Patronsuz Medya

Gazze'deki sese kulak vermeyen dünyada barış inşa edilemez

İnsanlık tarihi sadece bir kesimin yürüyüşü, sadece bir topluluğun hikâyesi değildir. Medeniyetler tarihi, savaşların, çatışmaların, asimilasyonun değil, farklılıkların, zenginliklerin, etkileşimin tarihidir. Dünyanın kendi çıkarlarından ibaret olduğunu sananlar, çağımızın dinamik ruhunu doğru okuyamazlar. Bazıları tarihe, siyasete ve dünya olaylarına hâlâ benmerkezci bir zaviyeden bakıyor, farklılıkları dışlıyor, doğrunun sadece kendi tekelinde olduğu iddia ediyorlar. O yüzden kendisi dışındaki toplum ve kültürleri hafife alıyor, onları geri', gelişmemiş'ya da gelişmekte olan'gibi sıfatlarla tanımlıyorlar.

* Recep Tayyip Erdoğan (Vatan)

Bir iktidarın muhasebesi (2)

Eğer cemaatler kendi asli mali kaynaklarıyla yetinip toplumu sosyal ve ahlâkî bakımdan güçlendirme faaliyetlerini sürdürselerdi ve bunun için de sivil ve özerk varlıklarını koruyabilselerdi, devleti daha adil yönde dönüştüreceklerdi. Toplum bu sayede ahlâkî ve sosyal bakımdan takviye edilir, demokratikleşerek özgürleşir ve hudutları aşmadan zenginleşebilirdi. Bu yolu seçmedikleri için, devlet kendisi ne kadar demokratikleşmeye karar verirse, cemaatler ve tarikatlar da arkasından o kadarcık demokrasiyle yetinmek zorunda kalacaklar.

* Ali Bulaç (Dünya Bülteni)

Bir iktidarın muhasebesi (1)

1970'lerden başlamak üzere 30 senelik yorucu bir bir çabanın sonunda, İslâmî ilimlerden sosyal bilimlere, siyastin yeniden tanziminden uluslar arası ilişkiler alanındaki düzenin değişip daha adil, özgürlükçü ve yüksek ahlâkî erdemlere dayalı bir dünya düzeninin kuruluşuna kadar, bize yeni düşünceler, bilimsel araştırma ve entellektüel ufuklar çizebilme kabiliyetine sahip yüzlerce entellektüel yetişme, ürün verme aşamasına gelmişti. Bunlar üniversitelerde veya özerk sivil alanlarda bilgi ve düşünce faaliyetleri göstereceklerken ve bu sayede toplumsal bir zihniyet değişikliği sağlayacakları beklentisi doğmuşken, yüzlerce potansiyel entellektüel ve bilim adamı AK Parti'nin iktidara gelmesiyle bir anda bürokrasiye transfer edildiler, bir tür devlet uzmanı ve ideologu haline getirildiler. Belli bir takım vakıf ve mecraların bunda oynadıkları rol önemliydi. Bu vakıflar ve mecralar çok daha öncesinden çizilen plan ve programlar çerçevesinde ve büyük mali finansmanlar desteğinde cazibe merkezleri haline getirildi, AK Parti iktidara gelir gelmez, buralara toplanan genç akademisyenler, potansiyel enetelktüel ve uzmanlar sistemli bir biçimde devletin çeşitli kademelerine yerleştirildi. Bunlar da hazır kıta bekliyormuş gibi kendilerine gösterilen makamlara ve görevlere iştahla atıldılar. Hiçbiri güçlü İslâm geleneğinin Sultanın sarayından, zenginin sofrasından uzak durun öğüdüne kulak asmadı.

* Ali Bulaç (Dünya Bülteni)

Avrupa krizi, milliyetçilik ve alçaklık üzerine…

Yunanistan, dünyanın en büyük üçüncü silâh alıcısı. Türkiye'yse 10. sırada. İsveç Barış Araştırmaları Enstitüsü'nün (SIPRI) verilerine göre, 2005-2009'da askerî silâh ithalâtına, 1990'a endeksli fiyatlarla, Türkiye 3,264, Yunanistan'sa 4,615 milyar dolar harcadı. Yunanistan'ın 14 milyar avroluk yıllık silâh bütçesi var. Almanya, bu iki ülkeye son beş yılda silâh satan ülkeler sırasında birinci. İşte Yunanistan'daki ayaklanmalar için bir ipucu daha. Silah tüccarları ve silâh tüccarı ülkeler, Yunanistan'ın barışçı ve silâha daha az bütçe ayıran bir politik hat izlemesine nasıl bakarlar acaba?

* Cemil Ertem (Taraf)

Pabuç çıkartan gazetecilik

Basında iktidarın politikalarına destek veren kalem sahipleri yandaş etiketiyle aşağılanmayı göze almak zorundadırlar. Bunlara Benim sizinkinden farklı bir siyasî görüşüm olamaz mı diye itiraz etmeniz veya kabadayılık yapıp Ne olmuş, evet yandaşım demeniz kâr etmez. Çünkü bunların dilinde yandaş lafı taraftar anlamına gelmez. Avanta karşılığında kalemini satmış adamdır yandaş. Konuştuğu, yazdığı şeyler kendi samimi fikirleri değildir. İktidarın hoşuna giden lâflar ederek maddî menfaat temin eder. Belki de birileri bunlara Al aslanım şu parayı, bugün Kemal Kılıçdaroğlu'nu eleştir diyerek günlük ödeme yapmaktadırlar.

CHP'li olmayan aydınlara reva görülen ve yaptıklarının cezası olarak üzerlerine yerleştirilmeye çalışılan imaj budur. Çünkü CHP'li olmamanın bir bedeli vardır bu ülkede.

Çünkü bu düzen CHP düzenidir.

* İbrahim Kiras (Star)

Muktedir'in Kaderi

Madencinin kaderi bu sözünün sahibine çocukluğunda bu sorular çok sorulmuştur ve o da bu ezberi çok tekrarlamıştır. Yetiştiği dinî iklim onu böyle ele verince kömür ocaklarındaki hazin ölümler madencinin kaderi oluyor.

Vicdanı donmadıysa sözünün anlamı ürkütür adamı.

Aksi halde açıklayamadığınız veya sorumluluğundan kaçmak istediğiniz şeye kader der geçersiniz.

Peki, o zaman, iktidarda olmanın kaderinde de iktidar zenginleri yaratmak var.

Belediyeci olmanın kaderinde ihalelerden yüzde almak var.

Üçüncü köprü yapmanın kaderinde güzergâhtan arsa kapatma yarışı var.

İktidarın kaderinde oğluna gemicik almak, damadını medya patronu yapmak var.

Banka hesabına servet yığmak var.

Öyle mi?

Muktedirler hep buradan yıkılmadı mı?

Ne kadar ilginç, muktedir ile kader aynı kökten; neyin kader olduğunu tayin eden demek, iktidar da tayin edici erk/güç…

İnsanların kaderini tayin edici olmaya başladığınız an muktedir oluyorsunuz.

'Muktedir olmakla birlikte yıkılışınız da mukadder oluyor.

* R. İhsan Eliaçık (Yaşayan Kuran'ın Işığında)

Marksist politika

Marx hayatında Ben Marksist değilim demişti. Ama bizler Marksistiz. Onun için, bir yandan habire ustayı yorumlarız ama hiç bir zaman doğru yorumladığımızdan emin olamayız. Biri kalkıp O öyle değil, böyle yorumlanmalıdır dediğinde ne olacak. Ben ne kadar otoriteysem, o da o kadar otorite ve bunun tersi. Asıl otorite ise bu konuda bir şey söylememiş: Bu, budur dememiş. Gerçeklik ve benim yaptığım teşhis ve Usta'nın dediği diye devam eden bir formülle yaşıyorsak, dünyada değişim de hiç durmadığına göre, her geçen gün Usta'nın görmediği, bilmediği, dolayısıyla hakkında bir şey söyleyemeyeceği bir dünyaya, hayat biçimine giriyoruz demektir. Buna karşılık, en çok güvendiğimiz analitik araçlar, Usta'nın vaktiyle söylemiş oldukları. Hayat ne kadar değişmiş olursa olsun, Usta'nın söyledikleri bu şimdiki durumu da bir yerinden açıklıyordur: Bu arada Gramsci diye biri çıkmış, Laclan veya Berlinguer diye birileri çıkmış, bir şeyler söylemiş, kulağasma!

Bir bomba atarsın, siyasî eylem olur.

* Murat Belge (Taraf)

İlânlar ve Reklamlar

Yarım yüzyıl öncesinin nüfusu az Türkiye'sinde, özellikle İstanbul, Ankara, İzmir gibi büyük kentlerde okumak seyretmek'le yer değiştirmemiş. İyi kötü okuyan bir Türkiye söz konusu. O yüzden o tumturaklı tanıtım cümleleri. Meselâ Scherk'inkiler; hanımlar okuyacak, losyonun edebî (!) anlatımından tat alacak, sonra da eczaneye, ıtriyatçıya koşup Scherk satın alacaklar!

Ne uzun Arpège, ne uzun Tokalon, ne uzun Lüks sabunu ilânları öyle! Kısacık, çarpıcı, vurucu başlıklar değil; tam tersine, âdeta, roman sayfasını çağrıştıran, bol tasvirli, bol sözcüklü ifadeler.

* Selim İleri (Zaman)

Rusya ile ilişkiler

Küresel sermaye siyasal açıdan etkin olduğu dönemde AB'nin ve Çin'in yeni güç odağı olmasını, buna karşılık Rusya'nın etkinliğini kaybetmesini, ABD'nin bu güçler arasında yer almasını planlıyordu. Nitekim önümüzdeki on yıl içinde Çin'in ekonomik ve askeri açıdan ABD ile boy ölçüşebilecek düzeye varacağı söyleniyordu. Bu stratejiye karşı ABD ve Rusya kendi stratejilerini geliştirdi. Bu yeni yapılanmanın arkasındaki küresel sermaye gücü tasfiye edilirse hem AB hem de Çin ikinci plana itilecekti. Yaşanan iktisadi kriz, bana göre planlanmış bir gelişmeydi, küresel sermayeyi etkisiz hale getirdi. Şu anda bu krizin Avrupa'daki etkileri henüz başlangıç safhasında ve en güçlü ekonomiye sahip olanların bile çok büyük dış borçları varken bunu aşmaları kolay görünmüyor. Artık AB ülkelerinin bireysel politikalar izlemesi beklenmelidir.

* Mahir Kaynak (Star)

Kemalist yazarımız şanslı, düşünmesi gerekmiyor

Arapların en azından bugün için kendi Atatürklerini aradıklarını veya beklediklerini düşünmek de Kemalist avuntusundan başka bir şey değil. Arap dünyasında Türkiye modeline ilginin ortaya çıkışı politik tecrübemizin Müslüman demokrasi diye adlandırılmaya başlamasından sonradır. Demek ki AK Parti iktidara gelinceye kadar Arap dünyasında Türkiye'nin laik demokrasisiçok fazla heyecan uyandırmadı.

Özelikle de Tezkere oylaması bu konuda milatoluşturdu. Böylece Arap dünyası demokrasinin batı güdümüne girmek demek olmadığına ve Müslüman kimliğinden taviz vermeksizin de gerçekleşebileceğine kani oldu. Arap dünyasının bugünkü demokratik özlemleri ve arayışları çerçevesinde Türkiye'nin rol modeli alınmasının özü budur.

Açık konuşalım: Araplar ne yazık ki kendi Atatürklerini değil, kendi Erdoğanlarını arıyorlar. Çünkü zaten kendi Atatürkleri var.

* İbrahim Kiras (Star)

Baykal'ı kim neden tuzağa düşürdü?

Bence bu tuzağın arkasında AKP'yi iktidardan düşürmek veya zayıflatmak isteyen ve muhtemelen Türk ajanlarla çalışan bir dış ülkenin istihbaratı var. Erdoğan Batı ve İsrail için iyi bir haber değildir. Erdoğan'dan önce Türkiye her konuda Batı'nın politikalarını izleyenuysal bir uydu idi. Erdoğan, İslâmî eğilimli bağımsız bir politika izleyerek Batı'nın ve İsrail'in stratejik ve ekonomik çıkarlarını zedelemeye başladı. Gücü ve kendine güveni arttıkça bu politikanın dozunu yükselteceği, Türkiye'yi daha da İslâmlaştıracağı izlenimi verdi. Bu gidişle Türkiye İran gibi Batı'nın (ve İsrail'in) başına belâ olabilirdi. Erdoğan'ın Tahran'a gidip ABD'nin İran'a uygulatmak noktasına geldiği son ambargo kozunu yörüngesinden çıkartmaya çalışması bunun olası olduğunun en son örneğidir.

* Metin Münir (Milliyet)

İslam'ın Krizi 1

Krizin kökleri esas itibariyle siyasî tabiatlıdır. Çünkü siyaset hayatın neredeyse tamamını kontrolü altına almış durumdadır. Müslüman bilinçteki bu travma, dışarıdan alınan darbelerle değil; bir iç kanama sonucu açılmış derin bir yaradır. Kelamdan fıkha, felsefeden tasavvufa tüm akımları lehte veya aleyhte etkilemiştir. Emevî darbesinin bu dahilî yara üzerine inşa ettiği süreç sonraki tüm asırları etkilemiştir. Bir iktidar bir de ana muhalefet akımı oluşmuştur. Biz bunlara Sünnî Saltanat İdeolojisi ile Şii İmamet Mitolojisi diyoruz. Siyasi kriz bu iki ana akım üzerine bina edilmiş, bunun dışında başka bir yol üretilememiştir. Sonrakiler önemsiz farklarla bunların biteviye tekrarından ibaret kalmıştır.

* R. İhsan Eliaçık (Yaşayan Kuran'ın Işığında)

Naziler ne istiyordu?

Charles Bettelheim Nazizm Döneminde Alman Ekonomi'sinde giderek sona yaklaşan ve çökmek üzere olan Alman ekonomisinin kurtuluşu ve yeniden harekete geçmesi için gerekli olan tek şey yeni pazarların açılması idi diye yazar. Savaş, yeni pazarlar açmanın en kestirme ve en ucuz yoludur. Savaş yeni pazarlar açar ama aynı zamanda giderek düşen talebi canlandırarak ekonomiyi yeniden ayağa kaldırır. Almanya'nın ilkönce faşizme sonra da savaşa dayalı çözümünün arkasında yatan gerçeklere bugün baktığınızda kanınız donabilir. Çünkü bu nedenleri çok tanıdık görecekseniz.

* Cemil Ertem)

Partilerin başkanları değil sahipleri var

Demokrasi sadece iktidarın kansız el değiştirmesi demek değildir. Parti başkanlıklarının da pürüzsüz ve düzgün bir biçimde bir siyasetçiden diğerine geçmesidir. Bu açıdan, altında yaşadığımız rejim demokrasi değildir. Türkiye'de siyasî parti liderleri birer diktatördür. Siyasi partiler yasası ve parti tüzükleri genel başkanlara tam kontrol kurma, istedikleri kadar görevde kalma, canı çektiklerini milletvekili ve delege yapma yetkisi veriyor. İstisnai haller dışında parti liderleri makamlarını musalla taşına taşındıklarında boşaltırlar. Deniz Baykal'ın istifasının ardından bunu çok açık bir biçimde görmek mümkün. (Aslında istifa etmedi. Edemez. Ölür. Uyguladığı taktik, geri çekilmektir.)

* Metin Münir (Milliyet)

 

72
Derkenar'da     Google'da   ARA