Patronsuz Medya

Tabanvay Güncesi

Muammer Özdayıoğlu - 19 Eylül 2001  


26 Mayıs 1999 sabahı. Erken kalkıp kahvaltımı ederek dışarı çıkıyor ve yolda gerekli yiyecek maddelerini alarak dönüp sırt çantama yerleştiriyorum.

Bundan sonraki yolumu, yani Antalya'ya kadar olan mesafeyi yürüyerek gitmek niyetindeyim. Bu da yaklaşık bin kilometre demek oluyor.

Şehirden çıkınca kendimi denemeye başlıyorum. Bir saatte üç km. yürüyor, onbeş dakikasını sigara molası ile geçiriyorum. Kendimi yormak, yarış yapmak niyetinde değilim. Bu hem bir spor, hem mukavemet, hem azim ve kararlılık hem de yeni yerler görüp, çeşitli insanlarla tanışarak bilgilenmek amacıyla yapmak istediğim bir uğraş.

Geyikli, Gülpınar kasabalarını ve birçok köyü geçip Bababurnu'na geliyorum. Edremit Körfezi'ne dönen burun. Burada onbeşinci yüzyılda tamir görmüş eski bir kale var. Babakale. İlk yapıldığı yıllarda korsanların sığınağı imiş. Sonra Osmanlı'nın fethi ile tadilât görmüş. Sahilde balıkçı tekneleri ve bir cafe var. Buraya inip çay içerek öğlen yemeğimi yiyorum.

Çanakkale haritasında görmüştüm, buradan Behramkale'ye patika gibi bir toprak yol vardı. Bunu çaycı çocuk da doğrulayınca, saat üçte, yanımda yarım ekmeğim ve yarım matara suyum olduğu halde, bu yoldan gitmek üzere cafeden ayrılıyorum.

İki üç kilometre sonra patika yol bitiyor. Omuzuma kadar gelen yabani ot ve dikenlerin ortasında kalıyorum. Halbuki bu yolun sahil boyunca gitmesi gerekiyordu. Tam adım atıyordum ki, önümde bir "tısss" sesi ile irkiliyorum. Otların arası yılan dolu. Geri dönüş yok. Ayaklarımı yere vurarak ve mataramı kullanıp madeni sesler ile gürültü çıkararak sözde onları kaçırıyorum. Görebildiğim yerlere yavaş yavaş basarak deniz tarafına yürüyorum. Nihayet yamacın kenarına gelip aşağı bakıyorum. 50-60 metre bir yamacın tepesindeyim ve aşağı deniz kenarına inmek de pek kolay değil. Çünkü yamaç (çarşak da denen) kırık taş ve molozla aşağı iniyor.

Ayakta inemeyeceğime kara verip, oturuyor ve yavaş yavaş aşağıya kayıyorum. Kazasız belâ sız deniz kenarına varıyorum. Aman Allahım! Yürümek zorunda olduğum sahil, irili ufaklı yığılmış kayalardan uzayıp gidiyor ve bu yaklaşık 25 km'lik bir yol. Belki daha ileride düzgünleşir diyerek, kendimi kandırıyor ve yürümeye çalışıyorum. Fakat bu kesinlikle yürümek değil. Kayaların üzerinden kuş gibi sekerek, atlayarak ilerleyebiliyorum.

Müthiş bir sıcak var ve pür dikkat zıplamak beni fazlasıyla yoruyor. Bakıyorum, cep telefonum çalışmıyor. Karşıda Midilli adası. Balıkçı tekneleri çok uzaktan geçiyor. Kendi kendime "oğlum, macera arıyordun. Al sana macera! Güçlü olursan, bu yolu kazasız belâ sız geçersin" diyorum.

Aklıma gelen şarkıları bağıra bağıra söyleyerek ve başka şeyler düşünerek yolu aşmaya çalışıyorum. Bunu yaparken de ayağımı bastığım yerlere çok dikkat ediyorum. Yanlış bir kayaya basar da, ayağıma bir şey olursa, eminim ki çok yıllar sonra kemiklerimi bulurlar. Sıcaktan bir an kurtulup serinlemenin yolu, tabii ki deniz. Soyunup, anadan üryan atıyorum kendimi suya yarım saatte bir. Böylesi de çok zevkli oluyor hani.

Hava kararırken yatmak için bir düzlük bulunca buraya yerleşiyorum. Bir bardak çay yaparak akşam yemeğimi yiyorum. Geceyi rahat geçiriyorum. Çünkü etrafta kimse olmadığı için çok emniyette olduğumun bilincindeyim.

Sabah uyanınca yine bir bardak suyla çayımı hazırlayıp son ekmeğimi de yiyerek kahvaltı yapıyorum. Mataramda ancak bir bardak suyum kaldı. Hazırlanıp, çantamı yükleniyor ve kayalarda zıplaya zıplaya yoluma devam ediyorum.

Sol tarafım yüksek bir yamaç, sağımda deniz ve en kötüsü su bulamayacağım kesin. Güneş yükseldikçe sıcak basıyor ve korunacak gölge gibi bir yer yok tabii. Suyumu olabildiğince idare etmeye çalışıyor, ancak kuruyan dudaklarımı ıslatmak için kullanıyorum.

Sanki Kalahari çölündeyim. Suyum bitti.

* * *

Nihayet akşama doğru yürüdüğüm kayalıklar bitiyor ve sol yamaçta bir yol, site inşaatı görüyorum. O tarafa gidip inşaatta çalışan ustaya selâm verip su istiyorum. Bir matara su içiyor ve tekrar dolduruyorum.

10 km doğuya gidince bir köy olduğunu öğreniyorum. O yola çıkıp yürümeye başlıyorum. Fakat saat 21:00 oluyor ve hava da kararıyor. Bir tarlaya kampetimi serip uyumaya çalışıyorum. Toprak zemin düzgün olmadığından rahat edemiyor, bir saat uyuyup kalkıyorum. Ay tostoparlak ve ortalık aydınlık. Yolun iki yanı orman. Yani yürümek için ideal bir ortam. Gecenin o harika sessizliğini, ormandan gelen tanıyamadığım hayvan sesleri süslüyor.

diYorum

 

67
Derkenar'da     Google'da   ARA