Patronsuz Medya

Kavl-i leyyin ile

Sert yaklaşımın, kavga dilinin, haşin ve yaralayıcı sözlerin toplumda karşılık bulduğunu varsaymak, bu topluma bühtandır. Herkes durumdan fevkalade rahatsız. Partinin demir çekirdeğini teşkil eden kesin inançlı seçmenlere bu üslûp belki yiğitçe görünebilir; liderin kavgadaki kararlılığı onları diriliğe, seçim yolunda daha istekli çalışmaya sevk edebilir fakat gerginliğin kötü tezahürleri daha şimdiden görülmeye başladı. MHP'li bir basın mensubunun seçim çalışmaları esnasında saldırıya uğrayıp öldürülmesi herkes için alarm sayılmalı. MHP Genel Başkanı Sayın Bahçeli, bu hadisede çok dirayetli ve sabırlı yaklaşımıyla takdir edildi; bu temkin noktasında herkes, bütün siyasi figürler bir araya gelmeli.

Siyasi muhalifler düşman değil. Cenab-ı Hak, Firavun'a bile Hz. Musa'nın Kavl-i leyyin ile yaklaşmasını emretmişti: Ona yumuşak söz söyleyin, umulur ki düşünür ve saygı duyar.

Seçilen nefret kelimeleri belki taraftarların gönlüne neş'e ve kuvvet veriyor fakat geride kalan herkesi ürkütüyor. Buna gerek yok. Yürütme'nin görevlerinden biri de demokratik mücadelenin centilmence ve korkudan âzâde geçmesinin zeminini hazırlamaktır ve hiçbir seçim, milletçe kaçırılmaması gereken son tren değildir.

Sayın Başbakanımız bilse ki ortamı germek yerine ancak sevgi ve hoşgörüyü tercih ettiğinde o pek önemsediği siyasi kariyerini uzatabilecektir. Sertlik, onu destekleyenlerle birlikte eleştirenlerin de mukavemetini artırıyor. Beni sevenler zaten eleştirmez; sevmeyenler ise ilgi alanımın dışında denilemez. Başbakan'a siyaset öğretmekten teeddüp ederim; lider kendisini sevmeyenleri bile hoşnud ederek idare eden kişidir. Sertlik kolay ve maliyetsiz, tesamuh zor fakat bereketli…

* Ahmet Turan Alkan (Zaman) 29 Ocak 2014

Gülen, NYT, 'Allah'ın tokadı'

'Arkadaş' da 'mabeyni' de açmazda. Zira, ABD'nin en etkili yayın organı olan New York Times gazetesi 'Yazı Kurulu' imzalı dünkü başyazısını şöyle bitiriyor:

Obama yönetiminin Erdoğan'ın tutturduğu tahripkâr yol için güçlü bir mesaj göndermesi gerekiyor. Ya Türkiye, zorla elde edilmiş olan ve ekonomik büyümesine de katkıda bulunmuş olan demokrasisini geliştirecek veya Türkler kadar bölgesel istikrar ve NATO müttefikleri için de tehlike teşkil edecek şekilde otoriterliğe sapacak.

Washington'dan Brüksel'e, 'Batı demokratik sistemi' ya da daha genel bir ifadeyle 'uluslararası sistem', tutturduğu yoldan ötürü Tayyip Erdoğan'a 'kırmızı kart' gösterecek. Sonuç olarak, Tayyip Erdoğan, tutturduğu bu yoldan, u-dönüşü yapmadığı takdirde, -artık nasıl yapabilecekse- duvara toslayacak.

Muhtemelen, Fethullah Gülen'in Allah onlara da sorar hesabını bu yaptıklarının dediği durum olacak.

İktidarlar gelir gider. Yeter ki, Türkiye'yi, halkını ve demokrasisini sakınalım…

* Cengiz Çandar (Radikal) 29 Ocak 2014

Devletin hikmet-i hükümeti

Özetle devlet topluma kumpas kurmak suretiyle kendini restore ediyor. Bir önceki mağduru enstrüman olarak kullanıyor, sonra kullanılmış bir peçete gibi atıyor. 12 Eylül'ün mağduru solculardı, devlet onları 28 Şubat darbesinde sopa olarak kullandı. 28 Şubat'ın önde gelen aktörlerinden İşçi Partisi, Ocak-1997'de İstanbul sokaklarını Devrim kanunları uygulansın! pankartlarıyla donatmıştı, şimdi önde gelenleri hapiste. 28 Şubat'ın mağduru İslamcılar ve dindarlardı. İçlerinden bir bölümü İslamcılıkı bırakıp muhafazakâr kimliğine büründü, 28 Şubatçıları, cuntacıları tasfiye ettiler. Devlet toparlandı. Birileri devlet işlerine fazla dinî renk kattığı düşünülen grupları birbiriyle çatıştırıyor. Paralel devletle korkutulanlara tevbe edip ehlileştiği düşünülen darbe suçlularıyla ittifak kurmaları tavsiye ediliyor. İnce bir mühendislik söz konusu. Plan yürürse önce Cemaat, sonra AK Parti ve sonunda diğer dini grupların tamamı. Kısaca beyaz, sarı ve siyah, üç inek de kurban edilecektir. Bugün savaş narası atanlar yarının kurbanları olacak. Anlaşılıyor ki, ebed müddet olduğunu düşünen devletin yine hikmet-i hükümeti tutmuş!

Bu devleti adam etmenin tek çaresi var: Hukuk! Ama Örfi Hukuk'la değil, Hukuk'la. Maalesef muhafazakârlar bunu başaramadı. Siyaseten katl olan devletin ruhu onlarda hortladı.

* Ali Bulaç (Zaman) 23 Ocak 2014

Demokrasi ve karşı-elitler

Türkiye'deki dönüşüm demokrasi artı karşı-elit projesi olmaktan çıkıp sadece karşı elit projesine dönüşünce gerekçesini de yitirdi.

Ergenekon, Balyoz davaları askeri vesayete karşı davalar mıydı yoksa sadece belli bir askeri eliti bertaraf etme projesi mi? Hükümet bugün bu davalardaki hukuksuzlukları ve adaletsizlikleri eleştiriyor ama sistemi daha adil yapmak için mi yoksa cemaate ve toplumsal muhalefete karşı orduyu ve devleti yanına almak için mi?

Eğer sistemi düzeltmek istiyorsa yapması gerekenler belli, AB süreci ve Ankara kriterleri bağlamında geçmişte söz vermiş olduklarını yapması yeterli.

Sistem aynı derecede adaletsiz ve dışlayıcı kaldıkça gerçek demokratikleşme ve kalkınma açısından hiçbir şey değişmez. Hele hele taraflı kurallar yerine kuralsızlık ve salt iktidar hırsı gelirse bu tam bir çöküş olur…

Alatlı'nın sözünü değiştirerek ifade edersek, en kötü kural (hukuk) kuralsızlıktan (hukuksuzluktan) evlâdır.

* Murat Somer (T24) 22 Ocak 2014

Cemaat kimliğini kaybetti

Cemaat, masonik ölçülerde kapalı kutu. Ülküsünden başlayarak, örgütlenme biçimine, malî kaynaklarına kadar söylentiden öte hiçbir şey bilmiyoruz. Bakın, bencileyin laik muhafazakarlar, bizler, Müslümanların neden muhtelif mürşidlerin yönetiminde bölük bölük ayrıldıklarını anlayabilecek kadar dini hassasiyetlere vakıf değilizdir. Fethullar Hocaefendi ne der de, yetki alanı, örneğin, bir rahmetli Muzaffer Hoca'dan ya da ne bileyim Cüppeli'den ayrışır? Ancak, kimliğimiz icabı, Türk İslam davasına hizmet eden bir harekete saygı duyar, içten içe de olsa, destek veririz. Hatta, Türk dilinin deniz aşırı ülkelere taşındığını görmenin saklı bir gururu, Lozan'da bile tümüyle kurtulamadığımız misyoner okullarının rövanşının alınıyor olması gibi bir izlenimin inceden keyfi, hizmet erlerine duyulan samimi takdir de vardır. Ancak, tümüyle Allah rızası için girişildiğini kabul ettiğimiz bu hareketin bizim bildiğimiz İslami kurallara riayet etmeyebildiğini hissettiğimiz durumda, işkillenmemiz var. Teyakkuza geçmemiz var.

* Alev Alatlı → Ayşe Böhürler (Yeni Şafak) 19 Ocak 2014

Bir taşla iki kuş vurmak

Yine ısrarla söylüyorum. 'Laiklikte ısrarlı olmayan demokrasi modeli' Türkiye'de de yerle bir ediliyor.

Türkiye'de modelin liderliğini yapan; i) RTE de, ii) Cemaat de birbirine kırdırılıyor!

Modeli Türkiye'de 'laiklikte ısrarlı olanlar' değil, bizzat 'laiklikte ısrarlı olmayanlar' paramparça ediyor.

Yöntem basit: Anam ananı çarşıda görmüş!

İki taraf da sahte / gerçek belgeleri, telefon 'tape'lerini, açık suçlamaları, hakaretleri, bedduaları havalara saçıyor.

İkisi de birbirini çok iyi tanıdığı için 'normal yurdum insanı' iki tarafa da inanıyor.

Sade vatandaş artık i) yolsuzluk yapıldığından da, ii) paralel devlet kurulduğundan da emin.
İki taraf ne kadar oy kaybediyor / kazanıyor bilmiyorum ama iki taraf da muazzam bir hızla itibar kaybediyor!

* Cüneyt Ülsever (Yurt) 16 Ocak 2014

Yeni Osmanlıcılık-Yeni İttihatçılık

Sorun derinlerde: İttihatçı-Cumhuriyetçi kültürden bakıldığında genel politik bakışımızın ağır hasta olduğu görülür. Bu, Türkiye'nin 2011'de içine girdiği yanlış güzergâhta umutsuzca çırpınmasının da açıklamasıdır. Hangi siyasi veya dini gruba mensup olursa olsun, İttihatçı-Cumhuriyetçi perspektifinden kurtulamayan bizlerin zihin evreninde İran, Araplar ve Kürtler Müslüman kardeşlerimiz olmakla beraber bizlerin eşiti değildirler. İran'ı tarihte Osmanlı'ya boyun eğmeyip savaştığı için hiçbir zaman affedemiyoruz. Hâlâ bölgeyi Osmanlı-Safevi çatışması üzerinden okuyanlar var. Kürtler Yavuz'dan beri Anadolu ile Araplar arasında tampon bölgede yaşayan iddiasız insanlarıdır. Safevilere karşı bize yardımcı-destekçi olmuşlardır, ama sonuçta itaat eden teb'adırlar. Araplara gelince, onların 400 sene hükümranlığımız altında yaşadıkları açık. Bu bizi bittabi ve neredeyse ilahi bir hakkımızmış gibi Türklerin liderliğinde bir bölge tasavvuruna götürüyor. Üçüncü Köprü'ye bu gururla tahrik edici isim koyduk. Benî İsrail'den mülhem Tanrı'nın seçtiği kurtulmuş millet bilinç altımızı oluşturur.

* Ali Bulaç (Zaman) 16 Ocak 2014

Mânidar

Benim kişisel tahminim, cemaatin elinde epey kabarık sayıda dosyanın birikmiş olduğu. Böyleyse, belirli bir zamanlama içinde, daha büyük lokmaların sürecin daha ileri aşamalarına bırakılmış olması, mantık gereğidir.

Ayağına basılmış, canı yanmış (ve daha fazla canının yanacağını kestirmiş) bir topluluk var. Kendisine yapılana karşılık veriyor. Elbette ki bu karşılığının etkili olmasını istiyor. Etkili kılmanın önemli ögelerinden biri de zamanlamayı doğru yapmak.

Doğru mu yapıyor, yanlış mı, kim haklı… Bu sorularla hiç ilgim yok şu çerçevede. Mücadele nasıl bir şeydir, onu anlatmaya çalışıyorum.

Mânidar deyip mânidar mânidar bakmak, sorunu çözmüyor. Sorun, iddianın zamanlamasının mânidar olup olmadığı değil; sorun, iddianın doğru olup olmadığı.

* Murat Belge (Taraf) 15 Ocak 2014

Bu krizden nasıl çıkılabilir?

Hükümetin sunduğu yeni HSYK tasarısına göre yarın birgün AKP seçimleri kaybeder ve AKP'liler yargılanırsa o zaman onları yargılayacak olan hakimlerin disiplin işlerini yapan kurulu kim belirleyecek? Bugün muhalefette olan ve hükümetle kavgalı bir partinin adalet bakanı belirleyecek. Özgür ve adil seçimlerle iktidarı bırakabilmeyi tahayyül eden bir parti böyle bir tasarıyı TBMM'ye sunarken iki kez düşünmemeli mi?

Türkiye'nin yurtdışındaki imajı bir süredir büyük bir hızla bozuluyor. Bu gidiş yılbaşı rehaveti geçtikçe daha da hızlanacaktır ve ekonomik sonuçları olacaktır. Bu kimsenin isteyeceği bir şey değil.

Bu krizden şu veya bu grubun değil Türkiye'nin kazanarak--veya en az zararla çıkmasını istiyorsak—ısrarla şu veya bu grubu değil kurumları ve demokratik hukuk devleti ilkelerini savunmak zorundayız.

* Murat Somer (T24) 15 Ocak 2014

Paralel devlet: Yeni deli gömleği

Ne paralel devleti?, bu düpedüz salt gücün ayakta tuttuğu bir devlet. İçine kim sızmış? Daha doğrusu neymiş de, içine sızanlar onu bozmuş? Ama durun! Şimdi yepyeni bir hikayemiz var; mevcut iktidar geçmişte cevapsız kalmış tüm soruları bizim adımıza cevaplıyor; 'ne yaptıysa cemaat yaptı' diyor, inanmamızı bekliyor. Madem ki, Kürt meselesi demokratikleşmenin en temel konusu; bu kez veya bir kez daha, onu rehine alıyor; 'Kürt meselesini çözecektim, küresel güçler ve onların yerli işbirlikçisi cemaat beni hedef aldı, desteklemeye devam edin, yoksa o çözüm de tehlikeye girer' diyor. Nasılsa, Oslo sürecinden bu yana çözüm sürecine terslenen cemaatin bu konudaki sicili belli. Demokrasi ve Kürt barışı özlemlerimizi bir kez daha rehin almak için bulunmuş çok güzel bir mazeret. Ama bu kez, içinde bolca küresel komplo bulunan ve gittikçe daha fazla eski statükonun kafasına uygun bir senaryo üzerinden demokrasi adına iktidara sahip çıkmamız bekleniyor.

Sevgili Kürt kardeşlerimiz bile bizi, bu mücadelede onları desteklemeye çağırıyor. Gerçi, 'çare otoriterleşme değil, daha fazla demokratikleşme gelin birlikte iktidarı buna zorlayalım' diyorlar. Ben kendi adıma, böylesi bir çare varsa, elimden geleni yapmak isterim, ama sahi ne yapmam gerekiyor? Birisi izah ederse iyi olur, ama o izahta lütfen 'İsrail lobisi, Ermeni ve Rum milliyetçileri', 'Londra, Chicago merkezli sermaye grupları' vs olmasın. Zamanında 'AK partisi ABD'nin bir oyunu', 'ABD'ye gidip, Yahudi lobileri ile görüşüyorlar' diyenlere kulak asmadım. Küresel güç ilişkilerini de, küresel siyasetin karanlık yanlarını da hesaba katmak lazım, küresel çapta bu sorgulamayı yapan onca insan var, mesele o değil, mesele siyasetin yerine sığ komploculuğu koymak.

* Nuray Mert (T24) 14 Ocak 2014

 

84
Derkenar'da     Google'da   ARA