Patronsuz Medya

Resmî tarihin Sultan Vahdettin saplantısı

Anadolu'da İngiliz idaresinden o kadar da rahatsızlık duyulmaması gerektiğini söyledikten sonra Mustafa Kemal, bu topraklar üzerindeki İngiliz idaresinde bir vali olarak çalışmaya hazır olduğunu gazeteci aracılığıyla işgalci yetkililere şöyle iletecektir: Eğer İngilizler Anadolu için sorumluluk kabul edecek olurlarsa Britanya idaresinde bulunan tecrübeli Türk valileri ile işbirliği halinde çalışmak ihtiyacını duyacaklardır. Böyle bir salâhiyet dâhilinde hizmetlerimi arzedebileceğim münasip bir yerin mevcut olup olmayacağını bilmek isterim…(5) Türk Tarih Kurumu'nun çevirtip bastığı bir kitaptan alındı bu çarpıcı sözler. Şimdi söyleyin bakalım, İngilizlerle ilişki kurmak vatan hainliği sayılabilir miymiş?

Kaldı ki, kimin hain, kimin kahraman olacağına gazete köşelerinden yahut meclis kürsüsünden karar verilemez; hatta mahkemeler bile buna karar veremez. Bunun kararını kamuoyunun vicdanı ve tarih denilen o acımasız yargıç verirse verir. Hem Fransızlar şu General Petain'in hain mi kahraman mı olduğuna 60 küsur yıldır karar verebildiler mi?

* Mustafa Armağan (Tarihle Birlikte Düşünmek)

Hayır çıkarsa devlet sertleşecek

Türklerle Kürtler arasındaki nefret yatıştırılabilir mi?

Yatıştırılır. Bu ülkenin insanları, savrulmaların, aşırılıkların insanlarıdır. Çatışırken, bir anda sarmaş dolaş olabilirler. Bu coğrafyada savrulmalar var ama bilgece duruşlar da var. Hikmetli adamlar var. Güneydoğu için Ahmedi Hani var. Mevlana'yı aratmıyor. Modern devlet en fazla bilgelik birikimini sakatladı. Kürtler Ahmedi Hani'den Türkler de Mevlana'dan vazgeçmemiş olsalardı…

Sonuç değişir miydi?

Kürtler Ahmedi Hani'den Türkler de Mevlana'dan vazgeçmemiş olsalardı, bu yıllarımızı çok daha az maliyetle yaşardık ve bu kadar çatışmazdık. Modern devletin ideolojisi, bu coğrafyada en büyük tahribatını bilgeliğe karşı açtığı savaşla yaptı. Akılcılık ve bilimcilik diye tutturdu. Hikmetlerin de kendine göre bir aklı v

* Süleyman Seyfi ÖğünNeşe Düzel (Taraf)

Büyük şans, Kürt-Türk gettosu yok

Kürt-Türk çatışmasını toplumun kendi dinamikleri mi üretiyor?

Bu çatışma da sadece toplumun kendi dinamikleri üzerinden gitmiyor. Dünya konjonktürünü ve Ortadoğu'ya yeniden şekil verme sürecini düşünmeden, buradaki hikâyeyi basit olarak Türklerle Kürtler arasındaki itişme-kakışma olarak göremeyiz. Yaşananlar, büyük ölçüde Soğuk Savaş sonrasında bölgenin yeniden yapılandırılmasıyla ve kapitalizme uygun hale getirilmesiyle ilgilidir.

Globalleşen kapitalizmin, pazarını büyütebilmesi ve daha fazla mal satabilmesi için Türklerle Kürtler arasında kavgaya değil, aksine barışa ihtiyacı yok mu?

Çok emin değilim. Savaş daima kapitalizmin en yüksek ölçüde kâr ettiği bir sektör. Son dönemde Avrupa Birliği'ni inceledim. Militarizmin sanayideki payını gördüğünüzde ürperiyorsunuz. Meselâ İsveç sanayiinin yüzde 50'si militarist sanayi. Küçücük Belçika'nın sanayii de öyle. Üstelik bu konuda hiç bir eleştiri yok. Yüksek kârlar hâlâ silâh üretiminden ve satışından sağlanıyor En büyük siparişler gene militer siparişlerden oluşuyor.

* Süleyman Seyfi ÖğünNeşe Düzel (Taraf)

Dilencilik meslektir

Dilenciliğin fakirlikle hiç mi ilgisi yok?

Ben fakirlikten çok, bir meslek olarak icrasını gördüm. Çünkü fakir insanın dilenmesi çok farklı bir şey. Dilenmek bir başka boyuta geçmek gibi oluyor. Başka bir deyişle; insan, kişiler arası ilişkide, kendi kimliği veya düşüncesinde, kendi hakkındaki düşüncelerinde başka bir boyuta geçiyor. İnsan o an için yanındakinden bir şey isteyebilir, meselâ canım çekti bir lokma ver diyebilir. Bir bardak su isteyebilir ama dilencilikte devamlı istemeye tabiisiniz. Ve burada sıradan isteyişler geçerli değil. Kendinizi biraz mağdur, yardım edilmesi gereken bir hale çevirmeniz gerekiyor. Biliyoruz ki dilenciler, belli organlarını yaralıyorlar, çocuklarını meselâ kör gibi gösteriyorlar. Bütün bunlar bize onların istemenin bir yolunu bulduklarını gösteriyor. Dolayısıyla bence bütün bunların bir yoksulluktan çok bir meslek olarak, bir bilinçli hareket olarak, bir hayat tarzı olarak algılanması gerekiyor. Çünkü insan çok fakir olabilir ve hatta çaresizlikten bir köşede durup hiç bir şey demeden para isteyebilir. Ama dilencilikte, biraz tecrübeyle her yere ve koşula göre bir isteme tekniği var.

* Korkut TunaAynur Erdoğan (Dünya Bülteni)

Bir merkez güç olarak PKK

Korkularının esiri olan devletler, aynı insanlar gibi, en sonunda en korktukları şeyin başlarına gelmesine neden olacak ne varsa yaparlar. Yasağın artık işe yaramadığı bir dönemde yasak dozunu arttırırlar. Kendi yapmak istedikleri reformlardan ötekiler de yararlanacağı için reformları ertelerler. Şiddete daha büyük bir şiddetle karşılık vererek, şiddetin meşru müdafaa gibi sunulmasını sağlarlar. Devlet olmanın yükümlülüklerini unutup teröre karşı mücadelede her yöntemi meşru görmeye başlar ve dayandıkları demokratik meşruiyeti zayıflatırlar.

Bu bir kısır döngüdür ve genellikle PKK türü, kimseye hesap verme yükümlülüğü olmayan, her duruma bir kılıf uydurabilecek bir söyleme sahip olan örgütler güçlerini bu tür döngülerden alırlar. Acil hedef, Kürt sorununu çözmek için bu konuda hiç bir tabunun sınırlamadığı en geniş tartışma ortamını yaratmak değil de PKK'yı yenmek, terör örgütünü yok etmek olmaya devam ettiği sürece, bu kısır döngü çalışmaya devam edecektir.

* Ahmet İnsel (Radikal)

En büyük eşitleyici ilke olarak ölüm

İnsanları ölmeden önce ölmeye yani diğer insanlarla eşit hale gelmeye çağırmaktalar. Aksi halde ceset olup eşitlenip gideceğiz zaten demekteler.

Nasıl öldüğünüzde toprağa, doğaya, havaya, denizlere, dağlara karışıp gidiyorsanız, ölmeden önce de halka (en-Nâsa) karışacaksınız. Kum tepelerinden (ahkâf) inip kumlara karışacaksanız, gören size Hanginiz Muhammed diye soracak.

Ölüm yatağında 7 dirhem dahi olsa üzerimde mülkiyet olduğu halde Rabbimin huzuruna çıkmaktan haya ederim diyerek 7 dirhemi dahi infak edecek, ölmeden önce Hz. Peygamber gibi böyle öleceksiniz.

Buralarda insanlığa çok esaslı mesajlar var.

* İhsan Eliaçık (Adil Medya)

Ulusal Birlik Hükümeti öyle mi

Şimdi Kılıçdaroğlu, terörün bir günde biteceğini söylerken herhalde onun kaynağı hakkında da bir fikir sahibidir. Kılıçdaroğlu, terörü bir günde bitirdikten (!) sonra atılacak adımı ulusal birlik hükümeti diye açıklıyor. Bunun adı siyasî literatürde faşizmdir.

Mussolini'nin hikâyesi ve İtalya'da faşizm iktidara gelmesinin stratejisi tam da buydu. Mussolini, partisini ilkönce militer-ulusal parti olarak örgütlemiş, İtalyan sanayisinin en gerici unsurlarını arkasına alarak, terörü ve militarizmi bir tehdit unsuru olarak kullanmıştır. Mussolini aynı zamanda eski bir sosyalist ve gazeteciydi. Medyanın önemini ve onu kullanmayı biliyordu. O halde faşizmin babasının geliştirdiği stratejinin temel formülünü şöyle açıklayabiliriz: Ulusal faşist partî Terör ve militarizm+ Medya. Ama Mussolini, liberal hükümetin öngörüsüzlüğünden ve faşizm belâsını bilmemesinden de yararlandı. Liberal hükümet, seçimlere giden süreçte, Faşist Parti'yle seçim koalisyonu oluşturmuş, Mussolini dâhil 35 faşistin meclise girmesini sağlamıştı. Liberal hükümet, Mussolini'nin mecliste olursa terörü terk edeceğini, milisleri tasfiye edeceğini düşüyordu. Ama tam aksi oldu. Mussolini'nin çeteleri Roma'yı işgalle tehdit edecek kadar terörü ve terör örgütlenmesini ileri götürdüler.

* Cemil Ertem (-)

Dört ayaklı ise ııhh

Yediğiniz yemek olsun. Çok olmasın. Çoğu bitki olsun. İşte Farlan'ın bu tavsiyesini tutmak için yapılacaklardan bazıları. Food Rules: An Eaters Manual (Yeme Yönetmenliği: Yemek Yiyenin El Kitabı) adlı kitabından. - Büyük anneannenizin gördüğünde yemek olarak tanıyamayacağı şeyleri yemeyin. - Girdi sayısı beşten fazla olan konserve yiyeceklerden kaçının. Girdi sayısı ne kadar çok ise fabrikada o kadar çok işlenmiştir ve zararlıdır. - Adı eğer her ülkede aynı ise besin değildir. Big Mac, Pringles gibi. - Bir ayağı üzerinde duran şeyleri (mantar ve diğer bitki ürünleri) yemek, iki ayaklı şeyleri (tavuk, hindi, ördek gibi kümes hayvanları) yemekten, bunlar ise dört ayaklı şeyleri (inek, koyun ve diğer memeli hayvanlar) yemekten iyidir. Eski bir Çin atasözü olan bu sağlıklı yemek formülü nedense balığı saymamış. İki ayaklı dört ayaklıdan iyidir ama hiç biri hiç bir ayak üzerinde durmayandan iyi değildir olarak bir ek yapabiliriz belki. - Mısırdan elde edilmiş yüksek oranda früktoz şurubu içeren gıdalardan kaçının. Yani, neredeyse bütün fabrika ürünü meşrubatlardan. - Kahvaltılık gevreğiniz üzerine süt ilâve ettiğinizde renk değiştiriyorsa, yemeyin. - Olduğundan başka bir şey olduğunu iddia eden besinlerden kaçının. Tereyağı pozu veren margarinlerden, yapay tatlandırıcılardan ve soya temelli etlerden. - İstediğiniz kadar çer çöp yiyin. -pişiren kendiniz olduğunuz sürece.

* Metin Münir (Milliyet)

Kapuska (Bir 12 Eylül hikayesi)

Önce Rizeli aldı sazı eline; Ordunun dereleri aksa yukarı aksa…

Sonra Maraşlı tiz bir çıkış yaptı; Maraşlı Şeyho'nun oğluyum ben…

Ve sıra bana geldi; Gesi bağlarında dolanıyorum, yitirdim yarimi aranıyorum…

Ve hiç durmadan, belki de bir saat, türkü üstüne türkü söyledik. Yazıya cevabımız bu olmuştu. Hem de ne cevap! Tam damardan girmiştik. Orada tam anlamıyla biz oluvermiştik. Ah, o biz, nasıl bizdi o… Damağımda öyle bir tad bırakmıştı ki, yıllarca onu arayacaktım…

* İhsan Eliaçık (Yaşayan Kuran'ın Işığında)

"Aşağılık maymunlar olun!"

Cumartesi yasağı Erich Fromm'un enfes yorumuna göre aslında sahip olmama, mülkiyet edinmeme günü demekti. O gün her hangi bir şeye sahip olmak için çalışılmayacak, altı gün boyunca sahip olunanlar yedinci günü infak edilecek, paylaşılacaktı. Cumartesi günü infak günü, paylaşma günü demekti.

(İslâm'da bu haftalık olmaktan anlık, günlük vakte çekildi. Artık bunun vakti zamanı yoktu ve her an, her gün, her vakit sahip olunanların infak edilmesi, paylaşılması istendi ve cumartesi günü kaldırıldı.)

Erich Fromm'a göre vatansızlık da sahip olmama ile ilgiliydi. Allah'ın halkı için bütün yeryüzü vatandı. Bir yere sınır (çit) çevirip burası benim diye sahiplenmek ve orada mülkiyet iddia etmek Tanrı ile yürüyen (İsra-el) bir halka yakışmazdı. Bilakis yeryüzündeki tüm sahiplenmelerin kaldırılması, evrensel adalet ve barış yurdunun (cennet) kurulması için bütün yeryüzünün, bütün insanlara ait kılınması gerekirdi.

* İhsan Eliaçık (Adil Medya)

Bizden size oy yok!

Ak parti en samimi emekdarlarını, yani kadın seçmenlerini daha fazla incitmekten vazgeçmeli ve derhal kadrolarındaki metresli isimleri teker teker ayıklamalı. Medyadaki aksi sedası olan kalemlere de başını çevirmeli ve bu zevat arasında da ciddi bir revizyona gitmeli. Muhafazakar medyanın önde gelen erlerinin şöförlerinin, çalışanlarının maaşını ödeyemeyen gazete binalarına her sabah taşıdıkları ve her akşam aldıkları çıtır gazeteci hanımların villalarda oturtuldukları haberlerini alıyoruz. Her sabah bir yenisi kurulan muhafazakâr televizyon kanallarının reklam spotlarında ağırlıklı olarak kadınları görünce seviniyor ama aralarında bir tane bile başörtülü bulunmamasına hayret ediyor, bütün bu görüntülerle bize verilen mesajı; senin işin burada bitti. Hadi dön şimdi evine olarak tercüme ediyoruz.

* Emine Karahocagil Arslaner)

Tarih tekerrür eder mi?

Yıllar sonra olayların perde arkası aralandığında ilginç ayrıntılar çıktı. Örneğin Bülent Ecevit 1989 yılında Milliyet gazetesine verdiği bir röportajda, 1978'de sağcı militan güçlerin saldırısı altıdaki bazı Orta Anadolu illerinin sıkıyönetim kapsamına alınmasını istedim. Ama Sayın Evren, kuvvetimiz yetmez diye razı olmadı… O dönemdeki Sıkıyönetim Yasası'na göre bile, sıkıyönetim komutanlarının çok geniş yetkileri vardı. O kadar ki, bir sıkıyönetim bölgesinde bir vali veya emniyet müdürü, bir polisin yerini bile, sıkıyönetim komutanlığının onayı olmadıkça değiştirilemezdi. Kısacası sıkıyönetim bölgelerinde, iç güvenlikle ilgili yetkiler, hem de çok geniş biçimde sıkıyönetim komutanlıklarına tanınmıştı. demişti. Ardından da Silahlı Kuvvetlerin gücü yetmez denirken darbeden sonra 67 ilde birden nasıl gücünün yettiği sorusunu ortaya atmıştı.

* Ayşe Hür (Taraf)

 

52
Derkenar'da     Google'da   ARA