hizmet edeceği için yüceltiliyor. Türkiye'nin en geniş dindar cemaatine savaş açtığına göre, dindarlık bile sadece bir iktidar tutkalından ibaret.

Devleti ele geçirdiler ama meşruiyetini tükettikleri bir devletin artık onlara iktidar sunma gücü kalmadı. Devlet, meşruiyetini yeniden kazanacak; sırtındaki yükten kurtularak.

* Mümtaz'er Türköne (Zaman) 7 Nisan 2014

AKP seçmenini tanıdınız mı?

AKP'nin belki de Türkiye tarihinde hiçbir siyasi parti örneğinde görülmedik biçimde böyle bir parti-kitle ilişkisini 12 yılda gerçekleştirmiş olması önemlidir. Bu yapı, yaşanan 3 genel seçim, 3 yerel seçim ve bir referandum sınavında pekişerek büyüdü, ancak 2009 yerel seçiminde küçük düşüşler gösterdi. Bu trend, RTE'nin Biz ve onlar biçimindeki ayrıştırma, kutuplaştırma, bunun gevşediği zamanlarda yüksek gerilimle ayrışmayı körükleme politikalarının başarıya ulaşmasıyla gerçekleşmiştir.

Böyle bakınca, CHP'nin son seçimde, AKP'ye karşı, kimle, nerede kazanabileceksek, onunla; mesala İstanbul'da Çare Sarıgül demesi, belki de bu kaçınılmaz çaresizliğin sonucudur.

Hiç olmasa bundan sonrasında farkında olunması gereken şey, AKP'nin bu kitle ilişkisinin kimyasıdır; bu kitlenin büyük hayal kırıklıkları yaşamadıkça RTE'nin her despotluğunun, anti-demokratikliğinin arkasında duracağı, bunun için gerekirse sokağa da ineceği, paramiliter kadrolaşmaya gideceği bir gerçektir. Bu güç gösterisinin, yeni kararsız ve ümitsiz kitleleri de peşine takabileceğini unutmamak gerekiyor.

* Mustafa Sönmez 6 Nisan 2014

Evin danası büyümez!

Her şeye piyasadaki karşılığına göre bir anlam ve değer yüklemek, kapitalist topluma özgü bir alışkanlık. Bizim 'ruh' deyimi ile ifade ettiğimiz güce, piyasa toplumunda 'sosyal sermaye' deniyor. Yetişmiş insan gücü, sağlıklı ve dengeli bir toplumsal bünye; bu arada güven duygusu, birbirimizi anlama ve birlikte yaşama konusunda paylaştığımız ortak değerler bir toplumun sosyal sermayesini oluşturuyor. Bizim 'millî birlik ve beraberlik ruhu' dediğimiz resmî söylem gibi.

Allah kimseyi parti teorisyeni etmesin. İktidar teorisyeni olmak ise bir entelektüele edilecek en kalpsiz beddua olmalı. Fikir iktidar kavgasına meze olunca, namusu ile birlikte her şeyini kaybediyor. Ne insicam, ne yöntem, ne doğruluk ve haklılık endişesi. Her söz, güç rekabetinde işe yaradığı nisbette değerli. Twitter yasağı öncesinde ve sonrasında bu teorisyenlerin yazdıklarını alt alta getirmeniz vahameti görmek için yeterli.

* Mümtaz'er Türköne (Zaman) 6 Nisan 2014

Kılıç, sancak, meşruiyet!

Osmanlı'nın başlangıç dönemlerinde, bir bölgeye timar sahibi bey olarak gönderilmiş olan güçlü kişi, halktan vergi istemeye, asker yazmaya geldiğinde, bu da nereden çıktı diyen zıpçıktılara kendini kabul ettirmek için önce iki alamet gösterirdi. Birincisi kılıç, ikincisi peygamber sancağı! Yüzyıllar sonra kimi teorisyenler tarafından zor ve ideoloji olarak kavramsallaştırılacak olan bu iki simgeyi bu toprağın insanları, Osmanlı'dan önce de, sonra da başına geçen her iktidarın kimliğinde binlerce yıldır tanıyordu. Bin Tanrılı Hitit Kralları da, Allah'tan başka ilah olmadığını tekrarlayıp duran tek tanrıcı sultanlar da, kılıçlarının yanında ideolojik sancaklarıyla başımıza geçtiler. Yalnızca burada değil, insan olan her yerde devlet diye ortaya çıkan her örgütlü güç, halklar üzerindeki egemenliğini bu iki güce dayandırdı.

Soyutlayınca görünmez oluyor. Zoru görünür kılan, en basit haliyle silahı elde tutma ve kullanma tekelidir. Öldürme, hapsetme, sürme, yasaklama yetkisine sahip olma ve bundan sorumlu olmama üstünlüğüdür. Kitleleri yönetme adına korkuyu egemen kılmanın bilinen en etkili ilk aracı bu.

İdeoloji ise, soyut heyulalar kokteylidir! Kutsal kılınmış nesneler ve inanışlar vardır içinde. Töreler, alışkanlıklar, ahlâk kaygıları, vatan, bayrak, aile gibi kavramlar… Zorun işleyebilmesi için bunlara dayanması, bunların içinden doğduğu ve bunlar için var olduğu duygusuyla birleşmesi gerekir. Bu sağlandığında, halk üzerinde hâkimiyet isteyen bir iktidar kendi meşruiyeti için başka bir kanıta, başka bir araca ihtiyaç duymaz.

Önemli olan, hangi somut durumda bunların hangi oranda karıştırılarak bireşim sağlanacağıdır.

* Aydın Çubukçu (Evrensel) 6 Nisan 2014

Türkiye kendi kaderini tayin etti: Ayrışma!

Buraya kadar özetlemeye çalıştığım Üç Türkiye tezi çok da orijinal değil. Araştırmalar farklı değerlere sahip birden fazla Türkiye olduğunu yıllardır söylüyor zaten. 30 Mart seçimlerini özel kılansa bu farklılıkların kemikleştiğini değil, üç Türkiyenin birlikte yaşama iradesinin kalmadığını göstermesi. Yolsuzlukları, tapeleri, internet yasaklarını bir kenara bırakalım. AKP seçmeni bunların bir sivil darbe girişimi olduğunu düşünebilir. Bazı kamuoyu araştırmalarının gösterdiği gibi yolsuzlukları onaylamadığı halde AKP'ye oy atmaya devam da edebilir. Bunun nedenleri üzerine yazılıyor, daha da yazılacak.

Ama bir ülkenin Başbakanı 3. 5 milyon insanın katıldığı gösterileri darbe olarak nitelendiriyor, o olaylarda başına isabet eden gaz fişeğiyle ölen 15 yaşında bir çocuğa terörist diyor, yas tutan annesini meydanlarda yuhalatıyor, buna rağmen yüzde 43 oy alıyorsa bu noktada artık birlikte yaşama iradesi sorgulamamız gerekir. Özellikle de meydanlar yuh sesleriyle inlerken 2 milyon insan o çocuğun cenaze törenindeyse.

Bu görüşün abartılı olduğu, farklı Türkiyelerin bugüne dek birlikte yaşamayı becerdiği iddia edilebilir. Belki. Ama kritik eşik aşıldı. Başbakan Erdoğan seçim sonrası yaptığı balkon konuşmasında İstiklal savaşına devam edeceğini açıkladı. Başbakanın medyadaki tetikçileri bir yandan gizleyemedikleri gülümsemeleriyle üçüncü Türkiye'ye haydi, post-seçim travmanızı atlatın da konuşalım çağrıları yapıyor, diğer yandan internet yasaklarını savunuyor, Anayasa Mahkemesi'nin kararını gayrımilli ilan ediyorlar. Bu arada üçüncü Türkiye'nin bir kısmı YSK kapılarında oyların yeniden sayılmasını bekliyor; diğer, ulusalcı, kısmı Cemaatle el ele şu hükümeti nasıl deviririz diye düşünüyor. Kürtler ise haklı olarak kendi geleceklerini kurmanın planlarını yapıyor, bu süreçte kendilerine destek verecek olan Türkiye'nin yanında konumlanıyorlar.

* Umut Özkırımlı (T24) 6 Nisan 2014

Gerilimi kim üretiyor?

Eğer Türkiye yeniden huzura, sükuna, iç barışa kavuşacaksa, ülkeyi karıştıran alçakların yakalanması yahut tepelenmesiyle olmayacaktır bu. Aksine, bu gibi nihai zafer arayışları sadece gerilimi daha da yükseltip ülkeyi daha büyük felaketlere sürükleyecektir. Tek çıkış yolu, gerilimi üreten aktörlerin bizzat kendi tutumlarını değiştirip ateşe daha fazla odun atmaktan kaçınmalarıdır. Bu aktörlerin sayısı belki milyonları bulsa da, kuşkusuz en etkili olanlar ellerinde en fazla siyasi güç ve toplumsal etki bulunanlardır.

Tam bu noktada, bunun fazla naif bir beklenti olduğu, çünkü söz konusu büyük aktörlerin gerilimi kasten ürettikleri, çünkü bundan siyasi fayda umdukları söylenebilir. Böyle düşünen çok sayıda yorumcu da var nitekim. Bu kadar laftan çıkan sonuç ne mi peki?

* Mustafa Akyol (Star) 5 Nisan 2014

İnsanlar için çöp, hayvanlar için katil

Çöpe cam kırıklarını atarken bir kedinin ağzının yaralanmasına sebep olabileceğini birçokları düşünmüyor. Bir de çöpü, çöpe değil de denize atanlar var ne yazık ki. Naylon poşetler, plastik şişeler ve dahası, deniz canlılarının neslinin tükenmesine sebep oluyor. Bir bitki yetiştirmek, bir hayvana bakmak, bu canlıların da biz insanlar gibi yaşamını ikame etmesine yardımcı olmak, varlıklarıyla hayatımızı güzelleştirmek şöyle dursun, yaptıklarımızla adeta onların hayatlarını sona erdiriyoruz. Çöp diye attığımız atıkların, doğada hemen yok olmadığını, toprağa, hayvanlara, tabiata zarar verdiği gibi bizlere büyük zarar vereceğini düşünerek hareket etsek, en azından sorunun şiddetini azaltmış oluruz.

* Tuğba Kaplan (Zaman) 5 Nisan 2014

 

59
Derkenar'da     Google'da   ARA