Patronsuz Medya

Esas Sorunumuz Taraf mı Olmalı?

Kendi mutlak doğrularından en ufak bir sapma görse büyük gürültüler koparmaya hazır, her şeye karşı son derece tepkili, aşırı şüpheci bir hal günümüzde solun bir bölümüne egemen. Hemen her konuda sergilenen canhıraş feryad hali, kanamaya devam eden derin bir yaranın varlığını ele veriyor. Bu sadece yılların devlet şiddetinin yarattığı bir yara değil. Narsist bir yanı da var.

Aşırı hassasiyet, özgüven eksikliğine dayalı saplantılı bir şüphecilik ve narsist yara karışımı bu hal, aslında Türkiye'de kendini solda görenlerin önemli bir kesiminde egemen. Bunun elle tutulur en somut ve en yakıcı sonucu, solda yer aldıklarına şüphe etmeye gerek olmayan kişilerin en fazla hassasiyeti, en büyük tepkiyi kendilerine en yakın kişilere karşı gösteriyor olmalarıdır. Taraf'a karşı duyulan tepkinin aşırı dozu da belki ayrıca bundan kaynaklanıyor. Bu gazeteyi kendi içinden çıktığını düşündükleri insanların çıkarıyor oluşuna duyuluyor aşırı tepki. Eğer böyleyse bu da çözümlenmeye muhtaç bir ruh halidir. Çünkü böyle bir ruh hali genellikle kendisinin yapmak isteyip de yapamadığını, yapmaya cesaret edemediğini yapana duyulan bir tür hasetin dışavurumudur.

* Ahmet İnsel (Birikim) 12 Haziran 2009

Minik taşeronların sonbaharı

Türkiye'nin siyasî açıdan bir dizi mayınlı araziyle dolu olduğu düşünülürse önde gelen siyasî aktörlerin bazı badireleri zaiyatsız atlatabilmek için kendi dışlarndaki güçleri kullanmaya yönelmeleri, pek ahlâkî olmasa da anlaşılabilir bir durumdur. Anlaşılmaz olan, mayınlı arazide büyük bir cesaretle dolanan kişi ve/veya kurumların olup biteni bir türlü anlamamaları, anlamak istememeleri ve hatta bazen, içinde bulundukları durumu bir misyon olarak sunmaya çalışmaları; bundan övünç duymalarıdır. Acı olansa, siyasî mücadelenin esas aktörlerinin, mayınlı arazileri kazasız belâsız geçtikten sonra onları o arazilerin ortasında yalnız başlarına bırakmalarıdır.

Özellikle 2007 genel seçimlerinin ardından Türkiye, askeri vesayetin tasfiyesini hedefleyen olağan dışı bir dönem yaşadı. Bu zorlu sürecin iki ana müttefiki olan AKP hükümetiyle Fethullah Gülen cemaatine, bilerek ya da bilmeyerek çok kişi doğrudan ya da dolaylı bir şekilde yardımcı oldu. Artık TSK'nın siyaset dışına çekilmesi büyük ölçüde tamamlanmış durumda. Belki bunun da etkisiyle AKP-Gülen hareketi ittifakı da ciddi bir şekilde çatırdıyor. Sonuçta Türkiye'nin (dolayısıyla siyasî iktidar ve Gülen hareketinin de) yeniden normalleşmeye yöneldiğini söyleyebiliriz.

Bu normalleşme sürecinde, olağan dışı dönemde kendilerine küçük ve genellikle kirli roller düşmüş oyuncuların dışlanması kadar doğal bir şey olamaz. İşte daha şimdiden sağda solda duymaya başladığınız çığlıkları, yeni döneme ayak uyduramayan o minik taşeronlar atıyor.

* Ruşen Çakır (Vatan) 22 Nisan 2012

24 Nisan'da sönen altı farklı hayat

Şebinkârahisar'da doğdum. Erken yaşta İstanbul'a geldim ve kahvecilik yapmaya başladım. 1914'de siyasî nedenlerle tutuklandım. 15 gün içinde 30 lira kefalet ödeme şartıyla serbest bırakıldım. Bu meblağı zamanında temin edemediğim için tekrar tutuklandım. 24 Nisan'dan sonra idamıma karar verildi. Asılmadan önce günah çıkartmak için gelen papaza şunları söyledim:

Papaz Efendi, git, dışarıdakilere söyle, de ki, onu 30 lirası olmadığı için astılar.

* Agos) 24 Nisan 2012

Ekonominin önemini maalesef CHP'ye anlatamadım

Böyle giderse, 1-2 sene içerisinde IMF'nin kapısındayız. Yani borç almak zorunda kalacağız. Bakın, başka yapısal sorunlarımız da var: Türkiye iç taleple yani tüketerek büyüyor. Çünkü tüketirken dünyanın vergisini ödüyoruz. Peki tüketim yavaşladığında ne olacak? Vergi tahsilatları azalacak, işsizlik artacak.

Hükümetin bunlara karşı emniyet subapları hazırlamadığını nereden biliyoruz?

Valla birisi bana göstersin o zaman, çünkü bakınca görünmüyor. Bugüne kadar en kolay yapısal reformlar bile yapılmadı. Gırtlağımıza kadar borç içindeyiz. şirketler, bireyler olarak… Yakında devlet de bu noktaya gelecek. Çünkü hükümetin adımları derinlikli ekonomik analizlere dayanmıyor. Bakın bu teşvik paketi de mali disiplini fena halde bozacak, göreceksiniz.

Tüm bunlar belirli bir maaşı olan biz sıradan vatandaşları nasıl etkiler?

Bir kere şirketler önümüzdeki 1 sene içinde çalışanların maaşına bugün yaptıkları kadar bile zam yapamayacak. Bu arada enflasyon artacak, herkesin yaşam standardı düşecek. Hele bir de borcu olanların durumunu düşünemiyorum. Şu anda bir bankadan kredi alayım da bir evim olsun diye içinden geçirenleri de bu vesileyle uyarmış olayım: Bu çılgınlık olur, kesinlikle yapmayın. Kredi kartı borçlarının da giderek ödenemez hale gelmesiyle, bankacılık sistemi de kötü etkilenecek. Maalesef durum bu ve ben ciddi biçimde endişeliyim.

* Vefa TarhanEzgi Başaran (Radikal) 23 Nisan 2012

Hastayla doktoru performans ayrı düşürdü

SGK şu anda topladığı primlerle sağlığa harcadığı paranın yüzde 50'sini karşılayabiliyor. Geri kalanını devlet sübvanse ediyor. Artık etmeyecek. Devlet, 'Sadece fakirlerin sağlık giderlerini karşılarım' diyor. Kim fakir? Aylık geliri 290 liranın altında olanlar. Gelirin 300 liraysa ayda 35 lira prim ödeyeceksin. SGK devletin karşılamadığı yüzde 50'yi nasıl bulacak? Giderleri azaltacak, hekim ücretleri azalacak, işsiz hekimler olacak. İkinci adımda sağlık hizmeti alanlar SGK havuzuna katkıda bulunacak. Örneğin aile hekimliği ücretsiz olacaktı, 3 lira reçete bedeli çıkardılar. Özel hastaneye fark ödenmeyecekti. Şimdi bypass 10 bin liraysa hasta 9 bin lirasını ödeyecek. Bir kamu ya da üniversite hastanesinde kayda girdiğinizde reçete bedeli diye bir para kesiliyor. Kimse bunun farkında değil. 'Balayı bitti 'derken bunu diyordum.

* Özdemir AktanEzgi Başaran (Radikal) 22 Nisan 2012

Bir yargı isterim

Bir yüksek yargıç vaktiyle, yargıçların vicdanla cüzdan arasında sıkıştığını söylemişti. Vicdanı cüzdanına bağlı kişiden yargıç mı olurmuş deyip geçmeyelim, itirafa yol açan hakikate bakalım: Türkiye'de yargıç zümresindekiler, kişisel gelişimlerini ve ruhsal sağlıklarını güçlü tutacak bir hayat yaşamaz, bütün bordrolular gibi kısıtlı ekonomik koşullara itilmişlerdir. Okumaya, kendilerini geliştirmeye, okuduklarını sindirmeye, tartışmaya pek vakitleri yoktur. Bu yüzden makaleleriyle ünlü yargıçlarımız çok çok azdır.

Mesleki ilerleyişleri tarafsız ve bağımsız kişi ve kurumlara da bağlanmış değildir, aksine taraf olmaya, ideolojik, sınıfsal ve ne yazık ki bölgesel ve en kötüsü de dinsel-mezhebi kümelenmelere zorlanırlar. Amenna. Ama bunun aksini istemişler midir? Sair memurların önemli bir kısmı, şimdilerde polislerin en azından bir grubunun da peşinde olduğu sendika hakkı için mücadele etmiş ve ediyorken, bu zümreden böyle bir atak bilmiyoruz. Bugün 12 Eylül'ü yargılıyorlar, hakkında karar verecekler; vaktiyle de 12 Eylül için yargılıyorlardı ve arada geçen dönemin etkili bir özeleştirisini de bilmiyoruz. Devletin hükmettiği ekonomik, yasal ve ideolojik konumu canı gönülden kabul ettikten sonra, hangi şikâyet, ne derecede ciddiye alınabilir?

* Ali Topuz (Radikal) 20 Nisan 2012

28 Şubatın aktörleri

Çevik Bir: Batı Çalışma Grubu'nun planlayıcısı ve demokrasiye yapılan balans ayarının kahramanı! Postmodern darbenin Kenan Evren'i olmaya soyundu. Yargı organlarına ve savcılara Genelkurmay Başkanı adına talimatlar gönderdi. Önce Genelkurmay Başkanlığı beklentisi, sonra Cumhurbaşkanlığı hayalleri suya düştü. 1999'da emekli oldu. Balyoz Davası İddianamesi'nde Çetin Doğan hakkında söyledikleriyle teknik takibe takıldı. Ergenekon soruşturması kapsamında savcılara ifade verdi. 28 Şubat soruşturmasında gözaltına alınan ilk isim oldu.

Erol Özkasnak: Dönemin Genelkurmay Genel Sekreteri. 28 Şubat'ın sözcüsü ve vitrin isimlerindendi. Gazete yöneticilerine ve köşe yazarlarına ne yazacaklarını söylemek, yazmayanları tehdit etmekle görevli olduğu ileri sürüldü. Sürecin en önemli isimlerinden biri olarak yükselmeyi bekledi; ancak vazifesini tamamlamıştı. Emekli edildi. 28 Şubat soruşturması kapsamında ilk gözaltı listesinde olmaması sürpriz karşılandı. Hatta birçok internet sitesi gözaltına alındığını duyurdu, sonra düzeltti.

* Nursel Dilek Manavbaşı (Aksiyon) 16 Nisan 2012

28 Şubat soruşturmasına sevinemiyorum

Tüm bunların üstüne sorayım… 28 Şubat soruşturmasının başlaması sizde nasıl duygular uyandırıyor?

Sevinemiyorum. Evet, geçen gün başka bir dostum da aynı sizin gibi şaşırarak baktı yüzüme. Ama doğru, 28 Şubat soruşturmasına sevinemiyorum. Çevik Bir'i öyle görünce, Oh olsun paşam, keser döner, sap döner… diyemiyorum. Sadece üzülüyorum. Bizim gibi muhafazakâr insanlarda intikam duygusu yoktur. Hiç bir zaman da olmadı. şu kadarı kesin: 28 Şubat'ın yargılanacağını hayal bile etmemiştim. O nedenle kendi içimde helâlleşmeyi başardım yıllar içinde. Öbür tarafta Allah'a boyun büküp biraz nazlanırım, bana neler ettiler diye düşünüyordum. Onun dışında zalimin yaptığına aynı zalimlikle yaklaşmak bize yakışmaz, günahtır. Haksızlıklardan hesap sorulur ama intikam almazsınız. Çünkü intikama başladığınızda size yapılandan daha büyük haksızlıklar yapmaya başlarsınız. Günahkâr olursunuz. Bu soruşturmanın yapılmasının gerekliliğine inanıyorum ama sevinemiyorum. Tabii suçlular adalete teslim edilsin ama şahsî olarak da hiç umurumda değil.

Erbakan'a kırgın mısınız?

Birkaç ay önce kırgın olduğum insanların bir listesini yaptım. Elbette içinde Erbakan da vardı. Sonra hayatta olanları tek tek aradım ve ayaklarına gittim. Haksızlığı yapan onlar olmasına rağmen… Benim bir hatam olduysa sen affet, senin hatalarını da ben affettim dedim. Ve listemi tamamladım, herkesle barıştım. Erbakan hocaya da cenazesinde hakkımı helâl etmiştim. Nasıl bir yük kalktı üstümden anlatamam.

* İskender PalaEzgi Başaran (Radikal) 16 Nisan 2012

Her eve sınırsız 3G şiddet bağlantısı

İtinayla kötü niyet okunur: Aslında biliyor musunuz, 3G bağlantısıyla yapılan bu görüşmenin kaydı olsaydı diye kaç haber editörü, kaç televizyon, kaç internet sitesi yöneticisi yandı… O dayak görüntüleri kim bilir kaç kez baştan döndürülür, sitelerde alınacak 'tıkların' hesabı yapılırdı.

Ana haber bültenlerinde dakikalarca güvenlik kamerasından hırsızlık görüntüleri verilen bir ülkeyiz. Bir kafede adam yanındaki kadını mı dövdü ver gitsin bir buçuk dakika. Kameradan sokak kavgaları kayıtları, 'bir haftada beş kilo' diyetlerinden hemen sonra ana haber bülteninde meselâ.

Mevzubahis şiddet olunca zaten toplum olarak 3G bağlantıdayız.

* Pınar Öğünç (Radikal) 16 Nisan 2012

Strateji insan hayatından daha değerli değildir

Bugün reel-politik kavramı fevkalâde yıpranmış ve pek de tercih edilmeyen bir kavramdır. Onu 'strateji' gibi daha az yıpranmış bir kavram ikame ediyor. Reel-politik düşünüş ile stratejik düşünüş arasındaki fark düzenlilikler üzerinden hesaplama ile belirsizlikler üzerinden spekülasyon yapma farkıdır. Reel-politik hesaplayıcı bir akıl ile mâliyeti en düşük başarılara odaklanırken; stratejik düşünüş aynı odakta olmakla beraber belirsizlikleri arkasına alan spekülâtif bir akıl yürütmeyle iş görüyor. Bu spekülâsyonlar reel-politik öngörülerden farklıdır. Vahim olan şudur: Spekülâtif alan herkesi her şeye şirk koşabilen bir alandır. Ortalığın stratejistlerden geçilmemesi de bunun göstergesi olsa gerekir. Reel-politik dünyanın özel devşirmelerle, az sayıda insana açtığı karar alma süreçleri, stratejik karşılıkları itibarıyla hayli belirsiz yapılanmalara ya da ağlara (net-work) denk düşüyor. Velhasıl, stratejik bakışlar insansız analizleri olağanlaştırıyor ve pekiştiriyor. Bu pekiştirmenin acı tarafı, bazı tercihleri zorunluluk gibi gösterip insan iradesinin önüne koymasıdır. Oysa gerçekler karşısında kabulcü olmak ihtimallerden birisiyse; yek diğeri de ona karşı durabilmektir.

II.Büyük Savaş bittiğinde, Albert Camus ciğerinden şöyle yazıyordu: 'Bu dünyada hiç bir şey; ama hiç bir şey tek bir insanın hayatı pahasına elde edilmeye değmez'… Bu reel-politik öncesinden kanatlanıp, reel-politik dünyaya isâbet ettirilen ahlâkî bir şerhdir. Böyle şarihlere artık az rastlanıyor gâliba…

* Süleyman Seyfi Öğün (Yeni Şafak) 16 Nisan 2012

 

72
Derkenar'da     Google'da   ARA