Patronsuz Medya

Semboller ve Dil

Vahap Demir - 30 Ocak 2009  


Herkesin bir zaafı var hayatta: Misal, kimi kelimelere vurgundur, kimi antikaya, kimi de sembollere. Ben kendini sembolik anlatımın büyüsüne kaptıranlardanım.

Malûm, "ilgi algıyı belirler" diye çok bilindik bir psikoloji kuralı var. Elimde değil, ortamda başkaları için en kolay dikkatten kaçan ayrıntılar bile benim için hemen fark edilen unsurlar oluyor. Acaba bunlar o anda ortamda tesadüfen mi bulunuyorlar, yoksa her biri bir mesaj vermek üzere mi orda konumlanmış şeklinde bir sorgulama kendiliğinden ortaya çıkıyor.

Sembolik anlatımı insanlığın kullanım alanına sokan kişi Hermes. Gerek semavi dinlerde, gerek beşeri dinlerde, gerek de kadim Yunan felsefesinde hep üstün ve bilge bir kişi olarak anılan Hermes'in İdris peygamber olduğuna dair rivayetler de bulunmakta.

Hermes'in öğretisi üç temel üzerine inşa edilmiş: Kavramsal, sembolik ve mistik. Kavramsal yönü akla ve deneyime dayalı, sembolik yönü sezgiye dayalı ve mistik yönü kişinin iç deneyimleriyle ilgili. İnsanın aklın ve beş duyunun cenderesinden kurtulup asıl varlık olan "nur" a ulaşması asıl hedef.

Hem doğuda hem de batıda neredeyse her öğretinin bir şekilde Hermetizmin izlerini barındırdığını biliyoruz. Pozitivizme kadar bu böyle. Pozitivizmin insan kavrayışını sadece deneyime indirgeyen paradigmasının tartışılacak pek çok yönü var mutlaka. Benim bu yeni insan tipinde en yadırgadığım yön, her şeyi düz ve basit olarak algılayan, hiç bir şeyde hiç bir derunî boyut göremeyen yön. Bu kendini ifade etmeye de yansıyor. Pornografik bir anlatım tarzı hayatın her alanına hâkim oluyor. Dolaysız. Düz.

Batının pornografik anlatım tarzına karşılık doğunun binlerce yıllık mistisizminin belirlediği sembolik anlatım tarzına hayranım ben. Misal, çırılçıplak bir kadın resmîne bakmaktansa Osmanlı kadınını tasvir eden tamamen giyinik ama giysinin içindekilere ilişkin az bir miktar ipucu taşıyan resimlere bakmak çok daha keyif verici. Birinciye sadece çok kısa bir an bakarsın, hatta hiç bakma gereği bile duymayabilirsin ama ikinciye uzun uzadıya bakabilirsin eğer sığır değilsen.

Çok ince, çok rafine bir zevkten bahsediyorum. Her şeyin apaçık, bariz ortada olduğu "koduğumun kaltağını çok seviyorum be abi" ye karşılık, meselâ "o gül endam bir al şâle bürünsün de yürüsün, gönlüm peşi sıra sürünsün de yürüsün" deki incelikten bahsediyorum.

Her derdini pattadanak, çoğu zaman patavatsızca ifade edebilen batılı beyaz adama karşın, mahçup, çoğu zaman en basit derdini bile anlatmaktan imtina eden doğulu kara adamın kendini ifade edebilmek için sembolleri tercih etmesindeki cebrî unsurlara tepki duymayı öğrendik önce. Sonra da sembolleri hayatımızdan çıkarmamız gerektiğine inandık; onların hayatımızda kötüye giden şeylerin müsebbibi olduğu düşüncesiyle.

Semboller ve kelimeler birlikte bu coğrafyanın dillerini oluşturdular. Biri diğerinden ayrı tutulduğunda anlatımda bir şeyler hep eksik kaldı.

Ve sembolleri kaybettiğimizden beri dilimizi kaybettik aslında. Ne yapsak kendimizi ifade edemiyoruz. Söylediklerimiz hep kastımızdan çok ya da az kalıyor. Bir türlü ayarı tutturamıyoruz. Bu yüzden "sözlerin maksadını aştığına" dair özrümüz bile var. Oysa ki söz maksadını aşabilme kabiliyetine sahip değildir; neyse odur. Problem onu doğru düzgün kullanabilemeyendedir.

diYorum

 

Vahap Demir neler yazdı?

55
Derkenar'da     Google'da   ARA