Patronsuz Medya

ATV'ye bantlar geliyor, Ali Kırca'nın ses tonu değişiyordu

28 Şubat'ı Sabah Grubu da destekledi. Basındaki çürümeyi niye durdurmadınız? Yoksa farkında mı değildiniz?

Farkında olmamak mümkün değildi. Ama bir yanda konformizm, bir yanda gücün şehveti vardı. Medya o dönemde, bu ülkede hiç olmadığı kadar güçlü oldu. Hem asker güçlendi, hem medya. Hükümetler ise çok zayıftı. Medya o dönemde askerle ve yargıyla ittifak yaptı. Bu ittifak, hükümetler karşısında basına sahip olmaması gereken bir gücü verdi…

Sabah Grubu'ndaki tek tek yazarların karşı çıktığı gibi Türkiye'de medya 28 Şubat darbesine karşı çıkamaz mıydı? 28 Şubat döneminde siz patrondunuz. Medya karşı çıksaydı, bu ülkede darbe yapılabilir miydi?

Medya 28 Şubat'ta karşı çıkabilirdi ama çok zordu bu. Başına 50 tane belâ gelebilirdi. Tehditler vardı. Siyasi cinayetleri biliyorsunuz. ATV'ye bantlar geliyordu. Bizim Ali Kırca ekrana çıkıyor, birden ses tonunu değiştiriyordu. Ve fonda saçma sapan yazılar ekrandan akıyordu. Ben bunlara şiddetle karşıydım ve karşı olduğumu da söylüyordum, bunun kavgasını yapıyordum ama… Bir süre sonra gazete sahibi olarak, Sabah Grubu'nun bir numarası olarak benim de pek fazla gücüm olmamaya başladı. Gücümü kaybettim, sözüm geçmemeye başladı. Bir başka güç odağı geldi gazeteye hakim oldu sanki.

* Dinç BilginNeşe Düzel (Taraf)

Avatar, Avatar'ın ta kendisi

Cameron'ın bundan önceki gişe filmi Titanik de gerçekte geminin buzdağına çarparak yaşadığı felâketle mi ilgilidir? Tam felâketin gerçekleştiği ana dikkat: Genç sevgililer (DiCaprio ve Winslet) ilişkilerini kesinliğe kavuşturduktan hemen sonra güverteye döndüklerinde yaşanır felâket. Daha da hayatî olanı, Winslet'in sevgilisine gemi ertesi sabah New York'a vardığında onunla kaçacağını, yani gerçek aşkıyla yoksul bir hayatı zenginler arasında yanlış, çürümüş bir hayata tercih edeceğini söylemesidir. Bu anda gemi, asıl felâket olacağı aşikâr olan şeyi, yani çiftin birlikte yaşayacağı hayatı önlemek babında buzdağına çarpar. Günlük hayatın sefaletinin, kısa süre sonra onların aşkını öldüreceği kolayca tahmin edilebilir. Dolayısıyla felâket onların aşkını kurtarmak, çiftin aslında ilelebet mutlu yaşayacağı yanılsamasını sürdürmek için vuku bulmuştur.

* Slavoj Jijek (Radikal)

Zilciyan'ın zilleri…

Resmî amacı savaş şartlarında elde edilen olağanüstü kazançları vergilendirmek olan Varlık Vergisi'nin, kısa zamanda gayrımüslim tüccarı piyasadan silmek için geliştirilmiş bir iktisadi tedbir olduğu anlaşılmıştı. Kimin ne kadar Varlık Vergisi ödeyeceği Maliye Şubeleri'nin duvarına asıldıktan sonra, özel sohbetlerde şu hikâye anlatılıyordu:

Listeler asıldıktan sonra Salomon kahveye girmiş ve oradakilere sormaya başlamış:

- Mişon, sen ne verdin?

- 10 bin 550 lira 20 kuruş!

- İyi paradır, iyi paradır.

- Kirkor, sen ne verdin?

- 20 bin 915 lira 30 kuruş!

- İyi paradır, iyi paradır.

- Yani, sen ne verdin?

- 29 bin 715 lira 40 kuruş!

- İyi paradır, iyi paradır.

- Ahmet Bey, sen ne verdin?

- 50 lira 10 kuruş!

Salomon ellerini havaya kaldırmış:

- Ey büyük Atatürk, sen ne güzel söylemişsin Ne Mutlu Türküm Diyene diye!

* Ayhan Aktar (Taraf)

Asılacak oğlunu babaya seçtirdiler

Atatürk, Nutuk'ta Cebesoy için ne diyor?

Ankara istasyonuna omzunda filintayla çeteci kılığıyla geldi. Koca cephe komutanı Çerkez Ethem'in maiyetine girmiş gibiydi diyor. Cebesoy, Atatürk'ün ölümünden sonra yayımladığı anılarında, Bu tamamen yalan. Beni Moskova'ya niye sürdüler biliyor musunuz? Kazım Karabekir Paşa'yla ben, Milli Mücadele için İstanbul'a karşı Doğu'da mücadele etme azmindeydik. M. Kemal ise İstanbul'la ilişkileri yumuşak olan İsmet Paşa'yı ve Fevzi Çakmak'ı kullanmayı tercih etti. Biz olduğumuz sürece M. Kemal İstanbul'la uzlaşamazdı diyor.

Sizce bunlar gerçek mi?

Ben bu iddiayı inanılır buldum. Kazım Karabekir kendi anılarında, Cebesoy kadar ileri gitmedi. O, Atatürk için sadece, Onu, Sakarya'da mareşal yaptılar. Aslında o, Sakarya'da çekilme emri vermişti. Fevzi Paşa, çekilmeyi erteletti ve sabaha Yunanlılar çekildi. Bizimki mareşal oldu diyor.

* Mete TunçayNeşe Düzel (Taraf)

Atatürk dönemi yargısı içler acısı

Cumhuriyet kurulduktan sonra ordu enteresan bir macera geçirdi. Atatürk, orduyu Fevzi Çakmak gibi çok dürüst ama son derece tutucu birine teslim etti. Her general, bir önceki savaşa hazırlanır diye bir lâf vardır. Fevzi Çakmak da böyle… Demiryolu olursa, İtalyanlar trenlere biner ve memleketin içine kolaylıkla gelirler. Otobüsle zor gelsinler! diye Antalya'ya demiryolu yaptırmıyor. Uzun menzilli donanma topları Karadeniz'den Gölcük'ü dövebilecek teknolojiye ulaşırken, Çakmak bunu düşünmüyor ve donanma için Gölcük'ü güvenli bir yer olarak seçiyor. Ayrıca, Harbiye talebesinin gazete okumasına bile izin vermiyor.

Fevzi Çakmak'ın ölünceye kadar Latin harfleriyle sadece Fevzi diye adını yazdığı rivayet edilir. Eyüp mezarlığında şeyhinin ayağının ucunda gömülü olan Çakmak, bütün yazılarını Arap harfleriyle yazmış.

* Mete TunçayNeşe Düzel (Taraf)

Yargıtay 4. Hukuk Dairesini takdimimdir

Aşağıdaki alıntılar sadece Azınlık Raporu olayındandır:

1) Bence bu adamlar dövülselerdi, milletin yüreği soğurdu. Sevr'ciler tekme tokadı hak etmişlerdir. 2) Bu Rapor parçalanmaya yönelik bir düşüncenin sonucudur. Yemin olsun; toprağın bedeli kandır, gerekirse dökülür. 3) Bunlar bir avuç zibididir. 4) Siz o uydurma azınlıklarınızı alın da gidin Avrupanıza sokun. 5) Bunlara Türkiyeli demek, Türkiyeli yılanlara, kurbağalara, çakallara haksızlık oluyor. 6) Şu toprağa küfrederek basanlar var. Hain desen, işbirlikçi desen var. Köpek gibi, bir kemikle susan var. 7) Çanağına yal konulunca ve etli kemik vaadini duyunca yaltaklanan, kuyruk sallayan kanişler, uyanık geçinen şapşallar, salak, tescilli hain, zavallılar. TC devletimize-milletimizin birliğine kalleşçe ihanet hançeri sokanlar. 8) Azınlık arayanlar, analarına babalarının kim olduğunu bir kez daha sorsunlar.

Yargıtay 4. HD'nin hakaret yoktur, ifade özgürlüğü vardır dediği sözler bunlar. Tabii, bu noktada iki soru geliyor insanın aklına. Birincisi: Bendeniz kalkıp da 4. HD sayın yargıçları, babalarınızın kim olduğunu analarınıza sorun! desem acaba ne olurdu, çok merak ediyorum. İkinci soru: Acaba 4. HD, yukarıdaki hakaret sahiplerinden 180 derece farklı düşünenlere karşı da böyle özgürlükçü mü? Bilgi dağarcığımdaki kararlarını takdirinize sunuyorum:

* Baskın Oran (Radikal)

O tabuttaki adam benim için iyi biridir

İktidarları altında tutmak istedikleri bizi, Bakın istediğimiz zaman bir muktedire bile nelere yapabiliyoruz, görün diye korkutmaya çalışanlar hayatımızı bir alacakaranlıkta geçirmemizi istiyorlar. Ya korkup, onların bizi alacakaranlıkta yaşatmaların izin vereceğiz ya aydınlığa varmak için aydınlığı, esenliği arayanlarla bir araya gelmenin yollarını arayacağız. Tecrübelerimiz bize işimizin zor olduğunu söylüyor ama biliyoruz ki, bütün başlangıçlar zordur. Yine biliyoruz ki, havanın ışıması için atacağımız küçük bir adım, minicik bir itiraz en elzem olandır. Aklın kötümserliği, iradenin iyimserliği… Başka şansımız var mı?

* Cem Dizdar (T24)

Neden hepsinin elleri seninkiler gibi tütün kokuyordu?

Bu yazıyı yazıyorum baba. Bana yaklaşma sakın. Tek istediğim hayatından ve bütün sana benzeyenlerin hayatlarından isktir olup gitmek.

Daha fazla ağlamak daha fazla acı çekmek istemiyorum.

Artık boşluğunu sana devrediyorum.

Bu son hayalkırıklığıyla, bu son terkedilişle beraber elveda. Senin ve O'nun içinden bütün kapılarımı söktüm. Yeni bir yıkılış buldum kendime. Bu sefer sana ait olmayan kendime has bir yıkılış…

Onunla öleceğim, seni ve onu bu yıkılışla terk edeceğim.

* Ze Z É (Çok Çalışıp Tanrı Olucam)

Türkiye'de sosyalistlerin klasik iddialarının çoğu zaten milliyetçilere özgündür

Şiddet yöntemiyle bir gecede iktidarı almak hedefi bir ütopyayı gerektirmiyor aslında, sadece acil biçimde iktidar olma arzusunu ele veriyor. Ütopya hemen varamayacağınızı bildiğiniz ama davranışlarınızı ve hedeflerinizi ona doğru yönlendirdiğiniz bir ufuk çizgisidir. Siz iktidarı aldığınızda bütün ütopyanızı gerçekleştireceğinizi sanıyorsanız zaten o ütopya değildir. Dolayısıyla büyük bir yanılsamaya son verdi 20. yüzyıl. Değişimler, Yaptım demekle olmuyor. Çok uzun zaman süreçlerinde gerçekleşiyor. Bugün küresel hegemonyasına karşı mücadele ettiğimiz ABD'nin devriminin anayasası iki yüz yıldan fazla bir zamandan beri hâlâ yürürlükte ama 1917'de yapılan Sovyet devriminden geriye neredeyse bir iz kalmadı, çünkü o kopuş tabanda kendini üretmeye yönelik bir kopuş değildi.

Ekim devrimi, Çin devrimi gibi devrimler bize bir radikal kopuş ile iktidara gelmenin, çoğunluğun rızası olmadan iktidara gelmenin, dar bir kadronun tahakküm arzusuna yol açtığını gösterdi. Sosyalizm ütopyasını insani felâketler içinde boğduğunu gösterdi. Bizim 20. yüzyıldan çıkardığımız başlıca ders devrimin bir gecede doğacak bir güneş olmadığıdır. Devrim değişimin ufuk çizgisidir ve ufuk çizgisini de biz günlük hayatımızda sürekli kılmak zorundayız. Devrim sürekli varmaya çalışacağımız ama varamayacağımız idealizdir. İnsanları o ilkeleri kabul etmeye çağıracağız. Becerirsek de toplumu bu şekilde dönüştüreceğiz.

* Ahmet İnsel (Radikal)

Başarı etiği delirtiyor!

Dikkat ediyor musunuz, eskiden, işini kaybeden birinin birincil endişesi, bu dönemin ne kadar süreceği ve bu süre boyunca nasıl geçineceği olurdu. Oysa şu son 15-20 yılda işin kaybedilmesi, insanlara bir tür aşağılanma, varoluşuna bir saldırı gibi görünmeye başladı… Bu yeni ruh hali, hiç kuşkusuz hep kazanmayı va'zeden başarı etiğinin bir türevi…

Bu etiğin sonuçları, yönetici konumundakiler ya da toplumda daha yüksek mertebede görülen pozisyon sahiplerinde daha berrak görülebilir. Eskiden bu kategoriden kişiler işlerini kaybettiklerinde çoğunlukla insanlıklarını kazanırlardı (tabii geçici bir süre için); iş hayatındaki canavarlıklarının çok da anlamlı olmadığına dair belli belirsiz bir hissiyat geliştirirler, sakinleşirlerdi (tabii yeni bir yönetici konum elde edene kadar).

Artık öyle olmuyor. İnsanlar iş kaybını ya da iş hayatında mağlubiyet sayılan her şeyi varoluşunun inkârı gibi, adeta bir yokoluş gibi algılıyor.

* Alper Görmüş (Taraf)

Dipçikten bıçağa: Türkiye'de çocukluk halleri

ÇOCUKLARI acaip seviyoruz ama sevgimiz bir acaip. Sanki kucağa oturtulup mıncıklanmak ve sayılarıyla övünülmek için varlar. Bollukları, hem hane reisinin erkekliğindeki hareketliliğe delil teşkil ediyor, hem de erkeğe kendi tebaasını oluşturma imkânı veriyor; kendi milletini oluşturuyor erkek, sonra dönüp devlet gibi, seviyor çocuğunu.

Devletin makbul vatandaş tanımı var, babanın da iyi evlât… Bu iki rütbeyi alabilmen bir dizi yeterlilik sınavını başarıyla geçmene bağlı. Sınıfta kalırsan hane reisinin gözüne giremiyorsun; istenen saatte evde olmazsan, koşulsuz itaat etmezsen, devletin de baban da pekalâ, seni artık sevmediklerini açıktan belli edebiliyorlar. Anlıyorsun ki, sen bahanesin. Devletin/babanın gücünü, mantığını, amaçlarını ifade ve temsil ettiği sürece kabul gören bir enstrümandır varlığın. Onun gücünü ululamaya dönmüş bir işaret parmağısındır.

İşler yolunda iken, devlet de, baba da kendisini kendi gücünün getirdiği tehlikelere karşı sigortalayabilecek muhakemeye sahip iken, hadi neyse. Neyse. Ama kontrolü yitiren bir devlet/baba sözkonusu olduğunda, zayıflığı şeddeleniyor çocuğun. O, artık, sadece bir rehine.

* Nihal Bengisu Karaca (Habertürk)

Sperm bankacılığı

Yok, sanmayın ki okul taksitlerinden servis ücretlerinden filân bahsediyorum. Bu annelerin, ayna karşısında durup, burnunun neden böyle kemerli olduğunu, gözlerinin rengini nereden aldığını bir türlü anlayamayan çocuğun yaşayacağı boşluğa hiç bir cevap vermeyecek olmalarından bahsediyorum. Ben kimim? Gözlerimi aldığım kişi kim? sorusunun giderek bir kimlik sorununa, bir aidiyet sorununa dönüşmesi ihtimalinden ve bu ihtimal karşısında yaşanacak çaresizlikten bahsediyorum.

Kadınlara anne olma imkânı veren sözkonusu bankacılık faaliyeti, çocukları en temel haklarından mahrum bırakıyor. Kim olduğunu bilme hakkı temel bir haktır, çocuğa Senin baban bir köpüktü yavrum demek büyük haksızlıktır. Velev ki Şam babası olsun, velev ki yalı kazığı; her çocuğun bir babaya ihtiyacı vardır.

* Nihal Bengisu Karaca (Habertürk)

 

346
Derkenar'da     Google'da   ARA