Patronsuz Medya

Hayalet

Utku Ünal - 15 Temmuz 2005  


Kararmaya başlayan hava donuktu. Caddeler, caddelere açılan sokaklar, sokaklardaki evler, evlerin bacasından süzülen dumanlar, hepsi, hepsi donuktu. Yalnızca, çabuk adımlarla evlerine ulaşmaya çalışan telaşlı insanların yüzleri biraz olsun canlandırıyordu bu şehri. Bu şehir; kurumuş kalmış ağaçların benzini soldurduğu bu şehir, bozkırın ortasında tozunu atmaya yetmeyen yeşiliyle bu şehir.

Yokuş aşağı kalabalığı yara yara yürümeye başladı. Işıl ışıl virtinleri, sarmaş dolaş sevgilileri, bağırış çağırış satıcıları, lavantacı çingeneleri ve acındıran dilencileriyle her ilde görebileceğin anacaddelerden biriydi. Bir de mısırcılar yerlerini kestanecilere bırakmıştı çoktan. Yol boyunca dükkanlar anılarını tazeledi: Buram buram kahve kokan "Brezilya" kuruyemişçisi, minicik ama her zamanki gibi tıklım tıklım köşedeki birahane, rafları tıkış tıkış kitapçı: Kapıdan geçerken içeriyi görmeye çalıştı ama yetmedi zaman, yürüyüp geçti. İleride PTT'nin önünde başka bekleyenler de vardı, kendine bir yer aradı.

Güvendiklerinde karşılıksız ve sonuna kadar kendilerini teslim etmeye hazır, yalın kadınlarıyla sevebilmişti bu şehri. Öyle sonu gelmez oyunlar ve tatminsiz ruhlarla pek karşılaşamazdınız buralarda. Sevgisini böyle rahatlıkla verebilmesi için nasıl bir ruh halinde olmalı insan?

Aniden önünde duran taksiyle düşüncelerinden sıyrılıdı. Açılan kapıdan çıkanı tanımaya çalıştı: Evet o, kısa bekleyişin sonu.

"Hiç gelmeyeceksin zannettim" dedi tedirginliğini saklamaya çalışarak. "Caddeyi bir aşağı bir yukarı turluyordum." Beline sarılırken, parfümünü kokladı, anımsadı.

"Son dakikada haber verirsen böyle beklersin işte". Öpüştüler.

"Ne desen haklısın" .

Bir adım geri çekildi kadın.

"Dur bir bakayım sana". Gülüyordu ama sorgulayan gözleri delip geçiyordu insanı.

"Nereye otursak" dedi erkek. Aceleyle gözlerini işlek caddede gezindirdi. Kadın elini uzattı.

"Ben biliyorum, gel" .

Sevgililer gibi elele geçtiler caddeyi, konuşmadan yokuş aşağı bir kaç adım yürüdüler. Kadının rahatlığına şaşırmıştı. Tedirginliği azaldı. Yuvarlak pencereli ahşap bir kapının önünde durdular.

"Burası. Ne dersin? ". Kafasını salladı ve kapıyı açıp yol verdi. Yüksek tavanınından sarkan renkli avizelerin yeterince aydınlattığı, minicik masalarında şık ve bakımlı bayanların, iyi giyimli adamların oturduğu geniş salonun arkalarına doğru yürüyüp duvar kenarında boş bir masaya oturdular.

Kısa bir "nasılsın?" faslının ardından gelen ilk suskunluğun baskısına dayanamayıp, "eee" diyebildi ve anında ahmakça buldu yaptığını.

"Asıl sana eee. Yok olan sendin."

"Aniden gitmem gerekti, aramaya fırsat bulamadım."

"Bırak şimdi bunları" dedi kadın kendinden emin. "Bay gizem!"

Yüzünü buruşturdu. "Gizem filan yok ortada, sadece…" Bir an duraksadı.

- "Evet sadece?"

- "Bir açıklama borçluyum sana."

- "Kimsin sen? Neden girdin hayatıma? Neden beni seçtin? Kimdir bay gizem bilmiyorum? Ne iş yapar bilmiyorum?" Hayli zamandır birikmiş sözcükleri birbiri ardına sıralıyordu kadın, heyecanlanmıştı. "Gizli polis misin, yoksa bir kaçkın mı? Ne telefonun var ne adresin." Yanıt beklercesine durdu.

- "Ne diyorsun canım sen? Hiç ilgisi yok. Ne polisi allah aşkına."

- "Ne peki o zaman?"

Kadının gözlerindeki umutsuzluğu gördü.

- "Hiçbiri" diyebildi. "Hiçbiriyim ben."

- "Bir hiç misin sen bay gizem?" dedi kadın bunca zamanın acısını çıkartırcasına.

Gülümsemeye çalıştı. Bu alaylı konuşmasını bile ne kadar özlediğini farketti, diğer pek çok şeyi gibi. Gecenin bir yarısı telefon ettiğinde "hadi gel" diyen yumuşacık sesini, merdivenlerden bir koşu çıktığında kapının çoktan öylece açık durmasını, mutfaktaki hantal buzdolabına sövmesini, perdeleri bile kapamadan sessizce sevişmelerini.

- "Aslında ben kendime kızıyorum" dedi kadın, bir sigara yaktı hırsla. "Neden unutamıyorum seni? Neden?" Durdu. "Öylece geçip gidivermeni o kadar çok isterdim ki."

- Sana dürüst davranamadım, düzeltmek için buradayım."

- "Peki" dedi kadın renk vermeyen sesiyle, toparlamıştı. "Düzelt bakalım."

Neyi düzeltecekti ki. Zihni bomboştu ve çoktan bitmişti bugün. Başta böyle miydi ya? Saatler bitmek tükenmek bilmez, konuşulur, konuşulur, konuşulurdu. Taa ilk güne gitti aklı, o izbe sinema girişine. Bir film festivaliydi, bir Avrupa filmiydi. Bilgisayar ağlarında gezinen elektriğin taşıdığı binlerce sözcük ve saatlerce sohbetten sonra ikna edebilmişti buluşmaya. Sade sıradan kolsuz bir tişört, eskimiş bir kotla gelmişti. Kara saçları dağınıktı, kara gözleri aydınlıktı. Sinema çıkışı salaş bir kahvede birbirlerine sevdikleri filmleri anlatmışlardı saatlerce, tek düşünebildiğiyse gözleriydi.

"Bir hayaletim desem ve birazdan yok olacağım yarın güneş doğana kadar."

"Ne güzel olurdu buna inanmak."

"Sadece cesaret edemedim, korktum."

"Kimden? Karından mı? Evli misin sen?"

"Hiç kimseden korkmadım."

"Hiç kimse mi seni böyle kaçkına çeviren?" Kadının gözleri buğulandı. "Haydi söyle artık ne söyleyeceksen."

- "Sen, apansızın çıktın karşıma. Aşıktım."

Sinirli bir haraketle kafasını salladı kadın. Kendine hakim olmaya çalışarak ayağa kalktı. Ceketini giydi ve kapıya doğru yürüdü. Hiçbirşey söyleyemedi, peşi sıra koştu sadece. Karşı masadakilerin yanından geçerken gözlerini kaçırdı. Kasanın yanında garsonun eline parayı sıkıştırdı. Kapıdan çıkınca ilkin sağına baktı, yoktu. Soluna doğru hamle yapmıştı ki burun buruna geldiler.

- "Yarın beni arar mısın bay gizem?" Yüzünde hüzünlü bir gülümseme vardı.

- "Tamam" dedi aceleyle.

Kadın arkasını döndü ve uzaklaştı usulca.

"Arayacağım" diye geçirdi içinden. "Başka ne yapabilirim ki?"

diYorum

 

Utku Ünal neler yazdı?

64
Derkenar'da     Google'da   ARA