Patronsuz Medya

Henüz tanımayanlar için imam hatip lisesi kılavuzu

Nedir imam hatip?

İmam hatipler, sıraları, duvarları ve öğrencileri olan, tahtanın üzerinde Atatürk resmi, İstiklal Marşı ve Gençliğe Hitabesi asılı bulunan okullardır. Okula kapıdan girilir ve pencereden bakılır, kopya çekmek, okuldan kaçmak serbest değildir ama havalıdır. Bunların dışında imam hatip okullarında namaz kılmak için mescit bulunur. Namaz kılmanın irticai faaliyet olduğunu düşünenler için yazının bu kadarını okumak yeterli olabilir. Ben gerçekten meraklılar için devam edeyim.

* Meryem İlayda Atlas (Radikal) 14 Nisan 2012

Albayını öldürerek Kürt sorununu 'çözenler(!)'

Çillioğlu'nun, kendi ordusu içinde örgütlenen ve desteklenen bir grup tarafından önce işkenceye tabi tutulduğu ve sonra öldürüldüğü, bilirkişi raporuyla kesinlik kazanmış durumda. Devlete egemen olanlar, kendi albaylarını da yasa dışı uygulamalara karşı çıkmaları halinde öldürtebildikleri bir sistem kurmuşlardı. Katiller, cinayeti devletin kendilerine verdiği resmi kimliklerle işliyorlardı.

Çillioğlu'nun ailesi gerçeği ortaya çıkarabilmek için 18 yıldır mücadele veriyor. Devlet görevlisi bir subayın devlet güçleri tarafından öldürüldüğünü kanıtlama görevi, subayın ailesine düşmüş durumda…

Ergenekon'un, Balyoz'un, Kafes Eylem Planı'nın hangi mantıkla organize olduğunu, hangi mantıkla hazırlandığını merak edenler, eğer Kâzım Çillioğlu'nun ailesinin yaşadıklarını okur, onların neler çektiklerini biraz olsun anlamaya çalışırlarsa, tabloyu kafalarında artık her halde açıklığa kavuşturabilirler.

* Oral Çalışlar (Radikal) 10 Nisan 2012

Okul bizi niye eğitiyor?

Sistemin merkezinde okul bulunmaktadır. Okul gayrı şahsî olup geleneksel medreseden farklıdır. Aydınlanma'nın ürünüdür. Fransız İhtilali'nden önce dini dışarı çıkarmaya çalışan yeni sınıfın Kilise ile giriştiği büyük mücadelede bilginin üretimi, aktarımı ve otorite üzerinde patlak veren kavga sürecinde modern kimliğini ve işlevini kazanmıştır. Kilise'ye göre bilgi tekeli kendisine aitti, bilginin kaynağı İncil ve dindi, bilgiyi aktarma görevi kendi uhdesinde bulunmalı, bilginin elde edilmesinde ve aktarımında otorite kendisi alınmalıydı. Hikâyeyi biliyorsunuz, kavgayı büyük ölçüde burjuvazi ve modern ulus devleti kazandı, ama Kilise de bütünüyle eğitim işinden çekilmedi, kendine ait okullarla geri kalan gücü oranında yoluna devam etmekle yetindi.

Kilise'nin aktardığı bilgi, geçmişte İbn Rüştçülerle kavgası, Engizisyon Mahkemeleri vs, meseleler ayrı konu. Kesin olan şu ki, Kilise Ortaçağ'da bütün toplumu kendi denetimi altında tutmak istiyordu, Kıta Avrupası topraklarının üçte birini de kontrol ediyordu, ama toplumun genelini sıkı markaj -okul sistemiyle- eğitme gibi bir yönelimi yoktu. Peter L. Berger'e bakarsanız, Avrupa tarihinde ilk defa dini hayatı bu kadar yaygın ve toplumsal alt katmanları içine alacak şekilde yaşamaya başladı, Avrupa halkları Ortaçağ boyunca pagan olarak yaşadılar. Çünkü Kilise'nin ilk yönelimi iktidardı, toplumun genelini eğitimden geçirme gibi bir projesi yoktu, pazar günleri duaya gidenler neyi öğreniyorlar idiyse o kadarıyla yetinilirdi.

* Ali Bulaç (Zaman) 15 Mart 2012

Deniz kenarında

İnsan ölmek istemez çünkü sevdiklerinden ayrılmak istemez. En çok sevdiği de, kabul etsin, etmesin, kendi olduğuna göre, kendini arkada bırakıp bir yere gitmek istemez. Kendi olmadan ne yapacak?

Vücut devamlı tüketir ama hiç doymaz. Bağımlıdır. Günlere, paraya, kudrete, sevgiye, sekse, şöhrete, gıdaya hep açtır. Acıdan korkar. Hep okşanmak, pohpohlanmak ister. Ne kadar uzun oturduysa otursun, dünyanın sofrasından kalkmak istemez.

Asabidir, çünkü kalıcı olmadığını, sahibi olduğu hiç bir şeyin kendine mülk olmadığını bilir. Gidecek yeri olmadığından kalmak ister. Her bir hücresi ile, hiç ümit olmasa da direnir. Başını duvardan duvara vurur. Ağlar, isyan eder, kabul eder, teslim olur ama hep asık suratla, hep kandırılmışlık duygusu içinde.

Ruh ise tüketmez, kavrar. Bilgedir. Korkusuz ve sakindir. Rahattır. Nereden geldiğini nereye gideceğini bilir.

Ben ruhumun kayığına binerdim.

Vaveyla yapmadan ve ortalığı velveleye vermeden, Epiktetos'a atfedilen buyruğu yerine getirmeye çalışarak, olgun bir meyve gibi ölür, ölürken beni taşıyan ağaca teşekkür ederdim.

* Metin Münir (Milliyet) 7 Nisan 2012

Aldatılmayla yüzleşme

12 Eylül'ün dersleri derken hiç de derin analizlerden söz etmiyor, son derece basit insanî duygulardan söz ediyorum. İzliyorum. Televizyonlarda o dönemin mağduru hareketlerin sağda ve solda bugün artık yaşlanmış kodamanlarının yorumlarını izliyorum. 12 Eylül'ün arkasında hangi güçlerin olduğu ve onların amaçları, stratejileri üstüne tarihsel, ekonomik, ideolojik derin yorumlar yapıyorlar. Sağın ve solun birbirine karşı kışkırtıldığı dahi söyleniyor ki çok doğru ama asıl söylenmesi gerekeni söyleyen pek az.

Sağıyla, soluyla, İslâmcısıyla bu halkı 12 Eylülcüler aldattılar. Aldatıldık. O günlerde bunu görmek mümkün olmayabilirdi ama sonrasında artık bu aldatılmışlık belgelidir, hem de 12 Eylülcü generallerin kendi ifadeleriyle. Darbe yapabilmek, darbenin psikolojik ortamını hazırlamak, halkın darbeye desteğini alabilmek için ortalığın daha fazla kan gölüne dönerek darbe için ortamın olgunlaşmasını beklediklerini söylemediler mi? Bu amaçla yapılmış kışkırtmaları, kışkırtmaları sayıp dökmeye hiç gerek yok, aldatma kendi ifadeleriyle sabit. Bu durumda 12 Eylül'den çıkarılması gereken ilk ders çok açık değil midir?

* Nabi Yağcı (Küyerel) 5 Nisan 2012

Bugünkü dersimiz: Küçük Ekin'in AVM keyfi

Aşağıdaki metni okurken bir yandan da düşünür müsünüz bu hangi AVM'nin, süpermarketin reklamından alınmış olabilir?

Ekin, özellikle her şeyin bulunabildiği büyük marketlerden alışveriş yapmayı seviyor. Binlerce ürün, tekerlekli arabalar, elbette bisküviler, şekerler Ekin'i çok heyecanlandırıyor. Adeta paten yaparcasına marketin rafları arasında oradan oraya gidip geliyor. Hatta geçen yıl gittiği Disneyland'deki (Disnilent) kadar eğlenebiliyor. O yüzden evde malzemelerin bittiği günü iple çekiyor. Genelde markete hafta sonları babası ve annesiyle gidiyorlar. Elbette bu arada Ekin kendi listesini de çıkarıyor. Ailesi 'Haydi! 'dediğinde, Ekin de hızla hazırlanıyor. Listesinde genellikle kırtasiye malzemeleri ve bazı yiyecekler oluyor.

Bu marketler, gerçekten de çok fazla malı aynı anda bulundurabiliyorlar. Tek yere gidip birçok şeyi alabilmek, satın alabilmek daha ekonomik. Hem de daha az yorucu. Kısacası dışarıda olduğu gibi kasaptan manava, bakkaldan kırtasiyeye gitmek zorunda kalmıyor.

Kesmeye kıyamadığım bu okuma parçası ilköğretim 3. sınıf Türkçe kitabından. Dörtel Yayıncılık'ın kitabı, 2010-2011 öğretim yılında beş yıllığına onay almış.

Bu gerçekten nerenin reklamıdır? Yorucu değil miş hem de daha ekonomikmiş. Küçük Ekin gidilecek günü iple çekermiş, raflar arasında paten gibi coşkuyla kayarmış. Bu nasıl bir güzelleme, 'tüketici çocuk'a nasıl dolaysız bir mesajdır…

* Pınar Öğünç (Radikal) 6 Nisan 2012

12 Eylül ve 11 Ermeni…

Sırası gelmişken belki birkaç istatistik, o dönemin tablosunu daha net görmemizi sağlayabilir. Resmi açıklamaya göre 12 Eylül sonrasında 210 bin dava açıldı. Sadece düşünce suçuyla yargılanan insan sayısı 83 bin. 1 milyon 683 bin kişi çeşitli nedenlerle fişlendi. 348 bin kişiye pasaport tahdidi konuldu. 1402 sayılı yasayla 14.509 kamu görevlisi işten atıldı. Ayrıca 18 bin memur, 2 bin yargıç ve savcı, 4 bin polis, 2 bin subay ve astsubay, 5 bin öğretmen, baskı ile istifaya zorlandılar. 23 bin'i aşkın dernek faaliyetten alıkonuldu. 30 bin kişi Türkiye'yi terk etti, 14 bin kişi vatandaşlıktan çıkarıldı. SEKA'da 39 tonu aşkın kitap ve dergi imha edildi, 937 film yasaklandı, 8 gazete toplam 195 gün süreyle kapatıldı. 12 Eylül 1980 ile 25 Ekim 1984 arasında 50 kişi idam edildi. Yapılan hesaplamalara göre 12 Eylül 1980 ile 12 Eylül 1994 arasında işkencede ölenlerin sayısı 420'dir. Askeri yönetim döneminde 650 bin kişinin gözaltına alındığını da hatırlatalım.

* Yetvart Danzikyan (Radikal) 2 Nisan 2012

Gaz+cop+tazyikli su: İleri demokrasi

Hükümetin açıklamalarına ve olan bitenlere baktığımızda gerçekten de dış güçlerin çatışması modeline uygun her şey: Newroz'da daha yapılmamış eylemler yasaklanır, Ankara Adliyesi'nde daha hiç bir eylem yapmamış kitleye saldırılır, KESK eylemlerinde Ankara ulaşmak isteyenler, ulaşanlar, bir meydana gitmek isteyenler, kıstırılabildikleri yerlerde durdurulur, tarife malûm. Bush döneminin ünlü dış politika doktrinlerinden önleyici müdahale iş başında sanki. Geçen yazki seçimden önce başlayan, bugüne kadar da hiç hız kesmeyen bir doktrin. Buna dört yıldır siyasî muarızların, muhaliflerin yargı yoluyla terbiyesini de ekleyelim. Manzarayı özetleyelim: Sanki iktidarın seçimlerle değiştiği bir demokraside değiliz de bir azınlık iktidarıyla karşı karşıyayız, sanki iktidar partisi bugün ya da yakın gelecekte yapılacak bir seçimin en güçlü adayı değil de bir daha seçilemeyecek bir parti, son kozlarını kullanıyor. Oysa durum bunun tersi.

* Ali Topuz (Radikal) 30 Mart 2012

Ergenekon ve Sol

Meselâ, bu hakikat, solun geniş kesimlerinin bilincinde veya bilinçaltında, varoluşsal bir boşluk korkusunu tetikliyor olabilir mi?

Meselâ, darbeciliğe ve darbecilere karşı mücadele eden ve edebilecek olan yegâne gücün kendisi olduğuna inanan sol, bunun gereklerini pratikte ne kadar yerine getirdiğinden bağımsız olarak, şimdi bu iddiasını yitirmekte olduğunu sezmenin şaşkınlığını yaşıyor olabilir mi?

Meselâ, darbeciliğin böylesine ayaklara ve nezarethanelere düşmesi, gözünde ve bilincinde hep kocaman yer tutan o ejderhanın böylesine sefil duruma düşmesi, solu didişerek varolabileceği en somut hedeften mahrum kalma korkusuna sürüklüyor olabilir mi? Bu korku, bu hedefle ilişkiyi yeniden tanımlama sıkıntısını da beraberinde getiriyor olabilir mi?

Meselâ, askerin siyasal alandaki belirleyiciliği, solda her türlü siyasal başarısızlığı, alt edilemeyeceğine bir şekilde inanılan o ejderhaya bağlayıp sorumluluktan kurtulma gibi bir alışkanlık yaratmış olabilir mi? Eğer öyleyse, şimdi bu ağırlığın azalması, solda kendi siyasetinin tüm sorumluluğunu üstlenme konusunda içten içe bir paniği harekete geçirmiş olabilir mi?

* Mithat Sancar (Birikim) 11 Ağustos 2008

Hrant Dink bir basın şehididir!

Terörle mücadele dediğiniz alan son derece muğlâk sınırlara sahip. Alın size Uludere'de kaçakçılık yaptıkları sırada yanlışlıkla Türk uçakları tarafından vurulan sivil vatandaşlarımızın durumu. Sahi onlar da şehit sayılıp bu yeni yasanın imkânlarından yararlanacak mı? Devlet Bahçeli'ye bakarsanız bu insanlarımız da şehit sayılmıyor. İsterseniz bu tartışmayı şimdilik din âlimlerine havale edelim. Ancak Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç'a bakarsanız bu insanlarımız da sivil terörzedeler olarak bu haklardan yararlanacak. Yani devlet yanlışlıkla öldürdüğü sivil vatandaşı da terör mağduru durumuna koyuyor. İleride hukuki olarak Türkiye devletinin başını çok ağrıtabilecek bir adım bu. Peki ya Sivas'ta yakılan 33 Alevî vatandaşımız da sivil terör mağdurları arasına katılıp 'şehit' sayılacak mı? Gördüğünüz gibi neresinden tutsanız elinizde kalabilecek bir söylem ile karşı karşıyayız. Terör ile mücadeleyi dini jargonlara hapsederseniz bu tartışma daha da çok su kaldırır. Gelelim başlığa; sahi, Hrant Dink basın şehidi midir?

* Cüneyt Özdemir (Radikal) 28 Mart 2012

 

60
Derkenar'da     Google'da   ARA