Patronsuz Medya

Orospularla palyaçolar

Kasabalı adam, psikiyatriste gelmiş. Şikâyeti sıkıntı (anksiyete). Doktor adamı epey dinledikten sonra babaca: yahu bak kasabamıza bir sirk geldi. Orada bir palyaço var herkesi güldürüp, efkârını dağıtıyor, mutlu ediyor. Sen de git; o palyaçoyu izle; ne olur deyince hasta: O palyaço benim doktor demiş.

Hiçbir şey göründüğü gibi değil. İsterseniz insanları bütünsellikleri içinde düşünelim.

Gelin zalimle, mazlumun hakkını yiyenle, mazlumu ezenle savaşalım. Ömrümüz böyle geçsin. Ama yaşam biçimi, kişisel günahları ilgisiyle, gene gelin, kimseyi Cehennem ya da Cennet'e göndermeyelim. Zaten bu göndermeden sorumlu değiliz. Bu iş salt Tanrı'ya ait.

Bir de, bu yazı acaba şunu da mı demek istiyor: Kendi acılarına karşın, başkaları için üreten herkes; şair, edip, müzisyen, düşünür ve diğerleri İnsanlara psikolojik, estetik ve zihinsel anlamda hizmet eden herkes ya Özcan Tekgül ya Aziz Basmacı'dır.

* Murat Kapkıner (T24) 4 Eylül 2013

Ülkemde her şey 'milk port' maşallah

Bu öyle bir konumlandırma ki… Manyaklık seviyesine varmış siyasî kutuplaşmanın iç soğutma teçhizatı olmayı görev edindiğinde bir gazete yahut gazeteci bataklıktan tapusunu almış demektir. Marifetleri sadece pespaye bir dille, nanay başlıklarla sınırlı kalmaz. Çarpıtırsınız. Bakarsınız ses eden yok. Bu sefer yalan söylemeye başlarsınız. Baştan aşağı yalan haber. Yalan röportaj filân. Bir kulüp başkanına söylemediği lâfı söyletmenin, genç insanların emniyette verdiği ifadenin tam tersini haber diye yazmanın hiç bir müeyyidesi olmadığı için yalancılık elini arttırarak devam eder.

Dünyaca ünlü linguist Noam Chomsky'nin Yeni Şafak'ta yayımlanan röportajı son örnek. Chomsky'nin yaptığı açıklamayla öğrendik ki hiç cevaplamadığı sorular muhabir tarafından 'genişletilerek tamamlanmış', bir cevabı ise Başbakan'ı memnun etmeyeceği düşünülerek hiç konulmamış. Gazetenin hafta sonu yaptığı açıklama durumun kendisi kadar vahim: Meğerse Chomsky'ye iki tur soru gönderilmiş, ikinci turu kendisi hatırlamıyormuş, ahan da aşağıda o sorular ve cevaplarıymış. Okudum hepsini. Ve diyorum ki: Eğer o cevaplar, bıraktım Chomsky'yi, Google Translate yardımı olmadan İngilizce okur-yazar birinden çıktıysa kendimi 1 saat içinde önce gökkuşağına ardından da griye boyarım. Meselâ…

Gazetenin açıklamasına göre Chomsky aslında şöyle bir cümle kurmuş ama hatırlamıyormuş: Contrary to what happens when everything that milk port, enters the work order, then begins to bustle in the West. Burada ne demek istendiğini anlamak katiyen mümkün değildir ama Yeni Şafak'taki röportajla karşılaştırdığımızda Chomsky'nin Aksine ne zaman ki her şey sütliman olur, düzene girer; işte o zaman Batı'da telâş başlar demiştir. Grameri filân koydum kenara… Sadece iki kelime üstünden meramımı anlatabileceğim: Milk Port. Dünyaca ünlü linguist Chomsky Türkçedeki bir deyimi (sütliman), sütü 'milk', limanı da 'port' şeklinde kelime kelime tercüme etmek suretiyle şahsî tarihinde bir kırılma yaratmıştır!

* Ezgi Başaran (Radikal) 2 Eylül 2013

Lysistratalar Spartalıları durdurabilir mi?

Sparta şehir devleti yok oldu ama Spartalı ruhu ölmedi. Dünyayı çağlar boyunca Spartalı erkekler yönetti. Lysistrataların sesi ya çıkmadı, ya duyulmadı, ya bastırıldı. Bir araştırmaya göre M. Ö. 1274 tarihli Kadeş Savaşı'ndan günümüze kadar 160'a yakın büyük savaş yaşanmış. Bu savaşlarda kaç kişinin öldüğünü bilmiyoruz ama sadece İkinci Dünya Savaşı'nın insan kayıplarının 60 ilâ 85 milyon arasında olduğunu biliyoruz. 1980-1988 İran-Irak Savaşı'nda 1 milyon, 2003'ten bu yana Irak'ta 1 milyon insanın öldüğünü de biliyoruz. Ancak ölüme doymamış olmalıyız ki, Suriye merkezli yeni bir bölgesel savaşın hazırlıklarını yapıyoruz dört nala. Zaferi kazananların kitabelerine yazacakları epigramı okuyacak kimse kalmayıncaya kadar da devam edeceğiz korkarım ki…

* Ayşe Hür (Radikal) 1 Eylül 2013

Giydiklerimiz hayatımızı tehdit ediyor

Öncelikle, ithal edilen tüm ürünler incelenmiyor. Hangi ürünün hangi kriterlerle incelendiğini bilemiyoruz. Bu demektir ki, belki Nişantaşı gibi nezih semtlerde değil ama Türkiye'nin pek çok tezgâhında, sokakta tüketiciyi tehdit eden ürünlerin satışına devam ediliyor. Bu malları ithal edenler/ ülkemizde bu kimyasalları kullananlar için ciddi bir yaptırım yok. Tebliğin ürün toplama şartlarını yerine getirdiklerinde, ithalâtçılar sütten çıkmış ak kaşık oluveriyorlar. Bu ne onların dünyanın herhangi bir noktasında bu ürünleri yapmalarını engelliyor, ne de ülkemizde üretimde kullanılıp kullanılmadığına dair ciddi bir araştırma yapılıyor. Bir sefer kanserojen madde içerdiği tespit edilen ve toplatılan ürünün, başka bir seferde başka bir ürün ile girmeyeceğinin garantisi yok. Ya da ülke topraklarında üretilip iç piyasada tüketilen ürünlerin içeriğinden haberimiz yok.

* Nuran Gülenç (Sendika) 31 Ağustos 2013

'Ceylan, Sevag, Ali İsmail; bizim Esma'larımız'

Erdoğan'a, İstanbul il başkanı, sonra büyükşehir belediye başkanı oluşunu 'bayramcasına' kutladığı günleri hatırlatarak başlıyor mektubuna. Son satırına kadar hissediyorsunuz hakikaten cevap almak arzusuyla yazdığını, samimiyetini. Köprülerin altından çok su akarak gelinen 'ustalık' döneminde Başbakan'a 'bizim Esma'larımızı 'anlatıyor sonra, tane tane…

12 yaşındaki Uğur Kaymaz'dan, annesinin parçalarını topladığı 15 yaşındaki Ceylan Önkol'dan söz ediyor. Ürek, Uysal, Tosun, Alma ve Encü soyadlı Roboskili 34 çocuğu, genci anıyor. Zorunlu askerlik sırasında işkence sonucu hayatını kaybeden Uğur Kantar'dan bahsediyor. Bir 24 Nisan'da 'asker arkadaşının' silâhından çıkan kurşunla 'şaka neticesinde' hayatını kaybeden Sevag Balıkçı'dan… Hapislerde, bir hiç yere okullarından ve hayatlarından alıkonulan binlerce masumdan mı bahsedeyim? diye soruyor. Hasta tutuklulara, Pozantılı çocuklara dokunuyor. Ekliyor: Bir de hani size oy vermeyenlerin de Başbakanı olduğunuz vatandaşların çocukları olan Ethem Sarısülük ve Ali İsmail ve diğerleri de var. Kendi devletlerinin polisleri tarafından alenen ve vahşice katledilen gençlerimiz… Her birinin sorumlularının yargılanmasından söz ediyor sonra.

* Pınar Öğünç (Radikal) 30 Ağustos 2013

Amigoluk ve gazetecilik!

Bütün bu hayhuy arasında, Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk'ün bir beyanı gözlerden kaçtı. Şimdilik sayıları 28'e ulaşmış bulunan ölümleri savaş zayiatı kabul eden Türk, zayiatın en az 4-5 kat fazla olacağını öngörerek operasyona başladıklarını ifade etti CNN'de Mehmet Ali Birand'a.

Şimdi elinizi vicdanınıza koyun ve düşünün. Hayata Dönüş operasyonuna 28 x 5 = 140 kişinin öleceği öngörülerek girişildiğini sayın bakan kendi ağzıyla ifade ettiğine göre, operasyonda kaç kişinin kurtarılması öngörülüyordu dersiniz? Çelişik beyanlardan anlayabildiğim kadarıyla ölüm orucuna katılanlar 282 kişi; bunlardan durumu kritik olanlar ise yaklaşık 180 kişi olarak ifade ediliyordu. (Gerçi sonradan bunların da sahte oruç tuttukları söylendi; ama bu bilgiye devletin neden operasyon öncesinde ulaşamadığı ise yine sorgulanmadan kaldı.) Ölmesi muhtemel 180 kişiyi hayata döndürmek üzere girişilen bir operasyonda 140 kişiyi öldürmeyi göze alıyorsunuz.

Peki bunun neresi hayata dönüş?

* Mustafa Armağan (Zaman) 26 Aralık 2000

"Fosfor İçeren Bombalar Kullandılar"

F tiplerinde mekân öyle dar, sizi çevreleyen duvarlar öylesine yüksektir ki mesafe duygunuz zamanla körelir. Hücrenizin eni yoktur zaten. Kapıdan hemen girişteki tuvalet bölümünün çıkıntısı, ikisi de betona sabitlenmiş yatak ve ayakucundaki iki gözlü metal bir elbise dolabından geriye boşluk kalmaz.

Boyu ise adımlarınızı biraz küçük atarsanız maksimum beş adımdır. Dolabın bitimine denk gelen pencereniz tam açılmaz. O yüzden eğer havalandırmaya da çıkarılmıyorsanız gökyüzünü o pencereden bakarak göremezsiniz. Pencerenin tam açılamayışı dışında havalandırma duvarlarının yüksekliği engel olur buna.

Havalandırma denilen o kuyuya çıktığınızda bile gökyüzünü görebilmek için başınızı iyice geriye atıp adeta sırtınıza değdirmeniz gerekir.

F tiplerinde geceyi-gündüzü, mevsimlerin dönümünü bile ancak kaba çizgileriyle algılayabilirsiniz. Bunlar arasındaki geçişlerin kendine özgü çizgilerini ve güzelliklerini duyumsamak tümüyle sizin hayal gücünüze ve anılarınıza kalmıştır.

Benzer bir körleşmeyi koku duyunuz yaşar. F tiplerinde çiçeğin, toprağın, yağmurun kokusuna bile hasret kalırsınız. Bunlarla ilişkilerinizi tümden keserler çünkü. O kalın betonları delerek başını uzatan yaban otlarına dahi tahammül gösterilmez.

Birbirleriyle kıyaslanacak olursa koğuş sistemi olarak adlandırılan sistem, tecrit sistemine göre elbette daha insanîdir. Sınırlı sayıdaki insan arasında da olsa orada en azından sosyal bir ilişki zemini vardır.

* Selim Açan → Ayça Söylemez (Bianet) 29 Ağustos 2013

Facebook dükkânı Kürt siyasetine kapadı

'Muhalif' ve 'devlet nezdinde zararlı' tanımlarının bu ülkedeki en olağan hedefi nedir? Kürt siyaseti. He, aynen oradan başladı zaten görevimiz tehlike.

Listeliyorum ki vahameti görün:

6 Temmuz'da Altan Tan'ın sayfası kapatıldı. 201 bin takipçisi vardı. Aynı gün azınlık ve Kürt haklarıyla ilgili seslere, sözlere yer veren Ötekilerin Postası blog'unun sayfası. Takipçi sayısı 138 bindi.

181 bin takipçili BDP'nin sayfası 10 Temmuz'da, 120 takipçili Ahmet Türk'ün sayfası, 49 bin takipçili Hasip Kaplan'ın, 51 bin takipçili Ayla Akat'ın sayfaları hemen ertesi günlerde gümledi.

Ardından Kurdi Müzik sayfası geldi. 20 Temmuz'da Sırrı Süreyya'nın 387 bin takipçisi olan sayfası, 22 Temmuz'da da Leyla Zana'nın sayfası kapatıldı.

Sebep? Facebook önce pornografik içerik var diye üstüne espriler dizebileceğim (ama yapmayacağım) bir gerekçe sunuyordu. Sonra ondan da vazgeçti. Artık 'Sayfanız kapatıldı' şeklindeki otomatik mesajı gönderiyor, geçiyor. İtiraz mail'lerine yanıt vermiyor.

Facebook'un Türkiye ile ilgilenen Dublin'deki birimine yahut ABD'deki merkezinden bir kula ulaşmak da henüz mümkün olamamış. Ama Kürt siyasetçiler ile Facebook arasında bir tatlı sebat sınavı da sürmüyor değil.

Mesela BDP ana sayfası kapatılınca yenisini açtı. 15 bin takipçi ediniverdi. Fakat 2 gün önce, hop o sayfa da kapatılmasın mı… Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir'in 387 bin takipçili sayfasıyla beraber. Paket kapatma. Sıfır açıklama.

Umarım durumu anladınız ve bastırma, susturma, kapatma gibi işlerin Kürtlerle başladığını, sonradan yayıldığını da hatırladınız. Facebook'unuzu ve devletinizi tanıyınız.

* Ezgi Başaran (Radikal) 28 Ağustos 2013

Yer mi Anadolu Çocuğu? Bir Bilen - Mağdur Üreticisi Olarak Komplo Teoriciliği

Komplo teorilerine karşı olan bu kısır yaklaşımın en önemli nedeni acil siyasî analizler yapma isteği. Komplo teorileri öncelikle içeriği üzerinden ve sadece siyaseten okunuyor; muhtevasına bakıp siyasî sonuçlar çıkartılıyor.

Örneğin, Türkiye'de ve tüm Dünya'da komplo denince ilk akla gelen 'yahudi oyunu' senaryolarına karşın 'neden insanlar yahudilerin gizli bir planı olduğunu düşünüyorlar' sorusu çok sık sorulmasına karşın, 'neden insanlar gizli planlara referans vemeye ihtiyaç duyuyorlar' sorusuna pek de sıra gelmiyor. İlk soruya verilecek cevaplar anti-semitism ile ilgili bir takım tarihsel önyargı ve bu önyargıların nasıl siyasal amaçlarla kullanıldığını anlatabiliyor belki ama komplo teorilerine neden ihtiyaç duyulduğunu açıklamaktan aciz kalıyor.

Halbuki komplo teorileri, daha insan merkezli bir yaklaşımla, muhteviyatından değil, işleyiş mekaniğinden başlamak da mümkün. Bu da, aslında, komplo teorilerinin bir inanma ve bilme mekanizması olduğu kabulüyle ve neden insanlar tam da bu noktada bir gizli plana inanmaya ihtiyaç duyuyorlar sorusunu sormakla, yani, kitabi konuşmak gerekirse, antropolojik bir hassasiyetle mümkün.

* Murat Altun → Sinan Erensü (Birikim) 2 Ağustos 2013

 

65
Derkenar'da     Google'da   ARA