Patronsuz Medya

Aslında ne oluyor?

Her ne kadar RTE kavganın hedefine Cemaat ve Hoca'yı oturtuyorsa da, en başta o biliyor ki; mesele RTE ile ABD arasındadır. Cemaat bu kavgada Truva Atı'dır.

RTE maçası yemediği için Cemaat'e saldırıyor. Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla misali! 'Sahibinin sesi' basın da, bu gölge oyununda, Karagöz'ü oynatan Hayali Küçük Ali'yi görmezden gelip, habire Karagöz'e saldırıyor.

Zahir, onların da maçası yemiyor!

* * *

Aslında ne oluyor?

1) ABD'nin '11 Eylül' sonrası sığındığı 'Laiklikte Israrlı Olmayan Demokrasi' modeli çöktü.

2) Model çökerken, ayrıca modelin baş aktörlerinden RTE icazet aldığı ABD'nin denetimi/buyruğu dışında (Suriye, Irak, Rusya, Çin) kendi oyununu oynamaya kalktı.

3) Uyarıldı, yine laf dinlemedi.

4) Sonunda RTE'nin kullanım süresi bitti!

5) RTE artık bağırsaklara rahatsızlık veriyor. Tedavülden kalkması lazım.

* Cüneyt Ülsever (Yurt) 2 Mart 2014

Buradan bir çıkış var mı? Ya da neden HDP'deyim?

Yolsuzluk karşısında sevinen, AKP iktidarının felaketi afişe olduğu diye tebessüm edenlerden değilim. Tam tersine. Bir zulümkar iktidarın daha gözlerimizin önünde çöküşü karşısında Sırrı Süreyya Önder'in deyimiyle memleketin haline efkarlıyım. Bu olanları Tayyip Erdoğan'ın kötülüğü, diktatörlüğü, açgözlülüğü filan ile de açıklayamıyorum. Tayyip Erdoğan ve AKP toplumsal birer vakadır ve hepimizin takkesini önüne koyup nasıl bir tablo ile karşı karşıya olduğumuzu, çok uzun yıllardır AKP'den öncesinden beridir, nasıl bir Türkiye'ye rıza göstermiş olduğumuzu düşünmenin zamanıdır. Ne de olsa Türkiye'ye çeteciliği, devletin içinde devleti, devletle işbirliğinde bir medyayı, kadrolaşmayı, kini, nefreti, suç şebekelerini, sermaye-siyaset işbirliğini, AKP getirmedi. AKP'nin tüm bunlara verdiği yeni biçimin nedenleri, nasılları tarihsel ve küresel bağlamda incelenmesi gereken bir mesele olarak karşımızda duruyor. O kadarına burada girmeyelim.

Üstelik Erdoğan gitmemeye niyetli gibi gözüküyor. Bu son derece tehlikeli bir durum. Suriye'ye kadar yolu var. Saddam'ıyla, Kaddafi'siyle, Esad'ıyla; Ortadoğu, gidince başına geleceklerden korkanların, ülkelerini, ülkeleri ile birlikte her türlü değeri yanında götürenlerin topraklarıdır. Şimdilik bu felaket senaryolarını da bir yana bırakalım. Geleceğe umutla bakmaya çalışalım.

* Nazan Üstündağ (T24) 1 Mart 2014

Şişeden çıkan cini tutuklamak!

Gördüğümüz kadarıyla zirvedekiler kaybetse bile kapağı bir Ortadoğu ülkesine atıp orada paracıklarını yiyecek kadar dünyalıklarını yapmışlar. Onlar gidince onları koşulsuz ve fütursuz savunanların hali n'olucak?

Ukrayna'da devlet başkanı kaçarken helikoptere sadece paracıkları ve birkaç kişi sığabildi. Kaddafi'nin konvoyunda sadece birkaç araba vardı. Saddam'da o bile yoktu…

Bugün gazetecileri, gazetelerin sahiplerini sadece olan biteni yazdığı için 'tutuklanmakla' tehdit edenler 'efendileri' gittiği o gün kendilerini koskocaman bir cezaevinin içinde bulacaklar.

Sokağa bile çıkamayacaklar.
Bugün basını susturmak için çakma davalarla cezaevine atılmakla korkutanlar, Türkiye'de bir cezaevinde yaşar gibi korkuyla yaşayacaklar.

* Cüneyt Özdemir (Radikal) 28 Şubat 2014

Bir rüyamız vardı, ne oldu ona?

Türkiye, kritik bir dönemeçte. Artık özgürlüklerden vazgeçtim, toplumsal barışımız bile tehlikede. Türkiye, ciddi toplumsal fay hatları üzerinde oturan bir ülke. Kürtler, Aleviler, dindarlar, laikler, farklı cemaat ve tarikatlar, sosyal sınıfları bir arada tutacak tek siyasal zemin demokrasi, hukuk devleti ve özgürlükler rejimi. Bu zemini imha edenler memleketi derin bir iç kargaşaya sürüklüyor. Bu kargaşadan hemen çıkmazsak bambaşka bir Türkiye'ye uyanacağız. Büyük yıkımlar yaşayan Suriye ve derin bir kargaşaya ve muhtemel bir bölünmeye sürüklenen Ukrayna, bizim bölgenin ülkeleri.

İktidarın tepesinde, yakınında çevresinde hâlâ sağduyu sahibi insanların olduğunu düşünüyor, umuyorum. Bu süreci durdurmak onların ellerinde. Farklı kimlikten, düşünceden, inançtan, sınıftan Türkiye insanı yeniden o ortak 'rüya'yı görmezse gemi batacak…

* İhsan Dağı (Zaman) 28 Şubat 2014

Bu nane tüm AK Parti'yi bağlar

Ben bu noktada iştahlı bir merakla sormak isterim: O gece, o toplantıda Hakan Fidan ve Efkan Ala ne hissetti?

Gayet zeki olduğunu tahmin ettiğim bu iki bürokrat bu ses kaydıyla ilgili ne düşündü?

Başbakanlarının sahiden böyle bir telefon görüşmesi yapmış olma ihtimali akıllarında ağır bastığında, onca paranın iç edilmesinin, onca yasa dışı hareketin 'patronları' tarafından yapılmasının üstünden nasıl atlayıp geçtiler?

Atlayıp geçiyorlar ve 'durumu kurtarmak' için kafa patlatıyorlar? Nasıl yahu, nasıl?

Üstelik hiç de kurtaramıyorlar durumu.
Kurtaramamış olmanın utancını o hızlı yükselen kariyerlerine nasıl yediriyorlar, mesela?

Koca koca adamlar… Çolukları-çocukları, eşleri-dostları var. Hiç mi düşünmezler, Onların yüzüne nasıl bakarız, bu işe alet olursak diye?
Sadece Fidan ve Ala'ya da değil bu sorular elbette.

Herkesi aptal yerine koyan eveleme gevelemelerle aptal konumuna düşen partililere de sormak istiyorum…

Bu nasıl kör ve hastalıklı bir bağlılıktır sizinkisi… Bu nasıl bir kabile hayatıdır, sizin parti içinde yaşadığınız…

Dünya görüyor, dünya duyuyor, dünya ayıplıyor, siz hâlâ bir gram karakter gösteremiyorsunuz!

Ya ne? Kanallarınızdan birine uydurma haber yaptırıp (ses kaydı yapanların o anda nasıl feci bir plan kurduklarının ses kaydı, yani 'montajcıların' ortam dinlemesi mizanseni) temize çekilebileceğini sanıyorsunuz. 'Mızrak ve çuval', demek isterim artık size.

* Ezgi Başaran (Radikal) 27 Şubat 2014

Ağrı Dağı gerçekten de gerçek mi?

Bu memlekette aslında her şey Ağrı Dağı kadar gerçek.

Katilleri korumanın serbest olduğu bir gerçek.

Agos'un önünden Yaşasın Ogün Samastlar, kahrolsun Hrant Dinkler pankatrıyla yürüyebilmek bir gerçek.

İşkence yaptıktan onyıllar sonra, yüzü kızarmadan yargılanıp kendi istediği hapishanede lüks hayat yaşamak gerçek. (Mehmet Ağar)

Hapishane'deki gardiyanın hırsızlığını yazdığınız için siz hapiste olanın soruşturulması gerçek. (Sevan Nışanyan)

Oğlunuz vurulduktan sonra adalet istemenin de neredeyse suç olması bir gerçek. (Sevag)

Kendi kaçınılmaz hatanızla öldürdüğünüz insanların ailelerini kan parası vererek susturmak bir gerçek. (Roboski)

Kayıtlar sahte ya da değil, Başbakan'a şu anda yapıldığı söylenen komplo bu ülkenin en büyük etnik gruplarından birine toplu olarak yapılMAmış mıdır?

Sahte deliller ile halen binlerce kişi hapishanelerde tutulmamakta mıdır?

O zaman bir ülkenin Başbakan'ının kendi oyunu aldığı vatandaştan ne farkı var.

Her konuda hazırcevaplığı ile bilinen Başbakanımız kendine istediği zaman istediği televizyon kanalında yayın açtırabilen Başbakan neden yerel seçim öncesinde vatandaşlarını tatmin edecek cevaplar sunamıyor.

Acaba bu hükümet kendi kurduğu ve güncellediği yeni devlet anlayışının (çamur at izi kalsın) içerisinde şimdi kendisi mi boğulmaktadır.

Bu kadar sahte/gerçek ses kaydından ve polemikten sonra halen tahtını korumakta olan Başbakan şimdi KCK'lileri veya Gezi Direnişi'nden dolayı yargılananları biraz olsun anlamış mıdır acaba?

* Aris Nalcı (T24) 27 Şubat 2014

Biz, 'Cemaat'in taşeronları' ya da cemaate karşı cemaat

Herkes gibi kendi hesabıma benim de o dönemde –en yumuşak tabirle- sinir katsayım oldukça yükseldi. Hepimizin bildiği basit bir sosyolojik gözlem: Hiçbir kimlik tek başına ortaya çıkmaz.

Tabii ki ben de Gezi'de dünya kadar geri zekalı olduğunun farkındayım. Ama aparaçik sıfatını üstlenmiş yazar-çizer-aydın-akademisyen insan bir-iki utangaç polis eleştirisinden sonra Gezi'yi toptan AKP karşıtı komplonun paketine atıverdiler. Onlar Gezi'yi o paketin içine atınca ve bunu zerre kadar tevazu göstermeden, oradaki insanları, birkaç kuşak öncesinin solcularının, ülkücülerinin ve İslamcılarının çocuklarını açıkça aşağıladıkları zaman kusuruma bakmayın ama tepem attı. Bir zamanlar mesela genç sivil olan insanların bu kadar çabuk ihtiyarlayıp yeni genç insanların aldatılmışlığı, kullanılmışlığı gibi ihtiyar dillere sarılmalarına zerre kadar tahammül etmek pek mümkün değildi. O yüzden zaten Serbestiyet'te yazmaya başladığım zaman bütün bu öfkeyle Üçüncü kutup diye bir yazı yazdım. Çünkü eski solcularla bu yeni sağcıların üslup, kibir, çok bilmişlik bakımından hiçbir farkı olmadığına ikna oldum.

* Ferhat Kentel (Serbestiyet) 26 Şubat 2014

Sezen Aksu'nun biber dolması

Özellikle birbirini tanıyan, sevip sayan insanların savaşı çok daha çetin geçiyor. Çünkü dövüşebilmek için önce ayrışmak, kopmak gerekiyor. Köprülerin atılması, hatıraların silinmesi için karşılıklı şeytanlaştırmalar başlıyor. Geçmişe dönük zihin taramaları yapılıyor ve bulunan en ufak gözünün üstünde kaşın var sözü sevginin kalplerden sökülmesi için çamaşır suyu etkili yağ çözücü kıvamında kullanılıyor. Minnettarlıkları temizleyecek bir kimyasal olmadığı için bıçak, jilet, bilimum kesici alet ile iç dünyalarda acılı kazıma operasyonları yürütülüyor.

Tabii ki bütün bunlar vatanı kurtarmak uğruna yapılıyor.

Peki vatan nedir?

Vatan, atlasın içine sıkışmış peynir dilimi şeklindeki bir harita değil, sevdiğin insanlarla birlikte güvende olduğun yerdir. Vatanın asıl sembolü ay yıldızlı bayrak değil evlerin mutfak pencerelerinden taşan biber dolması kokusudur. Vatan; Sezen Aksu'nun sen ağlama demesine rağmen bir amfi dolusu insanın ağlamasıdır.

Şimdi herkes samimiyetle vatanı kurtarmak için bir savaş veriyor. Yazıyor, konuşuyor, koşturuyor, tweet atıyor. Bu gayretler zail olmayacak ve elbet birileri bu vatanı kurtaracak. Ancak o kurtarılan vatanda dostların yerini, öfkeden damarları şişmiş, köpek dişleri dudaklarını aşan politik hayvanlar alacak.

* Turgay Oğur (Serbestiyet) 23 Ocak 2014

Başbakan otoriterleşti mi?

Eğer serinkanlı bir bakışı tercih edersek, karşımızda hâlâ epeyce pragmatik bir parti bulunuyor. Son HSYK yasası etrafındaki gelişmeler veya daha öncesinde başkanlık, dershane, kürtaj, öğrenci evleri gibi meseleler, AKP'nin hükümete, hükümetin ise Başbakan'a indirgenemeyeceğini ima ediyor. Bugün Erdoğan çok büyük bir tehdit algılamasına sahip ve bu durum doğal olarak onun tepkilerini belirli bir zemine oturtuyor. Ama aynı anda da Başbakan kendisini siyasi bir 'paratoner' haline dönüştürdüğü ölçüde hükümetin rahat çalışmasını ve partinin seçime 'sanki her şey normalmiş gibi' girmesini sağlıyor.

Herhalde kimse Öcalan'la görüşmeleri dolaylı olarak yürüttüğü bir süreçte, bu Başbakan'ın Öcalan'ı asmaktan söz ettiğini ama bu sözlerin güven inşasında olumsuz bir rol oynamadığını unutmuyor. Eğer Öcalan siyaseti okumayı bilen biri olmasa ve Erdoğan'ın sözlerine baksaydı muhtemelen bugün çözüm süreci diye bir şey olmazdı. Kıssadan hisse Başbakan'ın dili ve üslubunun 'siyasetin kendisi' olmadığı, sadece bunu temel alan analizlerin ise siyaseti anlamayacağıdır.

* Etyen Mahçupyan (Zaman) 5 Şubat 2014

Faizin Yükselişi Erdoğan'ın Düşüşü

Çok trajik bir son bekliyor gibi görünüyor Erdoğan'ı.

Şekspir trajedileri, ihtirasların nasıl bir alın yazısına dönüştüğünü anlatırlar.

Erdoğan ekonominin yasalarını faiz lobisi gibi komplo teorileriyle açıklamaya kalkarak, komplo teorilerini kendini gerçekleştiren kehanetlere dönüştürmüştü.

Son faiz yükseltmesi, bir zamanlar faiz lobisini suçlayan Erdoğan'ın, faiz lobisine zaferi kendi elleriyle sunuşu veya tersinden ifadeyle yenilgisinin itirafı ve aynı zamanda kendini gerçekleştirmiş bir kehanet olarak da görülebilir.

Bir zamanlar iktidara kefeni giyerek geldiğinden söz ediyordu.

Sınıfların ve onların temsilcisi bireylerin ilişkilerini düzenleyen toplumsal yasaları kendine karşı bir komplo olarak gördüğü için, bu kefene ilişkin sözleri de bir kendini gerçekleştiren kehanete dönüşebilir.

Yani iktidardan da bir kefen içinde gidebilir.
Ama hâlâ önünde Cumhurbaşkanlığı forslu bir arabada Çankaya'da bir ikram, itibar ve emeklilik şansı var.

Bu burjuvazi için en kolay ve en az sancılı çözümdür hala.

* Demir Küçükaydın (Demir'den Kapılar) 29 Ocak 2014

 

342
Derkenar'da     Google'da   ARA