Bence Semih Gümüş, sorunu yanlış yerde arıyor. Önerisi, örneğin, kanserden ölmekte olan hastaya daha nitelikli kanser hücreleri üretecek besinler
tavsiye etmekten farksızdır. Marxizm'i ölüme götüren, üretici güçler teorisiyle ve uygulamasıyla modernitenin ve dolayısıyla kapitalizmin arabasına bağlanmış olmasıyken, ona daha nitelikli modernite
önermenin başka bir anlamı olamaz.
XIX. yüzyılda insanlık da, Marxizm de yanlış bir yol tuttu. Hatta, modernizme karşı en eleştirel akım olan anarşizmin bile bundan bir ölçüde nasibini aldığını söyleyebiliriz.
Bugün kesin bir sapma gerekiyor. Evet evet bir sol sapma. İnsanlık, ya modernizmin ve dolayısıyla kapitalizmin rayından çıkıp başka mecralara yönelecek ya da kapitalizmin yol açtığı felâketle yok olup gidecektir. Devrimci bir akım bu başka mecraların arayıcısıysa devrimci adını hak eder.
Dilencilikten kazandığı parayı topladığı bağışlarla birleştiren Edhi, kısa süre sonra Pakistan'ın ilk ambülansını satın alarak yoksulların hizmetine sundu. Ardından devamı geldi. Onu sokakta dilenirken görenler, amacını bildikleri için sadakaların miktarını arttırdı, bağış yapmak isteyen hayırseverler onun dilendiği sokağı daha sık ziyaret etmeye başladı. Bugün 83 yaşında olan Edhi, halen yoksul bir adam olarak yaşıyor ve eskisi kadar sık olmasa da dilencilik yapmayı sürdürüyor. 50 yıldır topladığı sadaka ve bağışları hastalar için kullanan Edhi'nin kurduğu vakıf, yıllar içinde ücretsiz hizmet veren 250'nin üzerinde hastane, dispanser ve bakımevinin sahibi haline geldi. Dünyanın en büyük ücretsiz hava ve kara ambülans filosu da yine bu vakıf tarafından işletiliyor.
Şimdi nasıl bir dönemeçten geçtiğimizi anlayabilme; her şeyden öte vatandaşlar olarak çözüm önerisi geliştirerek hayatımıza sahip çıkabilme konusunda basın elbette yine elimizden tutmuyor.
Yıllarca işaret etmeye çalıştığımız üzere, televizyonun dili yazılı basını berbat bir baskı altında tutuyor. Havaya uçurulan askerler, plajlarda patlayan bombalar, her tür gürültülü ölüm şovu en ön planda, hiç bir anlamı olmadan, basit bir hainlik-canavarlık-bebek katilliği vb. adlandırmalarla manşetleri süslüyor. Dizilerin bölüm finallerini en meraklı noktada kesivermek suretiyle bir sonraki bölüme iştah körükleyişi gibi büyük resme çalışmanın yolunu açacak bütünlenmenin aksine bizim tamamiyle edilgin izleyicisi kılındığımız, sürprize sonuna kadar açık bir parçalanma'ya tabi tutuluyor, hakikat. Basını sadakatle izleyen bir gazete okurunun halihazır durum hakkında edinebileceği bilgi ve duygu, siyah beyaz, fevkalâde kolay anlaşılır bir resme bakıyor.
Barış Eşekleri Olalım
Hiçbir hareket ve siyaset noksansız, yanlışsız değildir. Kürt siyasal hareketi kendi muhasebesini cesaretle yaparsa, kendi yanlışları ve eksikleriyle özgürce yüzleşmeyi göze alırsa güçlenecektir. Bu eksiklere, yanlışlara, barışı sabote eden eylemlere söylemlere dikkat çeken dostlarını karalamak, iktidar yandaşlığıyla suçlamak; buna karşılık yanlışları, eksikleri hasır altı edenleri, silâhı ve savaşı alkışlayanları dinleyip baş tacı etmek çözümsüzlüğü süregenleştireceği gibi, hareketi de zaafa uğratacaktır.
Bugün Kürt hareketi ve bağlaşığı olan Türkiyeli demokratlar, Hrant'ın deyimiyle barış eşeği
olmak zorunda. Bu, belinize sopayı yiyip oturun anlamına asla gelmiyor. Barış eşeği olmanın anlamı, kim hangi kışkırtmau yaparsa yapsın ısrarla barışçı konumda kalmak ve sürekli çözüm üretmek demek.
Psikolojik harp hafif kaçar. Bunların haberleri ey devrimci Suriyeliler, ey devrimci Libyalılar şurayı aldınız burayı ele geçirdiniz. Burdan şuraya girin allahu ekber haydi
diye başlar. Düzmece konuklar düzmece haberler, düzmece görgü tanıkları. Yaşanan olayların baş mimarı bu dört kanal. Çünkü insanlar bunları izliyor ve psikolojik olarak etkileniyor. Meselâ dün dendiki (muhaliflerin Trablus'a girdiği gün) Kaddafi'nin iki oğlu yakalandı. Psikoljik harbi iyi bilmeme rağmen ben bile etkilendim UCM'nin başkanı bile çıktı konuştu, muhaliflerin başkanı Abdulcelil basın toplantısı yaptı oğul Kaddafi elimizde dedi. Bir ülkenin başkanı olacak olan adam El cezire'ye çıkıp bunu diyorsa etkileniyorsun. Ama ne oldu hepsi düzmece çıktı. Hani yakalanmıştı.Şimdi sen Libya yurttaşı olsan moralin bozulmaz mı? Kaddafi yanlısı olsan etkilenmez misin? Daha ne hikâyeler var. Asıl büyük hikâye şu.
Nedir?
El Cezire muhaliflerin Trablus'a girdiği gün bir canlı bağlantı yaptı. Oğul Mahfus Kaddafi sözde evden telefonla canlı olarak kanala bağlanıyor. Konuşuyor evdeyim her şey kontrol altında vs diye. Yayın esnasında aniden silâh sesleri geliyor, burayı bastılar bağırışı duyuluyor ve birden bağlantı kopuyor.
Oysa bu bir mizansen. Yalan düzemece haber yapılmış. Düzmece tanıklar, görüntü bindirmeler, tümü düzmece. Görüntülere ses bindiriyorlar, fotoşoplarla fotomontajlarla her türlü hileye başvuruyorlar.
Sıradanfaşizm
Gülseren Bektaş, 26 yıllık dadı. Sitelerin havuzlarına girememelerinin çok yaygın bir uygulama olduğunu söylüyor o da: Hepimiz yaşadık bunu. Size çocuğunuzu teslim ediyorlar, gün geliyor çocuk koynunuzda yatıyor, ama onlarla aynı havuza giremiyorsunuz.
Bektaş'ın anlattığına göre, yediğiniz yemekten, kaldığınız yere kadar o lüks sitelerin her metrekaresine sinmiş ayrımcılık. Bektaş şöyle diyor: Evin müsait odaları olsa da sizi kapkaranlık, kiler gibi yerlerde yatırıyorlar. Bir gün çalıştığım yerde havuz başı mangal partisi yaptılar. Boş masalar da vardı ama beni görünmeyen bir ağacın altına koydular. Masa yok, sandalye üzerindeyim, bir elimde tabak, diğerinde bebek. Öyle köpek gibi ısıra ısıra yememi bekliyorlar.
Tarihin bir noktasında hakim Batı düşüncesinde şaşılası bir dönüşüm olmuş. Clive Ponting, büyük uygarlıkları ve onların çöküşünün altında yatan temel sebepleri incelediği klâsik kitabında bu dönüşüme ışık tutuyor. Ortaçağ sonrası Avrupa'da insanların, kadim toplumların düşünce ve duygu dünyasını tamamen tersine çevirdiğini, insanlığın doğaya hakim olması gerektiğine ve mutlaka olacağına dair kuvvetli bir inanç edindiklerini, 17. - 20. yüzyıllar arasında eser vermiş düşünürlerden örneklerle ortaya koyuyor. Örneğin, matematikçi Descartes doğadaki her şeyi uygun oldukları işlerde kullanıp yeniden doğanın efendileri ve sahipleri olabileceğimizi
söylerken, bilimadamı Bacon dünyanın insan için yapılmış olduğunu ilân ediyor, filozof Kant insanın elbette
doğanın efendisi unvanına sahip olduğunu ilân edip insanların doğa ile ilişkilerinde hiç bir ahlâkî kısıtlama olamayacağını vazediyor, liberalizmin kurucularından John Stuart Mill insanın doğadan en küçük şeyi bile zor kullanarak almasını savunurken, psikanalizmin kurucusu Freud insanın idealinin doğaya saldırmak
ve bilimin ışığında, doğayı insan iradesine boyun eğmeye zorlamak
olduğunu dile getiriyor. Yani, elimizdeki bilim ve teknoloji gibi medeniyetin nimetlerini
doğa'nın yıkıcı güçlerine seferber edecek bir anlayış. İnsanın zekâ ve yaratıcılık gücünün olağanüstü abartılmasına, toprak ananın doğal ve olağan o muazzam gücünün de tamamen aşağılanmasına dayalı kurgusal, laik ve ilerlemeci bir bakış.
Bu hatanın Kürtlere maliyeti büyük olacak. BDP, savaşın yeniden başladığı bir ortamda demokratik özerklik ilân ederek, savaşa karşı net bir tutum almayarak, PKK'nın savaşı başlatmasını engellemek için elinden gelen her şeyi yapmayarak, hükümete ve devlete yönelik eleştirilerinde son derece haklı olmasına rağmen, savaşı destekler duruma düştü. Daha önce pek çok kez olduğu gibi kararsız ve muğlâk bir siyaset izleyerek, bir kez daha, tabanının dışındaki Kürtlerin desteğini alma şansını yitirdi.
İstisnalar bir yana bırakılırsa, bizde üniversite üyelerinin taşıdığı ortalama bilinç bili insanı
bilinci, entellektüel bilinci değil, memur bilincidir. Bu bakımdan meselâ Sivil Savunma Genel Müdürlüğü'nde çalışan bir memurun, bir müdürün, yöneticinin dünyaya bakışıyla, bir üniversite üyesinin dünyaya bakışı arasında pek fark yoktur. Pekâlâ bir bakanlığın müdürü, memuru da, kapısında üniversite yazan bir kurumun profesörü de olabilir. Bilimsel-entellektüel kaygılarla üniversiteyi seçmiş değildir. Öyle bir iddiası da yoktur zaten… Biraraya geldiklerinde ne konuştuklarına bak anlarsın… Tuttukları futbol takımlarından, izledikleri televizyon dizilerinden, satın aldıkları yazlıktan ve arabadan, yeni edindikleri eşyalardan söz ederler… Yaptıklarını, yaptıklarının ne anlama geldiğini sorun etmezler. Bilimsel namus, entellektüel dürüstlük gibi kaygıları yoktur. Böyle olunca da kim daha çok para verirse oraya gider, nerede daha çok kazanacağını düşünürse oraya gider. Parayla diploma satılan bir kurumda çalışmak onları rahatsız etmez.
Diktatör olduğu su götürmezdi, ama diktatörlüğünü bahane eden Batılı müdahalecilerin temel sıkıntısı Kaddafi'nin Afrika'yı sahiplenmesiydi. Sumen altından hâlâ Afrika'yı yöneten ve sömürenlere dönüp buralar bizim
demesiydi.
Oysa malûm, neo-emperyal düzende coğrafyanın ve semerelerinin yerlisini ve sahibini belirleyen yegâne ölçü ödeme gücü
dür.
Bu yüzden Afrika'nın en verimli toprakları zengin Batılılarca satın alınarak etraflarına çit çekiliyor ve çitlerin dışındaki insanlar açlıktan ölürken, içeride Avrupalılar tarım yaparak ürünü varsıl ülkelere aktarıyor.
Bu yüzden Somali açıklarında Batılı ulusların bayrağını taşıyan dev şilepler iyi balıkları toplayıp götürüyor ve zavallı Somalililer küçük taka ve kayıkları ile kıyıya yanaşmasını bekledikleri balıklara bir türlü ulaşamıyor.
Somalililer boşuna mı korsan olmuştu sanıyorsunuz? Kaddafi boşuna mı canavar oldu?
Afrika'yı tam olarak, en son damlasına kadar hüpletememiş
olanların önünde, zevzekliği ve egosantrizmi ile idam sehpasını cebinde taşıyacak kadar şuursuz bir engeldi o; ortadan kaldırılıyor.
Bu reaksiyonun aldığı formlardan biri yerel (Türk, Karayipli, Sih) toplulukların mülklerini korumak adına kabileci
bir anlayışla kendi koruma gruplarını oluşturmasıydı. Dükkân sahipleri, mülklerini gerçek ve şiddet içeren bir sistem karşıtı protestoya karşı koruyan küçük burjuvalar mıdır yoksa işçi sınıfının toplumsal parçalanmaya karşı savaşan üyeleri mi?
Bu noktada taraf seçmeyi reddetmek gerekir. Gerçek şu ki, buradaki anlaşmazlık, biri sistem içerisinde tutunmayı başarmış diğeri bunu denemek için bile fazlasıyla yılgın olan, olanakları kıt iki grup arasındadır. İsyancıların ürettiği şiddet neredeyse yalnızca kendilerine yöneliktir. Yakılan araçlar ve yağmalanan mağazalar zenginlerin değil yoksulların mahallesindeydi.
Yoksulların, ölüm ve çalışma ikilemi arasında özgürce çalışmayı tercih etmelerinden başka seçenekleri yoktur (çalışmazsan mahvolursun). Artık burjuvazi, sözcüğün en geniş anlamıyla tüm yaşam araçlarının tekelini eline geçirmiş
, eski insanî değerler unutturulmuş, kapitalist toplumda işçi sınıfının statüsü, ücretli kölelik konumuna denk düşürülmüştür. Bunun anlamı, bir bütün olarak işçi sınıfının her zaman kapitalist sınıfın kullanımına hazır olması demektir. Fakat, klâsik kölelik ten farklı olarak, kapitalistler artık işçi sınıfının durumuyla ilgili hiç bir sorumluluk almazlar.
Engels, işçi, ister yasal, isterse fiili olarak olsun varlıklı sınıfın kölesidir. Herhangi bir mal gibi alınıp satılır durumda olan bir köle. Fiyatı da bir malın fiyatı gibi yükselir veya düşer… Buna karşılık bu sistemde burjuvazi antik sistemdekine göre çok rahattır, zira, hiç bir sermaye yatırmadığı bu insanları istediğinde kovabilir, üstelik emeklerinden tatlı kar ederek
der.
Marx; Zaman insan gelişiminin alanıdır. Boş zamanı olamayan kişi, tüm yaşamı uyku, yemek ve benzeri şeylerin getirdiği fiziksel kesintiler dışında kapitalist için çalışmakla geçen kişi yük hayvanından bile aşağıdır. Kendi dışına yönelik zenginlik üreten bir makinedir yalnızca… Gerçekten de, günümüzde özgürlük alanı, gereklilik ve dünyaya ilişkin kaygıların belirlediği çalışmanın son bulduğu yerde başlar
der.
Aile AKP Ali Türkan Amerika Araba Aydın Beslenme Bilim Cem Karaca Cehalet CHP Cinsellik Çevre Çizgi Roman Çocuk Demokrasi Deprem Derkenar Devlet Dil Distopya Edebiyat Eğitim Ekonomi Erkek Fanatizm Felsefe Feminizm Gençlik Hayat Hayvanlar Hoyratlık Hukuk İnternet İslâm Kadın Kapitalizm Kedi Kemalizm Kent Kitap Kişilik Komplo Konut Kültür Kürtler Mavra Medya Mektup Meslek Militarizm Milliyetçilik Mizah Modernite Müzik Necdet Şen Nefret Nostalji Pazarlama Polemik Portreler Psikoloji Reklam Safsata Sağlık Sanat Savaş Sevgi Seyahat Sinema Siyaset Spor Şiir Tarih Teknoloji Telefon Televizyon Terör Toplum Tutunamayanlar Vicdan Yazmak Yalnızlık Yaşlılık Yergi Yoksulluk
Sitedeki içerik 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası ile korunmaktadır. Yazılı izin olmadan kopyalanamaz, çoğaltılamaz, değiştirilemez, başka mecralarda kullanılamaz. Ancak, uzunluğu 200 kelimeyi geçmemek, yazar adı ve kaynak belirtmek ve bu sayfaya link vermek kaydıyla yazılardan alıntı yapılabilir.