Patronsuz Medya

Kadınların tarihsel talihsizliği

Utku Ünal - 12 Ocak 2005  


Şimdi biz böyle gördük, anamızdan, babamızdan, yedi ceddimizden böyle duyduk diye sanıyoruz ki tarihin karanlık devirlerinden beri, bir ana ve bir babadan oluşmuştur evlilikler; eh, çocukların da eklenmesiyle tamamlanır aile. Külliyen yalan!

Yıllar sonra Engels'in " Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni" adlı kitabını * yeniden okudum. Tarihin garip bir cilvesiyle birlikte okumaya başladığımız kitap, eşimin toplumdaki erkek egemenliğini reddetmeye bu evden başlayacağını söylemesiyle son buldu. Bu olaydan benim çıkardığım en önemli sonuçsa şu: İsteyerek ya da bu topluma bağlı olduğun ölçüde istemeyerek de olsa, bir sömürünün kazançlı yanındaysan, bu tür nifak tohumları saçan yayınları asla eve sokmayacaksın!

Kitap, başta Morgan'ın " Eski Toplum" u (Payel Yayınları'ndan çıkmıştı) olmak üzere, 18. yüzyıl sonundaki kimi araştırmacıların çalışmalarındaki bilgileri, iktisadi anlamda yeniden yorumluyor.

Başta, dünyanın her tarafındaki farklı kültürlerde, yalnızca toplu evlilikler var. Bu toplu evliliklerin bilinen en eski biçimiyse, kardeşler arası evliliğin yasaklandığı " ortaklaşa aile": "(…) karındaş ya da daha uzak, belli bir sayıdaki kızkardeş (…) kendi öz erkek kardeşleri dışında, ortak kocalarının ortak karıları idiler… Aynı biçimde, karındaş ya da daha uzak bir dizi erkek kardeş, kendi öz kız kardeşleri olmayan belli bir sayıdakı kadına ortak evlilik biçiminde sahip oluyorlar(dı)" (a.g.e., s. 50).

Ancak Engels, kimi eski topluluklarda (erkek ya da kız) kardeşlerin bütün çocuklarının birbirlerinin (erkek ya da kız) kardeşleri sayılmasından hareketle, kardeş farkının olmadığı daha eski bir aile biçimi olması gerektiğini söylüyor ve bunu " kandaş aile" olarak adlandırıyor: "Bu aşamada, karı-koca grupları, kuşaklara göre ayrılmışlardır: Ailenin sınırları içinde, bütün büyükbabalarla büyük anneler, kendileri arasında karı-kocadırlar; onların çocukları, yani analarla babalar için de durum aynıdır (…) Demek ki, bu aile biçimi içinde, yalnızca yukarı kuşak ile aşağı kuşak arasında, ana-babalarla çocuklar arasında, evlilik hak ve ödevleri söz konusu edilemez." (a.g.e., s.47).

Kardeşler arası evliliğin olumsuz sonuçları görüldükçe toplumlarda kandaş toplu aileden ortaklaşa toplu ailelere geçiş kendiliğinden olmuş. Günümüzde sanki vazgeçilmez gibi görünen ahlâk anlayışının, zamana ve gereksinimlere göre nasıl da kolayca farklılaştığını görmek şaşırtıcı değil mi?

Toplu evliliklerdeki en önemli unsur, soyun, baba tam belli olamadığı için, kesinliği tartışılmaz olan anneden yürümesiydi. Çocuklar analarının kabilesinden sayılırlardı ve miras, yani topluluğun varlığı da, aynı şekilde anadan çocuklara geçiyordu. Kaçınılmaz olarak kabilenin liderleri kadındı.

Eşimden ilk " Nasıl yani?" nidalarının yükselmeye başladığı yer burasıydı. Zaten gerisi de çorap söküğü gibi geliverdi.

O zamanlarda geçerli olan iş bölümüne göre yiyeceğin sağlanması için gerekli araçlar erkeğindi, kadının payına da ev eşyaları düşüyordu. Ancak hayvanların evcilleştirilmesi, madenlerin işlenmesi, dokumacılık ve sonunda da tarım, o zamana kadar görülmemiş bir varsıllık yarattı. Başta avcılık için kullanılan basit araçların sahibi olan erkek artık, sürüler, üretim araçları ve kölelerden oluşan mutlak bir gücün sahibiydi.

Köleliğin tam da bu zamanda ortaya çıkmış olması bir rastlantı değil elbette. Gittikçe büyüyen sürüler ve tarlalar için daha fazla işgücü gerekiyordu. Bu nedenle savaşlarda alınan esirler eskiden olduğu gibi öldürülmek ya da kabileye eşit olarak katılmak yerine köleleştirilmeye başlanıyordu.

"Servetlerin artışı, bir yandan aile içinde erkeğe kadından daha önemli bir yer kazandırıyor, bir yandan da, bu durumu, geleneksel miras düzenini çocuklar yararına değiştirmek için kullanma eğilimini ortaya çıkarıyordu" (a.g.e., s. 69).

Bunun sonucunun nereye gittiğini kestirmek zor değil: Soyun erkekten sürmesi için babanın kesinleşmesi zorunluydu. Bu da önce "iki-başlı aile" ye devamında da "tek eşli aile" ye geçişle sağlandı. Kadının bütün cinsel özgürlüğü elinden alındı ve sadece tek bir erkeğe bağlı olması istendi. Erkeklerin kaçamakları ise olağan görüldü. Kadınlar yüz binlerce yıllık egemenliklerinden, işte bu kadar da kolay vazgeçiverdiler. Ya da Engels'in deyimiyle: "Analık hukukunun yıkılışı, kadın cinsinin büyük tarihsel yenilgisi oldu" (a.g.e., s. 70).

İşte tam da bu tümce, aile içindeki zaten tartışmalı olan tarihsel kazançlarımı tümüyle yitirdiğim an oldu. Eşim feminizmin marksçı yorumu üzerine araştırmalarını derinleştirirken ben de ütüleri yapmaya yollandım.

Başta çok sıkıcı olacağını düşündüğümüz bu kitabın iki günlük yüksek sesle okunması macerası, heyacanlı tartışmalarla bir çırpıda geçiverdi: İş hayatında çok sık karşılaştığım "evlilik erkeklere göre değildir" safsatasının, tarihsel olarak da safsatanın hası olduğunu görmek; kadının "namuslu" olmaya şartlanmasının ve sağcı ya da solcu her erkekteki bu ahlâkî beklentinin tarihsel nedenleri ve gereksizliği; varsıllığın kölelik, karşı cinsin sömürüsü ve fahişelikle atbaşı gitmesi aklımda kalanlardan yalnızca birkaçı.

Okunması şiddetle salık verilir.

* * *

"Kadınların tarihsel talihsizliği" sözünü ilk defa üniversite yurdundaki uzun gece sohbetlerinden birinde sevgili dostum Tarık Tayfun'dan duymuştum.

** Kaynak kitap: Friedrich Engels, " Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni", Sol Yayınları, Kasım 1987.

diYorum

 

Utku Ünal neler yazdı?

61
Derkenar'da     Google'da   ARA