Patronsuz Medya

İntikam hiç bitmeyen bir yemekmiş…

Ancak bir de tencere tavan çalanlarla ilgili bir hesap var. Ki o da belli ki kapanmamış bir hesap. Hafta için Başbakan Erdoğan Kastamonu Havaalanı açılışında toplanan kalabalığa şöyle seslendi: Tencere tava çalmak suçtur. Hiç çekinmeden yargıya taşıyın Halkın bir kesimini diğer kesimine karşı kışkırtmanın, ihbarcı, ispiyoncu vatandaş yaratmaya çalışmanın yanı sıra bir de şöyle bir tuhaflık vardı bu sözlerde. Suçmuş. Neresi suç acaba? Pek pek etrafın huzurunu bozmak diye tarif edilecek bir davranış şekli ne zaman suç oldu? Ve ne zamandan beri Başbakan suç tarif ediyor? Neredeyse cezayı da verecek. O aşamaya geldik.

Yetmedi. Erdoğan İmam Hatip Liseleri Mensupları ve Mezunları Derneği'nin iftarında da konuya değinme gereği duydu. Ve bu sefer el artırdı. Sözlerinde artık intikam vardı: Tencere tava çalanlara karşı yargıya giderek hakkınızı savunun. Yargıda onlar mücadele etsin. Yıllarca biz mücadele ettik, şimdi onlar mücadele etsin…

Halkın bir kesimine karşı intikamcı duygular besleyen bir Başbakanımız var. Soğuk, sıcak fark etmiyor. O intikam yemeğinden sürekli yemek istiyor. Rejimini bu intikam üzerine bina etmek istiyor, oradan enerji, öfke alıyor. Emniyeti, istihbaratı, yargıyı, bürokrasiyi, medyayı, iş dünyasını elde etmek yetmedi. Toplumun bir kesimini de, diğer kesimini kullanarak sindirmek istiyor.

* Yetvart Danzikyan (Radikal) 22 Temmuz 2013

Bir elinde bebeği, bir elinde barsağı hapis mi yatacak?

Ne haberi söyleyeyim: Tedavi nedeniyle savunma dahi yapamamış (davanın başında verdiği bir tek ifade var, onun dışında bir şey yok) Sultan Seçik geçen hafta sonuçlanan Devrimci Karargâh davasında 6 yıl 3 ay hapis cezasına çarptırıldı. Bir bu eksikti dersiniz ya, Sultan'ın hayatı öyle. Ben 1997'de sosyalist bir gazeteci olarak çalışıyordum, gözaltına alındım ve işkence gördüm. Bu davayı AİHM'ye taşıdım ve Türkiye 30 bin euro ceza yedi. Acaba o yüzden mi bir daha üstüme geliyor devlet, intikam için mi diye bile düşündüm. Çünkü başka açıklaması yok.

Sultan'a 21 yaşındayken işkence yapan polis, terfilerden terfi beğenen Sedat Selim Ay'dı. Sultan o günlerde yaşadıklarını Yıldırım Türker'e yazdığı bir mektupla şöyle anlatmıştı: 1997 senesinde şubat ayının buz gibi soğuğunda 15 gün işkence gördüm. İlk porno filmle İstanbul Emniyet Müdürlüğü'nde tanıştım. İlk filistinaskısı ile o duvarların ardında tanıştım. Askıdayken parmaklarını içime geçiren adama öfkeyle 'Sen bunu karına da yaparsın 'dediğimde 'Parasıyla değil mi yaparım' diyen bir polisin karısına ilk orada acıdım. Diyorum ya, seri halinde travma Sultan'ın yaşadıkları.

* Ezgi Başaran (Radikal) 22 Temmuz 2013

Aritmetik iyi, reelpolitik pekiyi

Bugün dünyanın Mısır darbesini kınamaktaki ikircikli tutumunu eleştirip, Afrika Birliği'nin darbeyi kınamasını takdir ediyor iktidar çevreleri. 2009 senesinde Madagaskar'da darbe olduğunda Afrika Birliği darbeyi yine kınamıştı. Darbe, iktidarımızın umurunda olmuş muydu?

Olmamış ki Madagaskar'a Türkiye Büyükelçiliği darbeyle gelen Başkan Andry Rajoelina zamanında 2010'da açılmış. İşimize gelince darbelere karşıyız. Siyasi rant devşireceksek Kaddafi'den insan hakları ödülü alır, diktatörlerle iyi geçiniriz. Siyasi tesirimizin olacağını düşündüğümüz rejimlerin darbeyle indirilmesine kızar, iyi geçindiğimiz diktatörün katliamına göz yumarız.

Kendi karnesine bakmadan dünyaya siyasî etik dersi vermek güzel.

Memleketinde öldürülenleri bir kişi, iki kişi, üç kişi, dört kişi diye saymak daha da güzel.

Hiçbir şeyden emin olmasak da aritmetiğinin fena olmadığını görüyoruz.

Aritmetik iyi, reelpolitik pekiyi.

* Özgür Mumcu (Radikal) 22 Temmuz 2013

3. Köprü, hukuksuzluk ve birkaç ağaç meselesi…

'Kuzey Ormanları Savunması' Platformu, '3. Köprü 'adı altında yapılan bu rant projesine, tüm bu katliama, hukuksuzluğa, usulsüzlüğe -iptal sürecinde durdurulması gereken bir inşaat projesinin hâlâ devam ediyor olmasına- ağaç katliamına karşı dün suç duyurusunda bulundu.

Ondan önceki gün, Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi suç duyurusunda bulunmuştu.

Dün Başbakan Kastamonu'da halka seslenmiş: Tencere tavacıları yargıya siz taşıyacaksınız, buyurmuş.

Ben de halk olmanın dayanılmaz hafifliği ile yanıt vereyim:

Önce çocuklarımızı öldürenleri, geleceğimizi karartanları, ağaçlarımızı kesenleri, yaşam alanlarımızı ve haklarımızı yağmalayanları yargıya taşıyacağız Sayın Başbakan.

Öncelik onların. İzninizle…

* Sibel Yerdeniz (T24) 20 Temmuz 2013

Fatih Altaylı ve utanmak!

Fatih Altaylı, bana yönelik taciz ve tehdit içeren konuşma ve yazıları ile hayatımı da tehlikeye attı.

Hakkımda açılan davada, feminist Necla Arat, aleyhime tanıklık yaptı.

Fatih Altaylı'nın kadınlara yönelik taciz içeren yazıları sadece benimle de kalmadı.

Benim ona karşı açtığım davalarda ise, yargı erkekçi bakış açısını sürdürdü.

Küçük bir para cezası verildi Fatih Altaylı hakkında…

Fatih Altaylı, o gün Ergenekon Devletinin sözcülüğünü yapıyordu.

Bugün ise AK Parti'nin…

* Eren Keskin (Marxist) 16 Temmuz 2013

Neoliberalizmin beden eğitimi

Neo-liberal anlayış, hızlı kar, pürüzsüz yönetim idealiyle egemenliğini daim kılabilmek için, yüzyılların mücadelesiyle oluşmuş sınırlayıcı kavramları çöpe atma anlayışıdır.

Neo liberal iktidar, hak ve adalet mücadelelerinde kendisini sınırlayacak kavram ve kurumları çöpe atarken, o mücadelelerle geriletilmiş zalimce, yıkıcı, kıyıcı kavram ve kurumları da ihyayla meşguldür. En çok da kışlaları sever.

Neo-liberal yöneticilerin en büyük hayali, ekonomik tekellerinin selâmeti uğruna, tanrıyla temas ve tanrı buyruklarını yorumlama konusunda tekel yetkisini yeniden kendilerinin/devletin tekeline alma hayalidir.

Neo-liberal toplum tasarımı bir savaş tasarımı olduğu için tüm mevzilerde saldırı pozisyonu alır: Hukuku, adalete saldırıdır. Mimarisi, mekâna saldırıdır. Estetiği ruha saldırıdır. Söylemleri zihne saldırıdır.

Onlar için güneş, gölgeleri belli olsun diye var sadece. Bedenlerimiz onlara hizmet, ruhlarımız onlara hürmet için var. İster vurur, ister soyar, ister domaltır, ister oyuklarını arar.

Neo-liberalizme karşı mücadele, bedenlere sahip çıkma mücadelesidir de bu yüzden.

* Ali Topuz (Radikal) 19 Temmuz 2013

İstanbul 2020 Olimpiyatları ve Çözüm Süreci başkanlık sistemi için son şans mı?

Evet, Başbakan her meseleye olduğu gibi demokrasi meselesine de bunun karşılığında ben ne alâcağım perspektifiyle bakıyor. Uluslararası Olimpiyat Komitesi nezdinde emniyetli bir şehir olmadığı kanaati oluşturarak İstanbul'un imajını bozduğu önyargısıyla Gezi Parkı direnişini şiddetle bastırırken demokokrasiyi, insan haklarını, Çözüm Sürecini ve AB İlerleme Rapurunu değil, Olimpiyat Oyunlarını ve kendi istikbalini düşünüyor.

Kafalar karışmasın: Fitch'ten gelen uyarı üzerine bu kez de işi aceleye getirdi ve kısmi Anayasa paketiyle bu kez demokratikleşmeye yönelik adımlardan nasıl fayda sağlarım diye düşündü. Yani menfaat varsa demoakrasiye sadakat yaklaşımı yine kendini gösterdi.

AKP'nin başarısı ve Başbakan'ın kişisel siyasî planları bakımından İstanbul'un ne kadar önemli olduğunu bilmeyen yoktur. Umarım meselenin Olimpiyat Oyunları ve Çözüm Süreciyle bağlantısı da artık daha net hale gelmiştir.

* Vedat Özdan (T24) 18 Temmuz 2013

Telekinezi ve faiz fobisi

Peki bundan sonra ne olacak? Orta vadede ABD Merkez Bankası'nın uzun soluklu parasal gevşeme hamlelerini tersine çevirecek olması küresel sermaye piyasalarındaki hareketliği arttıracak. Bu da önceki dönemde görece yüksek faiz için gelişmekte olan ülkelere akın etmiş portföy yatırımlarının çıkma eğilimine dönmesi demek. Yani yazının başında da belirttiğim küresel risk etmenleri artacak ve ulusal merkez bankaları para çıkışını önleyip kendi piyasasını daha cazip hale getirebilmek için faiz arttırımı yoluna gidecekler. Bu demek oluyor ki Türkiye'de iktidar yine olası bir siyasî hatanın üzerini örtmek için ilk önce bu söyleme dönecek, karanlık 'lobi'leri gündeme getirip fobileri kaşıyacak ve küresel dalgalanmalardan dahi kendine bir 'mazlum edebiyatı 'damıtacaktır.
Oysa benim naçizane önerim, Merkez Bankası bu dalgalanmaları yatıştırmak için uğraşırken hükümetin ülke içerisindeki politik kutuplaşmayı çözecek hamlelere girişmesi ve Başbakan'ın sivri üslubu sebebiyle ülkenin politik riskini tepelere çektiğini anlamasıdır.

Ekonomiyi, finansı sizden öğrenecek değiliz diyebilirsiniz tabii. O vakit küresel dalgalanmalardan payınıza düşecek tehlikeleri telekinezi yöntemiyle savuşturursunuz artık.

* Orkun Saka (Radikal) 18 Temmuz 2013

Fas yolcularıyla mezar yolcuları

Kamu görevlilerinin işledikleri suçların suç olması için, devletin buna karar vermesi gerekir. Çünkü bu devlet, toplumdan da, adaletten de büyüktür, görevlileriyle birlikte. Büyüklüğünü de hangi suçların suç, hangi cinayetlerin cinayet olduğuna kendi karar vererek gösterir. Kimin Fas'a, kimin mezara yollanacağına karar verirken gösterdiği gibi.

* Ali Topuz (Radikal) 17 Temmuz 2013

Şarlatanlığa kulak vermenin bedeli yüksek olur

AKP, serbest piyasa ekonomisiyle büyüme ilkesini benimsemiş bir siyasal parti. 10 yılı aşan AKP iktidarı, Türkiye ekonomisinin küresel piyasa ekonomisine eklemlenmesi konusunda hep heveskâr ve gayretkeş oldu. Böyle bir eklemlenme, takriben otuz yıldan beri egemenliğini sürdüren finansal kapitalizmin beklentilerine tabi olmak demektir. Bu da mali sermaye birikimi rejiminin genel olarak ekonomiye hakim olması, kâr normunu belirlemesi, bazı ekonomik göstergeleri diğerlerinin önüne çıkarmasıdır. Sermayeyi ödünç verenlerin değerleri, bakış açısı ve beklentilerinin ekonomiye egemen olması demektir bu. Faiz, bu dünyada kullanılan en önemli araçlardan biridir. Sermayenin ödünç verilme fiyatıdır.

AKP, Türkiye ekonomisini uluslararası finans dünyasına entegre etmeye o kadar iştahlı ki, son 2011 seçim beyannamesinde İstanbul'u uluslararası finans merkezi yapmayı vaat ediyordu. Bunun için yer olarak Ataşehir seçilmişti. Amaç, Türkiye'ye daha fazla sermaye girişi sağlamak, yapısal olarak yetersiz olan iç tasarrufun yarattığı büyüme kısıtını yurt dışı tasarrufu çekerek aşmaktı. Bu ise elbette uluslararası sermayenin kârlılık, öngörülebilirlik, güven beklentilerini Türkiye ekonomisinin tatmin etmesi ölçüsünde başarılabilecek bir hedefti.

* Ahmet İnsel (Radikal) 16 Temmuz 2013

'Gördünüz değil mi; Mısır'da darbe oldu!'

Diğer bazı yorumcular da, Gezi romantikleri, gördünüz işte, Mısır'da darbe oldu diyerek başlıyorlar söze. Bir tür darbeyi gösterip sıtmaya razı olma telkininde bulunuyorlar. Beraberinde nasıl bir tehlikenin eşiğinden döndük diyerek iktidarın özellikle ilk günlerdeki uzlaşmaz tutumuna göndermede bulunuyor, aynı 28 Şubat gibi teorilerine Mısır'daki darbeyi örnek gösteriyorlar. Buradan çıkarmamız gereken dersin, iktidarın uygun gördüğü kadar demokrasiye razı gelmemiz olduğu söyleniyor yani; madem işin içinde ya darbeci olmak ya da darbecilere malzeme olmak var…

Oysa asıl ders, farklılıklarıyla anlamlı, değerli bir ülkede yaşıyor olmamızdır ve toplumsal bütünlüğümüzü meydan getiren her kesimin eşit ve özgür yurttaş olarak yaşamasının önündeki engelleri aşma duyarlılığını, sorumluluğunu taşımak ve paylaşmaktır. Demokrasiyi kendini iktidara getirme aracı, iktidarı da kendine Müslüman bir anlayışın uygulama alanı olarak görmemektir.

* Cafer Solgun (Taraf) 5 Temmuz 2013

 

44
Derkenar'da     Google'da   ARA