Eğer gerçekten özgürlük ve demokrasi diye bir sorununuz varsa, bunlara sahibolmanın mücadele etmekten başka yolu yoktur. Bu durum, bizzat özgürlük ve demokrasi etiğinin de bir gereğidir. Bu güne kadar emperyalistlerin bir ülkeye özgürlük götürüp onu demokratikleştirdiği görülmemiştir. Zaten böyle bir şey, eşyanın tabiatine de aykırıdır. Özgürlük ve demokrasi verilen değil, kazanılan şeylerdir. Bu vesileyle Batı demokrasisi
denilenle ilgili de bir hatırlatma yapmakta fayda var. Aslında Batı'da geçerli olan temsilî demokrasidir ve varlık nedeni de gerçek demokrasinin
önünü kesmektir.
Son tahlilde orada bir demokrasi oyunu oynanıyor. Güya insanlar dört-beş yılda bir temsilcilerini seçiyorlar ve böylece bir temsil
yutturmacası sürüp gidiyor. İnsanlar seçiyor ama seçilenler asla seçenleri temsil etmiyor. İnsanların kaderi parlamentolarda değil, büyük şirketlerin yönetim bürolarında, uluslararası
denilen emperyalist örgütlerin yönetim merkezlerinde belirleniyor ve uluslararası
denilen kurumlar balkondaki seyirciyi oyalamaya yarıyor.
Ülke nüfusunun %1'inin ülke zenginliğinin %50'sine el koyduğu bir rejimin demokrasiyle bir ilgisi olabilir mi? 1998 de Meksika'da becerikli',
iş bitirici
bir iş adamının serveti 6, 6 milyar dolardı ve bu en yoksul 17 milyon Meksikalının bir yıllık gelirinden fazlaydı. Böylesi bir rejim söz konusuyken insanlar oy atarak neyi seçiyorlar sanıyorsunuz? Meksika bir istisna değil. Yüzlerce ülkeden sadece biri. Türkiye'de zenginlik dağılımı Meksika'dan daha iyi değil.
Özellikle son yıllarda yargının siyasallaştığı yönünde yaygın bir kanaat bulunduğunu, hakimlerin yaptığı son icraatların da bu görüşü desteklediğini savunan Kutlu, bazı olumsuz örnekleri şu şekilde sıraladı:
Tayyip Erdoğan davası Türk yargısı için çok kötü bir örnek oldu. En son başörtülü sanığın mahkeme salonundan çıkarılması yargıç bağımsızlığına gölge düşürdü. Bundan daha da kötüsü, Yargıtay Başkanlar Kurulu, o hakimin yaptığının doğru olduğunu savundu. Eğer bu doğru ise demek ki 80 yıldır tüm hakimler yanlış yapıyor. Başörtülü olduğu gerekçesiyle bir sanığı mahkeme salonundan çıkaran hakimin o sanık hakkında tarafsız karar verebileceğine inanmıyorum.
Milletvekillerinin güvenlik güçlerinden de çekindiğini ifade eden Hüsrev Kutlu, özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu kökenli milletvekillerinin yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına karşı çıktıklarını anlattı. Batılı milletvekillerinin bu korkuyu anlamasının zor olduğunu dile getiren Kutlu, sözlerini şöyle tamamladı:
Doğu kökenli CHP ve AK Partili milletvekillerinin tamamı aynı görüşte. Yani askerin üzerine silâh doğrultarak (in arabadan aşağı) dediğinde inmek zorunda olduğunu, milletvekili olduğu halde üzerinin aranmasına engel olamamanın ne demek olduğunu; ancak Doğulu milletvekilleri bilir.
* (Zaman)
Siyasi ağırlığı dışında, Türk ordusu daha başka beş özellik daha göstermektedir: siyaseten sorumsuzdur (savunma bakanı başbakanın değil genelkurmayın emirlerine tâbidir); sivil adliyeler askerler tarafından işlenen suçlara bakmaya yetkili değildirler (bu askerler dokunulmazlık
la donatılmıştır ve yalnızca askerî mahkemelerce yargılanabilirler); Sayıştay'ın denetimine tâbi olmayan tek kurumdur; yıllık bütçesi hükümet tarafından denetlenemez; Oyak adını taşıyan holdingi aracılığıyla Türk ekonomisinin önemli bir kısmını denetlemektedir.
Askerler aylık ücretlerini kendileri belirlemekte, hükümetin ulusal bütçe üzerinden gerçekleştirilen paylaşım konusunda en ufak bir fikri bile bulunmamaktadır, çünkü rakamlar Resmi Gazete'de yayımlanmamaktadır. Yakın tarihli bir ankete göre, Türkiyelilerin %32'si ordunun kamusal bir denetime tâbi tutulmasından yanadırlar. Avrupa Birliği'nin eğilmek zorunda kalacağı problemler arasında bu da vardır. Ordu bütçesi, resmî olarak devlet bütçesinin %11'ine tekabül etmektedir. Ama SIPRI ve Londra'daki IISS verilerine göre, bu pay aslında %30'a daha yakındır. Ordu, harcamaların devasalığını gizlemek için, doğrudan doğruya kendi bütçesi içinde yer almayan kamusal fonlara, örneğin Savunma Sanayi Fonu'na yönelmektedir. Ulaştırma bakanlığı ile İmar İskan Bakanlığı kaynaklarını kullandığı da görülmektedir.
Türk devleti totaliterdir. Ama bu klâsik totalitarizmden daha değişiktir. Klasik totaliter sistemde şef partiyle özdeşleşir, parti de devletle. En önemli özelliği yasama, yürütme, yargı ve basının kontrol altında olmasıdır. Özgürlükler yoktur, fikir suçu vardır ve özgür düşünce yokedilmiştir. Türk usulü totaliter sistemde MGK ve 1982 anayasası ile siyasî yapı cendereye alınır. Yasama, yürütme ve yargı bağımsız değil, kontrol altındadır. Basında Batı'da eşi benzeri görülmemiş bir tekel yaratılarak (Türkiye'de
bir tek kişi ulusal tirajın %60'ını kontrol etmektedir; örneğin Fransa'daki basında anti-tekel kanununa göre bu oran bir basın gurubu için toplam ulusal tirajın %15'ini aşamaz) sistemin totaliter yapısındaki tek açık da giderilmiştir. Böylelikle toplum istendiği gibi yönlendirilmekte, dezenformasyona uğratılmakta ve belli bir merkezden şekillendirilmektedir. Bu devlet yapısını Türk usulü totalitarizm
diye adlandırıyoruz ve yine olağan dışı bir yönetim biçimi olduğunun altını çiziyoruz.
Bende bir paranoya başlayacak. filmden, klipten, afişten, fotograftan, resimden ve derken, derken karşıma çıkan insanlardan bile huylanmaya başlayacağım. İçimden yükselen, o ısrarcı ses şöyle diyecek bana: çözümle onu!
meslekî açıdan durum pek parlak gözükmüyor. Bildiklerimi ve bileceklerimi uygulayarak insanları etkileyebilirim. Onları akıllarının ucundan bile geçmeyen şeylere yönlendirebilirim; istediğimi yedirip, istediğimi giydirebilirim, onlara seyrederek mutlu olacakları filmler çekebilirim, şarkılar söyleyebilirim. Ben var ya ben, onları ertesi güne hazırlayanların arasına katılabilirim. İşin acı tarafı bunu yaptığımı bile bile yine de bunu yapabilirim. kötü bir düş gibi.
Biz aileler olarak dünya kadar emek verip çocuklarımızı okutuyoruz. Sonra ne oluyorlar?
Ne oluyorlar?
Bir büyük holdingde abuk sabuk bir işte oturuyorlar. 20 sene sonra da onlara, Senin artık bilgilerin out of date oldu. Öyle geçici bir master programıyla da bu bilgilerini geliştiremezsin. Onun için seni artık Filipinler'e sürelim. Üçüncü, beşinci derecede yerlere gönderelim
diyorlar. Siz artık, dünyada bugünkü sistemde 45 yaşında bir süprüntüsünüz.
İnsanın adına hayat diyeceği şey bu mudur?
Bunun entellektüellikle bağlantısı nedir?
Entellektüel olmak bu sorunu fark etmek demektir. Bu sorunu fark etmeyen de entellektüel değildir. O, olsa olsa literati
olur. Okuryazarlığı olanlara literati
denir. Literatiden noter olur. Sütun yazarı olur. Formatı 36 ülkede geçerli olan bir televizyon programını buraya getiren organizatör olur. Literati dil bilir, iyi giyinmesini bilir, şakalaşmasını bilir. Ama ben neyim
gibi düşünceleri aptallara mahsus şeyler zanneder. (…)
Toplumun işleyişi, herkesi tek başına bırakma, önemsiz kılma, aynı sorunları paylaşsa bile o sorunları çözmek için bir araya gelmeyi düşünmeme mantığına dayanıyor. Bu yüzden de böyle bir toplumda herkes bilinmek, fark edilmek, görünmek için çırpınıyor. Giyim, kuşam merakımız da buradan geliyor. Farklı olalım, birey olalım, birileri bizi görsün… Günümüzde bütün dünya bir yabancılaşma içinde. Akıllısı da yabancılaşma içinde, akılsızı da. En çok yabancılaşan da literati dediğimiz meslek edinmek için okumuş yazmış olanlar.
Bu tür yarışmalarda seyirciler yarışmacılarla özdeşlik kurar mı?
Kurar. Buradaki özdeşleşme aynı kültürü ve geleneği paylaşan halkın kendi içindeki hatırlatmalardır. Bu kültürün içinde kalırsanız günün birinde albay ya da general olursunuz. Bu kültürün dışına çıkarsanız uzatmalı çavuş olursunuz. (…)
Deniz Seki, benim hayatımda medya aracılığıyla yer alan biri. Deniz Seki hayatımda çok yer aldığı zaman ne oluyor biliyor musunuz?
Ne oluyor?
Kızımın hayatta olmak istediği şeyde, belirleyici faktörlerden biri olmaya başlıyor. Oğlumu da ne olacağı konusunda bir başka medyatik tip etkiliyor. Bütün ömrünü yazmaya okumaya harcayan benim, bir baba olarak çocuklarıma katkım artık eskisi gibi olmuyor.
Adına ne denirse densin, milletten demokratik yolla geçici olarak alınan egemenlik kullanım hakkına dayanarak milletin iradesi ile bu değişiklikler yapılıyor, çoğunluğun isteği bu yönde gibi gösterilse dahi, dokunulamaz kırmızı çizgiler, yani Atatürk ilke ve inkılapları her zaman korunmalıdır. Her sistem kendini gerektiğinde iç ve dış düşmanlara karşı korumak zorundadır. Türkiye'de de bu savunma mekanizması öyle ya da böyle mevcuttur.
Görüyorsunuz, ünlü dağcımızın tırmanışı
tanıdık diğer tırmanışları
çok hatırlatıyor… Şaşırtıcı bir biçimde Mahruki'nin bireycilik
ten yakındığını da gözlemliyoruz. Şaşırtıcı, çünkü bizim bildiğimiz kadarıyla bu dünyadaki en bireysel
sporun dağcılık olması gerekiyor.
Mahruki, aynı zamanda alt kimlikler
den de hoşlanmayan bir dağcı. Birinci ve ön önemli sorunumuz olarak
sıraladıklarına bakın:
…ulus-devlet anlayışından uzaklaşarak alt kimliklerin ve bireyciliğin ön plana çıkartılması, yolsuzluk ve ahlâkî bozulmadır. Her ortamda ve fırsatta Atatürk'e ve onun ilke ve inkılaplarına bağlılık sözü veren bizler de bu güven eksikliğinin giderilmesi konusunda mücadelede üzerimize düşeni yapmadıkça sonuçlarından hepimiz sorumlu olacağız.
yurtseverkişiler?
Türkiye'de inanıyorum ki araştırmacı gazeteciler vardır. Ben Adalet Komisyonu'nda üyeyken, bu dosyalardan bir, ikisini okudum. Korkunç şeyler gördüm. İsim vermek istemiyorum. Meselâ devletin üst kademesindeki bir şahsın, suikast silâhlarının alımıyla ilgili ifadeleri var orada. Bu ifadeler birbiriyle çelişiyor. Bu silâhların bir kısmı Susurluk olayında bir sivil arabada bulundu.
Sizi ben tamamlayayım. Susurluk kazasındaki Mercedes'in bagajında Uzi silâhları bulundu.
İşte o Uzilerin Türkiye'ye nasıl ithal edildiği, getirildiği konusu bir roman. Çünkü bu silâhı almanız için para gerekiyor. Devlet, bu silâhları getiren üst kademedeki o insana silâhlara ödenen paranın kaynağını soruyor. O kişi, Biz bu silâhlara hiç para vermedik. İsrailli firmanın temsilcisi bunları bize hediye etti
diyor ve ifadenin altını imzalıyor.
Ama devlet araştırıyor, silâhlar için 50 milyon dolarlık bir para transferi buluyor. O kişiye, Bu 50 milyon dolar ne o zaman?
diye tekrar soruyor. Ha unuttum. Bu parayı şu kurumdan aldım
diyor. Başka bir para vermediniz mi?
diye ısrar ediliyor. Hayır, bu kadar
diyor. Bu ifadeye de imza atıyor.
Devlet bir daha araştırıyor. Bir 50 milyon dolar daha bulunuyor. O kişiye, Peki bu 50 milyon dolar nereden
diye soruluyor. Onu bir yurtsever verdi
diyor. Devlet, Bu yurtsever kim? Bu yurtseveri biz de bilelim
deyince, Hayır bu devlet sırrıdır
diyor ve konu kapatılıyor.
İşte Susurluk o 50 milyon dolarda başlıyor. Hangi yurtseverden alındığı ifade edilmeyen o 50 milyon doların kaynağı çok önemli. O yurtseverleri tanımak lâzım. Böyle yurtseverleri herkes tanımak ister. Bu sadece bir dosyadaki olay.
Aile AKP Ali Türkan Amerika Araba Aydın Beslenme Bilim Cem Karaca Cehalet CHP Cinsellik Çevre Çizgi Roman Çocuk Demokrasi Deprem Derkenar Devlet Dil Distopya Edebiyat Eğitim Ekonomi Erkek Fanatizm Felsefe Feminizm Gençlik Hayat Hayvanlar Hoyratlık Hukuk İnternet İslâm Kadın Kapitalizm Kedi Kemalizm Kent Kitap Kişilik Komplo Konut Kültür Kürtler Mavra Medya Mektup Meslek Militarizm Milliyetçilik Mizah Modernite Müzik Necdet Şen Nefret Nostalji Pazarlama Polemik Portreler Psikoloji Reklam Safsata Sağlık Sanat Savaş Sevgi Seyahat Sinema Siyaset Spor Şiir Tarih Teknoloji Telefon Televizyon Terör Toplum Tutunamayanlar Vicdan Yazmak Yalnızlık Yaşlılık Yergi Yoksulluk
Sitedeki içerik 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası ile korunmaktadır. Yazılı izin olmadan kopyalanamaz, çoğaltılamaz, değiştirilemez, başka mecralarda kullanılamaz. Ancak, uzunluğu 200 kelimeyi geçmemek, yazar adı ve kaynak belirtmek ve bu sayfaya link vermek kaydıyla yazılardan alıntı yapılabilir.