Gazze meselesi, sadece Filistinlileri ilgilendiren bir iç mesele
değildir. Tüm Mısırlıları, tüm Arapları, tüm Müslümanları ve dünyanın tüm vicdanlı insanlarını ilgilendiren bir hadisedir ki, yakın tarihte böylesi bir ihanetin benzeri görülmemiştir. Kısacası Mısır'da bundan sonra ne olacağını, Gazze'de bundan sonra ne olacağına bakarak daha net teşhis ve ifade edebiliriz. Şimdilik söyleyebileceğimiz, Gazze'ye yaklaşımı değişmediği müddetçe, Mısır'da her şeyin eski tas eski hamam olduğudur.
Sonuç olarak, Mağrip ülkeleri bahsinde sayısız manipülasyon dönüyor ortalıkta. Bu manipülasyonlardan birisi de, Mübarek'in 70 milyar dolar serveti olduğu hususu. Tamam, epey parası olduğu âşikar ama öyle 70 milyarı falan olduğunu doğrusu hiç sanmıyorum. Bu tam bir kafaları bulandırma taktiği. Yanlış anlaşılmasın, Mübarek'i savunmuyorum, yolsuzluklara bulaşmış biridir, gitmelidir, bu başka bir şey. Fakat bu manipülasyonlar da neyin nesi şimdi?
Muhteşem insan Willy Brandt, Varşova'da, Nazi soykırım anıtının önünde diz çökmüştü.
Planlanmış bir jest değildi. Sebebini soranlara Yakın tarihin ağır yükü altında, kelimeler yetersiz kaldığında, tüm insanların yaptığını yaptım
demiştir.
Bu sözüm ayrımsız olarak, iktidarıyla ve muhalefetiyle herkesedir.
Yaşananların kötülüğü yanında artık kelimeler yetersiz kalmaktadır.
Bu ülkenin yakın dönem pislikleri için bir anıt yapılacaksa meselâ Galatasaray Lisesi'nin önüne yapılmalıdır.
Hakiki bir komisyon kurulacaksa, tümüyle bağımsız insanlardan oluşmalı ve bu anıtın önünde diz çöktükten sonra, belki de ilk kaybedilen olduğu için Hayrettin'in akıbetiyle işe başlamalıdır.
Böylece Hanım iyi ki de oğlana araba almışız, yoksa şimdi çok yazıklanacaktık
diyerek evine sığamayan, her gün kendini dağa bayıra vuran, baba Kemalettin Eren, gideceği bir adres ve sarılacağı bir mezartaşına sahip olacaktır.
Bunu yapmayacaksanız, kimsenin cıvık merhamete ihtiyacı yok!
Ey devrimin aziz genç kızları! Avrupalılara
Bir Türk kadar kuvvetli'dedirten kuşaklar yetiştirmek görevinizdir. Vücut zayıflığı ve düşük ahlâkdan sizler sorumlu olacaksınız! Bundan dolayı bundan sonra iyi görür, iyi düşünür, iyi nişancı, iyi binici, dinç, gürbüz, canlı, atılgan, üretken olmayan erkeklerin evlilik teklifini şiddetle reddediniz.
Kitabı okuduğumda, gerçek Türk kadınlarının tüm evlilik tekliflerimi niye şiddetle reddettiğini hemen anlamış, çok üzülmüştüm. O günden beri iyi nişancı, iyi binici, dinç, gürbüz, canlı ve atılgan olmak için elimden geleni ardıma koymuyorum. Ümitliyim. Bir gün Türk kadınına lâyık olacağım.
Okuduğunu anlamıyor, anladığını anlatamıyor, iyi de, okuyor mu? Okuryazarlık, performatif bir bilgi türüdür, evet, ama bu performansı nerede, nasıl ve hangi alanda gösteriyor? Okuma edimini nasıl bir performansla hayata geçiriyor? Kitap okuyor mu, gazete, dergi okuyor mu? Yoksa sadece Facebook'a ya da Twitter'e girmek, Internet sitelerinde surf yapmak ya da cep telefonuyla sesli harfleri çıkartılmış bir alfabeyle mesaj göndermekten mi ibaret bu performans? Okur oluşunu bir zihinsel gelişim aracı olarak kullanıyor mu? Okumayı bilen ama okumayan biri, yüzme öğrenmiş ama bir daha denize girmemişe ya da bisiklete binmeyi öğrenmiş de, bir daha hiç bisiklete binmemişe benziyor…
Çakal'ın avukatları
Çakal Carlos kimdir?
1949 Venezüella'da doğdu. Babası, çocuklarına Lenin, Vladimir ve İlich isimlerini veren Leninist bir avukattı.
1968 Ailesi Sorbonne'da okumasını isterken o Moskova'yı tercih etti.
1970 Filistin Halk Kurtuluş Cephesi gönüllüsü oldu, Ürdün'de eğitim aldı. Bu tarihten sonra Yahudi işadamlarına düzenlenen suikastlarda, İsrail'le ilişkisi olan birçok banka, dernek, gazete ve elçiliğin bombalanmasında aktif rol üstlendi.
1975 Altı kişilik bir ekiple Viyana'daki OPEC toplantısında, aralarında 10 petrol bakanının da bulunduğu 60 kişiyi rehin alarak Cezayir'e kaçırdı. Aynı yıl Müslüman olarak ismini Salim Muhammed olarak değiştirdi. Suriyeli, Lübnanlı ve Alman militanlardan oluşan kendi silâhlı mücadele örgütünü kurdu. Yakalanana dek Avrupa ve Ortadoğu'da mekik dokuyarak onlarca eyleme imza attı.
1994 Sudan'da yakalandı. Ömür boyu hapse mahkûm edildi.
2001 Avukatı Isabelle Coutant-Peyre ile üçüncü evliliğini yaptı.
2003 Devrimci İslâm
adlı kitabı çıktı.
Rum dalkavuğu lavuk!
Yıllar önceydi… Denktaş'ın Kıbrıs'a Türkiye üzerinden tek başına egemen olduğu günlerden biriydi… Lefkoşa'da Türkiye'nin Kıbrıs Büyükelçisi'nin evinde yemek yiyorduk. Büyükelçi'nin eşi Kıbrıs Türklerinin ne kadar tembel',
uyuşuk
olduklarına dair derinlemesine
değerlendirmelerde bulunuyordu. Türkiye'nin onları kendi cebinden doyurduğunu söylüyordu.
Gazeteci arkadaşlardan biri dayanamadı ve Sömürge valisinin eşi gibi konuşuyorsun!
deyiverdi. Bu gerilim, aslında, Türkiye ile Kıbrıs Türkleri arasındaki ilişkilerde alttan alta hep vardı. Yavru vatan',
ana vatan
edebiyatı işin görünür yüzüdür. Bunun arkasında 1974'ten beri 60.000 cıvarında askeriyle Kuzey Kıbrıs'a egemen olan Türkiye'nin patronluk
psikolojisinin saklı olduğunu bilenler bilir.
Malûmunuz, polisler artık askerlik yapmayacak. Gerekçesi, zaten vatani bir görev ifa etmeleriyle temellendirilmiş. Başbakan, geçen hafta bir polis ailesi ile konuşurken bu durumu kastederek Yırttı yani
demiş.
Şimdi bu ülkede başbakanlık yapmış ara dönem üretimleri de dahil herkesi gözünüzün önüne getirin. Zorunlu askerlikten kurtulmayı yırtmak
olarak söyleyecek bir tek lider düşünebiliyor musunuz?
İspiyonlamış gibi olmayayım ama orta yerde, resmen geride kalanları soğutma durumu var.
Yeğenlerim de yırtmak istiyor.
Toplandığımızda orta halli bir muhalefet partisinin miting kalabalığına denk gelecek sayıda yeğenlerim var benim. Hepsi birden Dayı-emmi, biz de yırtmak istiyoruz!
deyip duruyorlar. Gençleri tam yeniden ısındırmıştık ki televizyonlar ve gazeteler polislerin yırtmasını Polise müjde!
başlıklarıyla vermeye başladılar.
Erkekliğekimyasal müdahale
Erkeklik (organı) elden gidiyor
endişesi konuya ilgiyi iyice arttırınca kanun teklifinin sahiplerinden AK Partili Aşkın Aşan şunları söyledi: Kanun teklifinin hiç bir yerinde
hadım
kelimesi geçmiyor. Hiç kimsenin organları alınmıyor, hadım yok. Hadım kelimesini siz kullandınız ve orada da hata yaptınız. Pedofili suçlularından; 2 yaşındaki çocuğa bile tecavüz eden, onları öldüren, organlarını parçalayan canilerden bahsediyoruz. Bunlar hasta ise bunların tedavi edilmesi gerekiyor. Tedavide kullanılan ilâç, ayda bir vurulan, kadınların doğum kontrolünde kullandığı Depo Provera
denilen bir ilâçtır.
Inkılâb-ı İslâmî
Başlangıçda milliyetçilik benzeri bir tavır sergileyen Rızâ Şâh, 1953'de CIA ve MI6 (İngiliz) ortak yapımı ve Operation Ajax
adlı bir darbe planıyla hizâya getirilmiş ve bu arada İran petrollerini millîleştirme planları güden Başbakan Musaddık'ın da devrilmesiyle tam bir Batı kuklasına dönüşmüşdür.
İşte bugün tiksinç bir vahşet karakteristikası gösteren Mollalar Rejimi böyle bir târihî prosedürün sonucudur.
Lütfen dikkat:
Ders vermiyorum, anlatıyorum!
Bugün kadınlarını recmeden, yâni soyup yarıbeline kadar toprağa gömdükden sonra taşlayarak öldüren İran karşısında skandalize
olan Batı'nın önce hem yediği bu herzeleri hem de her cumâ yol ortasında insanların kellelerini yâhut kollarını uçuran Suûdî Rejimi'yle niçin onyıllarca al takke ver külâh yaşadıklarını da îzâh etmeleri gerekir.
Türkiye'nin İranlaşacağı
velvelesiyle politik rant kapmaya uğraşan odun kafalılara da bir çift sözüm var:
Bugün İran içinde ve dışında İran'ın bir nebze olsun
Türkiye'ye benzemesi uğruna hayatlarından birkaç seneyi fedâ etmeğe hazır sayısız İranlı var!
Onun için edebsizliği ve riyâkârlığı bırakarak bütün noksanlarına rağmen Türkiye'de yaşadığınıza yatıp kalkıp duâ edin!
Dahası var. Bu ülkede Cemil gibi faili meçhullere kurban gitmiş kaç kişinin olduğunu kimse bilmiyor. 7-8 senedir her cumartesi günü bir meydanda acılarının etrafında kenetlenen analara sır vermemeyi bu devlet marifet sayıyor. İnsanını yok eden devlet devletse, bizimki gerçekten eşsiz, menentsiz.
Cemil'i bir askeri darbeden sonra evinden çekip aldılar. Kaç yaşında olabilirdi? 22, 23, 24… Haydi 25! Cemil, devleti yıkacaktı
, öyle mi? Devlete göre evet. Belki, devleti bölecekti. Devlete göre evet. Kökü dışarıdaydı
. Devlete göre evet. Devlet, yıkılacak kadar zayıf, bölünecek kadar güçsüz, dışarıdaki kökleri bulmayacak kadar çaresizdi. Herhalde.
Ama bu devlet darbe yapacak kadar güçlüydü. Erdal Eren'den korktu bu devlet. 17 yaşında bir çocuğun kendisine kötülük
edeceğinden çekindi ve onu uydurma raporlarla idam yaşına geldi
diyerek astı, öldürdü. 24-25 yaşlarında Deniz'leri astı. Onlardan da korktu. Onlar da devleti yıkabilirdi
. Cemil'i yok etti, annesinin gözünü 31 senedir yolda bıraktı. Hrant Dink'i öldürttü. Hakkâri'de bir çukur açıldı, içinden 18 kişinin cesedi çıktı, ölü ele geçirilen teröristlerindir
dendi. Faili meçhullerin akıbeti meçhul.
Nasıl bir devletse bu insanlardan mezarlarını esirgiyor. Mezarlardan korkuyor.
Devlet ana, öyle mi! Hâlâ mı!
İyi bir sosyal medya takipçisinin aşina olduğu Cem Mumcu özetle şunları anlattı: Beğenilme isteği çok tehlikeli olabilir. İnsan çevreye vaad ettiği şeye dönüşmeyi isterse bu isteğin içinde kaybolabilir. Starlar bunu yaşarlar meselâ. Ama sosyal medya bu isteğin sebebi değildir. Bu Taş Devri'nden beri olan bir istektir. Sosyal medya sadece bunun ayyuka çıkmasına yol açmıştır, o kadar.
Bir insanın Facebook profilini inceleyerek çok rahatlıkla onun nasıl bir insan olduğunu anlayabilirsiniz. Bir insanı tanımak için Facebook profilleri sonsuz miktarda kaynak sunar. Paylaştığı fotograflar, ilgi alanları, paylaştığı yazılar, vs. Belki insan olduğu gibi görünmez, bazı yönlerini ön plana çıkartır ama bu da aslında çok önemli bir ipucudur: Hangi yönünü ön plana çıkartmaya çalışıyor? Neyi öne sürüyor? Bunlara bakarak insanları kolaylıkla çözebiliriz. İnsan kaynakları şirketleri saçma sapan testlerle vakit kaybedeceklerine bu profillere bakarak eleman alımı yapsalar çok daha başarılı sonuçlara varırlar.
Örneğin, içki içmeyeceksin
hükmü, dindarların kendi rızaları ile uyduğu ve birbirlerine tavsiye ettiği bir ahlâkî kural
mı olmalı? Yoksa devletin içki yasakları
yoluyla dayattığı bir kanun mu?
Soru şöyle de genelleştirilebilir: Özgürlüğün Müslümanca sınırları, Müslümanların hür iradeleriyle mi çizilmeli, yoksa otoriter bir devletin (yahut mahalle
nin) baskısıyla mı?
Buradaki kritik ayrım, muhafazakâr zihinde galiba henüz o kadar netleşmedi. O yüzden de bazı muhafazakârlar, kendi değerlerini kamu otoritesi üzerinden genelleştirmekte sakınca görmüyor.
Böyle düşünenlerin, liberalizmi nefsanî özgürlükleri kışkırtmakla
suçlaması, yani sürekli olarak hedonizm
le (hazcılıkla) karıştırması da galiba bundan.
Oysa liberalizm, avami tabirle, yiyin, için, kudurun
telkininde bulunmaz size. Sadece, başkalarına zarar vermediğiniz sürece, isterseniz böyle limitsiz
yaşayabileceğinizi, isterseniz de alabildiğince mazbut olabileceğinizi, kendi özgürlüğünüzü kendi iradenizle sınırlayabileceğinizi söyler. Ve nasıl yaşarsanız yaşayın, sizi devlet baskısından korumaya çalışır.
Peki modern çağın Müslümanları için, böylesi bir liberal demokratik düzen mi iyidir? Yoksa dini yasaklarını resmi yasaklara dönüştüğü bir din devleti
mi?
Aile AKP Ali Türkan Amerika Araba Aydın Beslenme Bilim Cem Karaca Cehalet CHP Cinsellik Çevre Çizgi Roman Çocuk Demokrasi Deprem Derkenar Devlet Dil Distopya Edebiyat Eğitim Ekonomi Erkek Fanatizm Felsefe Feminizm Gençlik Hayat Hayvanlar Hoyratlık Hukuk İnternet İslâm Kadın Kapitalizm Kedi Kemalizm Kent Kitap Kişilik Komplo Konut Kültür Kürtler Mavra Medya Mektup Meslek Militarizm Milliyetçilik Mizah Modernite Müzik Necdet Şen Nefret Nostalji Pazarlama Polemik Portreler Psikoloji Reklam Safsata Sağlık Sanat Savaş Sevgi Seyahat Sinema Siyaset Spor Şiir Tarih Teknoloji Telefon Televizyon Terör Toplum Tutunamayanlar Vicdan Yazmak Yalnızlık Yaşlılık Yergi Yoksulluk
Sitedeki içerik 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası ile korunmaktadır. Yazılı izin olmadan kopyalanamaz, çoğaltılamaz, değiştirilemez, başka mecralarda kullanılamaz. Ancak, uzunluğu 200 kelimeyi geçmemek, yazar adı ve kaynak belirtmek ve bu sayfaya link vermek kaydıyla yazılardan alıntı yapılabilir.