Özkök'ün bu talebi, sadece Ergenekon ve Balyoz davalarındaki eski silah arkadaşlarını kurtarmayı amaçlamıyor. Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nda Sermaye Piyayası Yasası'nı ihlal suçundan hapse mahkûm olması muhtemel Aydın Doğan ve kızını da kurtarmayı amaçlıyor.
Ahlaksız teklif apaçık ortada: Sen bizim suçları affet, biz de seninkileri.
Bunun tek yolu vardır, genel af. Erdoğan, yerel seçim sonucu kendi iktidarını tehdit altında göreceği bir sonuçla çıkarsa, eline bu çoğunluk varken genel af çıkarma yoluna gidecektir.
Hiç endişelenmeyin, böyle bir genel affın ilk destekçisi Doğan Grubu ve sözcüsü Ertuğrul Özkök olacaktır. Genel af, Erdoğan hakkında kasetlerle ortaya çıkan yolsuzluk iddialarını sıfırlamakla kalmayacak, Yargıtay Ceza Genel Kurulu'ndaki kağıt ithalindeki yolsuzluk davasını da ortadan kaldıracaktır.
Başbakan değil, doymayan iştahı ağlatıyor Demirören'i. O iştahla işte, gözyaşından da bir yudum yuvarlıyor. Sadakatini gözyaşı yontarak da sunuyor iktidar semalarına.
Aynı anda acıyla sevincin ortak lisanı olabilen gözyaşını, arka cebinden gayrimeşru bir dilekçe gibi de çıkartıyor Demirören… Maden suyu gibi akıtıyor!
* * *
Pavese der ki; kimi şeyler, onlarsız yaşayabildiğinizde elde edilebiliyor…
Doymayan bir iştaha yapışık homo economicus
ların öğrenemediği, vazgeçmeyi bilmedikleri için öğrenemeyeceği, budur…
Ben eski harfleri bilmiyorum, beni yeni harflerden imtihan ediniz
diyecek olanlara işte başka bir sual: Eski harfleri bilmiyorsunuz, mazursunuz, peki Latin harflerinin estetiği ile alâkadar mısınız?
Yukarıda çıtlattık: Neue Haas Grotesk'le Helvetica'yı birbirinden ayıramıyoruz; peki Times ile Palatino'yu seçebilir miyiz hemen?
Farkındayım; sorular çok zor ve ben biraz insafsızlık ediyorum; bile bile yapıyorum çünkü burada temel mesele harf tarihi bilgisi veya hüsn-i hat sanatında uzmanlık sorgusu filan değil, güzel olanı aramak ve onu talep etmeye dair bir endişe uyansın istiyorum herkeste. Âmennâ, herkesten Estet
derecesinde güzellik bilgisi talep etmek de insafsızlıktır lakin en azından kötüye ve çirkine hemen rıza göstermemek bâbında bir dikkat uyanmasını istemek de haksızlık mıdır?
Başbakan bu milleti yedirmeyecekmiş. Bu millet dediği kendi seçmeni. Başbakanın seçmeni olmayanlar kim? Onlar bu millet değilmiş. Onlar dinini Erdoğan'nın bildiği gibi bilmeyen sünniler, aleviler, onlar dürüstçe çalışanlar, işsizler, onlar düşünenler, konuşanlar, soru soranlar, hak, hukuk tanıyanlar, onlar herkes hakettiği kadar paylaşsın, yolsuzluğu yapanlara geçit vermeyelim diyenler.
Onlar vicdanlarının sesini dinleyenler, onlar ezilmeye, sürülmeye, sindirilmeye karşı duranlar. Erdoğan onları milletten saymıyor.
Başbakan demokrasinin bütün ilkelerini çiğnediği gibi toplumun bütün ayarlarını da bozdu. Bozmaya ve çiğnemeye devam edeceğini ilan ediyor. Başbakan bunca ortaya dökülenden sonra bir ölüm kalım mücadelesi veriyor. Ancak bu sadece onun ölüm kalım meselesi değil. Bu bizim de ölüm kalım meselemiz.
Yine de Kemalistler, sivil toplum içerisinde mücadele etmeyi ve toplumun diğer kesimleriyle temas kurarak etkilerini artırmayı bilmiyorlar. Parti ve gazete gibi araçlarla sınırlı bir mücadele yöntemine sıkışıyorlar. Sol'un da bir bütün olarak benzer bir sıkışmışlık hâli var. Yaşadığımız çağda yerelde ve sivil toplum alanında güç biriktiremeyenler, siyasal iktidarı da alamıyorlar. Demek ki hayat bizlere, yerelde güçlenmemiz ve kendi özgürlüklerimiz için, daha genel demokratik bir mücadeleyi inşa etmemiz gerektiğini söylüyor. Seçim odaklı, acilci
yöntemler, yeni hayal kırıklıklarına yol açabilir.
Bu noktada benim Kemalistlere verdiğim kredi
eleştirilebilir. Sahiden de Baykal döneminde Muhafazakâr Cumhuriyetçi tepkiselliğe saplanan Kemalistlerin, demokratik bir yönelime girmeleri ve bunu içselleştirmeleri hiç kolay değil. Fakat Kemalistlerin de başka kesimler gibi demokratik bir Türkiye'ye ihtiyaçları var.
Kemalistleri acımasızca eleştirmenin bizlere kazandıracağı bir şey yok. Benim gözlemim, sadece Kemalistlerin değil, diğer muhalif aktörlerin
de yeterince demokrat olmadıkları yönünde. Demek ki hep beraber demokratik zihniyeti içselleştirebilmemiz gerekiyor. İlkeli ittifaklar kurmayı beceremediğimiz için bu durumdayız. Bu konuda kimse kendisine fazladan üstünlük atfetmemeli…
Devlet içinde başka cemaat yapıları da vardı ama deniliyor ki, Gülen Cemaati son yıllarda devleti ele geçirecek güce ulaştı. Bu nedenle Cemaat büyük tehdit olarak görülüyor. Siz ne düşünüyorsunuz?
Bu iddia doğru olabilir ama eğer öyleyse de, ben bunun böyle olup olmadığını bilmiyorum. Sadece böyle olduğu söyleniyor ve bizim buna ikna olmamız isteniyor. Öte yandan eğer bu doğruysa bile şunu da görmek gerekiyor: Diğer hiçbir cemaat, Gülen Cemaati kadar bu toplumun derinliklerinde çalışmadı. Altın nesil yetiştirme çabası, yurtlarda 40 yıldır süren öğrenci yetiştirme çabası, bu sonucu verdi. Bu çalışmalar da elbette eleştirilebilir. Cemaatin yurtlarında çocuklar baskıcı yöntemlerle yetiştiriliyor olabilir. Bunu eleştirmek, bu tarz eğitime karşı mücadele etmek de meşrudur ama günümüzde gelinen noktada o yurtlarda, dershanelerde yetişen çocuklar, üniversiteleri bitirip devlet ya da özel sektörde yer edinmeye başladılar.
Meseleye bir de şöyle bakalım. Mülkiye mezunları ya da Galatasaray mezunlarının yaptığı bundan çok farklı değil. Onlar da kendilerinden olanı
işe almaya çalışıyorlar. Sadece şu anda diğer cemaat yapıları Gülen Cemaati karşısında kan kaybettikleri için feryat ediyorlar. Gülen Cemaati, yeni bir nesil olarak geliyor, kadrolaşma kapasiteleri çok güçlü. Laikçi, ulusalcı, Kemalist cemaatler, ilk defa bu kadar elimine oluyorlar. Özetleyecek olursak, baştan aşağıya rezil bir devlet sistemi bu. Yaşadıklarımız da bu sistemin doğal sonucu. Gülen Cemaati'yle uğraşmak yerine bu sistemin kendisiyle uğraşsak çok daha önemli ve kalıcı bir iş yapmış oluruz.
Başbakan'ın balını kaymağını düşündüğümün, Başbakan'ın kaç saat uyuduğunu merak ettiğimin milyonda biri kadar Berkin Elvan'ın kaç gündür uyuduğunu neden aklıma getirmiyorum diye kafam karıncalanır mıydı?
Hiç geçmişimi düşünüp bu mesleğe hangi niyetlerle başladığım aklıma düşer miydi?
Hevesli bir gazeteci adayından menemen testiliğine giden yolda yaptıklarımı teker teker, ilmek ilmek kendi kendime meşrulaştırmak için bulduğum gerekçeleri sorgular mıydım?
Hadi onları geçtim. Oğlum yaşında Başbakan'dan azar işitip ağlayan ihtiyar bir zengin patron olsam.
Ömrümün son senelerinde bu hallere düşmeye, tarihe ismimi böyle yazdırmaya değer miydi diye üzülür müydüm?
Ya babam yaşındaki bir ihtiyarı ağlattıktan sonra ne yapardım? Şükür namazı mı kılardım?
Peki Başbakan'ın adamı beni arayıp işime karışsa, bana talimat üzerine talimat verse hiç içimden Git işine be adam
diyerek telefonu kapatmak gelmez miydi?
O telefonu neden her şeyime karışan bir hükümet komiserinin suratına kapatamadığım her saniye dert olmaz mıydı?
Para için mi? İktidar için mi? Şöhret için mi?
Muhtemelen evet, para için, iktidar için şöhret için.
Ama başka başka sebepleri de olmalı bu insanların böyle davranması için.
Bu kadar basit olmamalı bunca alçalmanın sebebi.
Son gelen haberler, Buca'da yatak yok diye taşın üzerine yatırıldığı
yönündeydi. Devamında ise ülkemiz cezaevi koşulları hakkında da fikir veren bilgiler aldık, Ali Nesin yazdı:
Eski tip tavuk nakil kasalarını andıran 60 kişilik bir koğuşta 103 kişi kalıyorlar, ki bu tenha zamanlarmış, sayı bazen 130'u bulurmuş. İki kişilik yer yatağını ve tarif edilmeyecek kadar pis bir şilteyi üç kişi paylaşıyorlar. Sevan'a ranza verilmesi mahkûmlar arasında isyan çıkartırmış. Ama o, başkalarının daha kötü durumda olduğuna işaret ederek
şükür iyiyim
diyor! Gece koğuş ısıtılmamakta, ayrıca havasızlıktan dolayı pencereler açılmaktadır, dolayısıyla mahkûmlar gripten kırılmaktadır. İdarenin verdiği yemekler yenmeyecek kadar kötüdür. Yüksek gazlı kömür dumanı çıkaran iki baca yüzünden 100 m2'lik avlu kullanılamamaktadır. Koğuşta masa ve iskemle yoktur. Dolayısıyla Sevan gibi ranzası olmayanlar gün boyunca oturacak yer bulamamaktadır. Ama Sevan koşullara kahramanca direniyor. Gençliğinde de böyleydi, biliyorum. Yarın kendisini görmeye gideceğim. Umarım daha iyi haberler getiririm.
Merak ediyorum, bütün bu haberleri adalet bakanı izliyor mu? (habersiz olabileceğini düşünemiyorum) İzliyorsa ne düşünüyor bu bilgiler karşısında? Acaba Buca Kapalı Cezaevi'ni arayıp, orada neler oluyor?
diye sordu mu? Sevan'ın orada geçirdiği günlerin hepimiz adına, ülkemiz adına kayıp olduğunun farkında mı?
Yanlış Cumhuriyet
in, bu topraklarda yazan, çizen, düşünen, aydınlara neler yapabileceğini biliyoruz. Bunu bildiğimiz için de korku duyuyoruz.
Adını unutan ülke
her şeye rağmen, Sevan'ı da unutturmaya mı çalışıyor?
Unutacak mıyız?
AKP'nin bir süredir Ortadoğu'ya demokratikleşme konusunda kötü
örnek olmaya başlaması, içeride dönüştürücü misyonunu terk etmesi ve demokratikleşme yolunda geri vitese takması, post-İslamcılığın sonunu getirdi. AKP büyük avantajlarla başladığı dönüşüm sürecini ve bu süreçte kendisine açılan krediyi ve verilen desteği heba etti. Bu anlamda Türkiye'deki sivil ve post-İslamcılığın devletle ve demokrasiyle imtihanı başarısız oldu. AKP zayıf muhalefetten şikayet ettiği bu elverişli ortamda, iktidarın ağırlığını taşıyamadı.
Bu noktada çöken, yalnızca post-İslamcılık değil genel olarak siyasal İslamcılık olacak, çünkü küreselleşme süreciyle uzlaşmasının başarısız olduğu noktada bu başarısızlık sonuçta İslamcılığın hanesine yazılacak.
Ayrıca, kendilerine ait bir iktisadi projesi olmayan (post)İslamcı hareketlerin, demokratikleşme ve insan hakları konusunda da dönüşememeleri durumunda, içinde bulundukları toplumlara sunabilecekleri bir şey kalmayacak. Siyasal İslamcılığın daha 1990'larda başarısız olmuş bir proje olarak ilan edildiği düşünülürse, şimdi bunun demokrasiyle uzlaşarak aşılması olan post-İslamcılığın da krize girmesi, kökeninde İslamcı fikirler ve inancın bulunduğu siyasetin krizini daha da derinleştirecek.
Ak Parti uzun bir süre amorf/şekilsiz bir görüntü vermiştir, bazen öyle bazen böyle olmuştur, bir taraftan her şey diğer taraftan hiçbir şey olarak görülmüştür. Bunun nedeni İslamcı kadroların ve onları taşıyan sosyolojinin pragmatizmidir; iktidara gelmek ve iktidarda tutunmak istiyorlar ve bunun için her şey olmaya, her şeyi yapmaya hazırlar. Nitekim öyle yapıyorlar; Başbakan Erdoğan'ın Çankaya Köşkü'nde söylediği, Beni ve eşimi buraya sokmayanlar utansın
sözü, bunun sembolik ama önemli bir göstergesidir. Şu söz de Erdoğan'a aittir: Cumhuru hor gören, istismarcılar gitti, cumhuru kucaklayan, onu bağrına basan gerçek cumhuriyetçiler gelmiştir
. Evet, biri gitmiş diğeri gelmiştir; yeni gelenler yine 'cumhur' değil, 'cumhuru kucaklayanlar'dır.
İktidar
ise belirleyicidir; mahiyeti sorgulanmadan ele geçirilen devlet mekanizması işlemeye ve yeni muktedirleri şekillendirmeye başlamıştır. Birikimin ve tahakkümün aracı olan devlet, kayda değer bir değişime uğramadan yoluna devam etmektedir. Yeni muktedirlerin ideolojik arka plan ise sadece meşrulaştırmanın aracıdır. Örneğin; geniş kitleleri rahatsız ettiği için eleştiri konusu olan neo-liberal uygulamalar; özelleştirmeler ve taşeronlaşma başörtülüler fiilen üniversitelerde okuyor, ondan sonra özel kurumlarda çalışacaklar
denilerek savunulmaktadır. Yani aslında özelleştirmeleri istemiyorlar ama bunu başörtülülerin çalışması için yapıyorlar!
Artık Ak Parti'yi iktidara taşıyan sosyolojinin ihtiyaçları esas olmuştur; bu da demokrasi
den çok kalkınma
ve piyasacılığı
gerektiriyor. Adalet
ise sadece bir söylemdir.
Aile AKP Ali Türkan Amerika Araba Aydın Beslenme Bilim Cem Karaca Cehalet CHP Cinsellik Çevre Çizgi Roman Çocuk Demokrasi Deprem Derkenar Devlet Dil Distopya Edebiyat Eğitim Ekonomi Erkek Fanatizm Felsefe Feminizm Gençlik Hayat Hayvanlar Hoyratlık Hukuk İnternet İslâm Kadın Kapitalizm Kedi Kemalizm Kent Kitap Kişilik Komplo Konut Kültür Kürtler Mavra Medya Mektup Meslek Militarizm Milliyetçilik Mizah Modernite Müzik Necdet Şen Nefret Nostalji Pazarlama Polemik Portreler Psikoloji Reklam Safsata Sağlık Sanat Savaş Sevgi Seyahat Sinema Siyaset Spor Şiir Tarih Teknoloji Telefon Televizyon Terör Toplum Tutunamayanlar Vicdan Yazmak Yalnızlık Yaşlılık Yergi Yoksulluk
Sitedeki içerik 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası ile korunmaktadır. Yazılı izin olmadan kopyalanamaz, çoğaltılamaz, değiştirilemez, başka mecralarda kullanılamaz. Ancak, uzunluğu 200 kelimeyi geçmemek, yazar adı ve kaynak belirtmek ve bu sayfaya link vermek kaydıyla yazılardan alıntı yapılabilir.