Patronsuz Medya

Çapkınlığıyla ünlü sanatçı meğerse her gece rüyasında…

Ümran Davran - 12 Mart 2002  


Uyandığında başı yastıktan düşmüştü ama sağ eli her zamanki gibi yastığın altındaydı ve sıkmaktan kolunun kasları ve hatta omuzu bile ağrıyordu.

Yine de çıkartmadı elini yastığın altından. Sol eliyle yavaşça, ürkek yastığı kaldırdı. Perdenin örtemediği yerden sızan güneş, sağ elindeki bıçaktan yansıdı.

Bıçağı inceledi uzun uzun, eli gevşedi, bıçak yatakta kaldı. Tuttuğu nefesini bıraktı adam ve hâlâ kasılı olan elini diğer eliyle ovarak gevşetmeye çalıştı. Birkaç dakika sonra, zorlayarak da olsa parmakları açılıp kapanmaya başlamıştı.

Uzaktan -muhtemelen alt kattan- Feray'ın sesi geliyordu. Günün moda şarkılarından birini söylüyordu.

Adam doğruldu yatakta ve telefona uzandı. Numaraları çevirdi. "Lânet olsun" dedi, yine ulaşılamıyordu.

"Sana milyarları ulaşamayayım diye mi ödüyorum adi herif!" diye söylenirken aradığı ikinci telefon çalmaya başlamıştı. Açılır açılmaz da;

- Arif, artık dayanamıyorum, delirmek üzereyim. Bana hemen bir psikiyatrist mi bulacaksın ne bulacaksan bul acilen! Altı haftadır görmüyordum. Artık bitti diye düşünmeye başlamıştım hatta. Ama dün gece.

- Gene mi?

- Evet gene! Bak Arif! Bu yedinci evliliğim, biliyorsun ve bunu sürdürmek istiyorum. Evde her türlü güvenlik önlemi var ve ben Feray'a, her gece yastığımın altında bir bıçakla yatmamı açıklayamıyorum. Artık yaşlanıyorum Arif, Feray son şansım belki de. Ondan önce altı resmi ve sayısız da gayrıresmi ilişkim oldu ama O başka! Onu kaybetmek istemiyorum, anlıyor musun beni?

- Anlıyorum, sakin ol şimdi. Ben araştırıp seni ararım, tamam mı? Sağlam birini bulmamız lâzım! Ağzı sıkı olmalı…

- En önemlisi bu. Medya'nın ağzına düştüğümü düşün! Televizyonlar, yayın akışını kesip verirler valla! Gazeteler sürmanşetten! Başlıkları görür gibiyim; "Çapkınlığıyla ünlü sanatçı, meğer her gece rüyasında." Lanet olsun, düşüncesi bile mahvediyor beni. Sana güveniyorum Arif.

- Tamam, seni arayacağım.

Karşıdan telefonun kapandığını ifade eden ritmik sesi dinledi bir süre, sonra telefonu kapatıp doğruldu yatakta. Feray'ın sesinin yakından geldiğini farketti. Az sonra da odadaydı sesiyle beraber. Şarkıyı keserek;

- Günaydın bi tanem, dedi. Sonra, yatağa oturup kocasının kasılmış dudaklarına bir öpücük kondurdu.

* * *

Arabanın kapılarını kilitleyip kilitlemediğini hatırlamaya çalıştı. Hatırlayamadı. Dönüp kontrol etmeyi düşündü bir an; vazgeçti. Buraya kadar tanınmadan gelebilmişti sonunda. Kuzeninin arabasını almış, güneş gözlüğü takmış ve başına da yüzünü gölgeleyen şapkalarından birini geçirmişti.

- Kime baktınız?

Olduğu yere çakıldı kaldı adam. Arkaya dönmeden;

- 7 numaraya geldim. Servet Bey'e. Arkadaşıyım da.

Kapıcının cevap vermesini beklemeden asansöre yöneldi. "Hiç bir şey gizlemeden anlat" demişti Arif, "yoksa yardımı olmaz sana". Asansör kattaydı. Bindi, dörde bastı. Çocukluğunu hatırlamaya çalıştı; unutmak istediği çocukluğunu. Pek bir şey hatırlayamadı. Acaba gerçekten unutmuş muydu? Asansör durdu.

"Anlatmaya başlayınca hatırlarım belki" diye düşündü, asansörden inerken. Zili çalmadan önce, kapıda bir süre oyalandı. Gözlerini paspasla oynayan ayaklarından kaldırıp zili çaldı.

Arif'in dediği gibi Servet Bey'den başka kimse yoktu evde!

Evde!

Kapı açılır açılmaz bir eve geldiğini hissetti. İçeri girince de yanılmadığını anladı. Servet Bey'in karşılamasından da, sanki "dost bir ev" de olduğundan kuşkusu yoktu artık. Bu duygunun verdiği rahatlıkla, oturduğu koltukta kaykıldı hatta sağ bacağını da altına aldı.

"Acaba viski istemeseydim mi?" diye geçirdi içinden. Ama Servet Bey'in sıraladığı alternatiflerin arasında vardı viski; rahatladı. Bir yudum aldı; diliyle buzları ittirerek.

- Arif benle ilgili neler anlattı size?

- Hiç bir şey!

- Hiç bir şey mi?

- Evet!

"Keşke anlatsaydı" diye geçirdi içinden. Ne anlatacaktı şimdi, nasıl anlatacaktı?

- Benim gerçekten yardıma ihtiyacım var!

- Hangimizin yok ki? Medya mı atladı yoksa ben mi? Hâlâ balayında sanıyordum sizi.

- Galiba siz atlamışsınız! Magazin programlarının hepsi verdi. Hatta bir ara gülümsemeyi unutmuşum kameralara, boşanmak üzere olduğumuzu falan söylediler.

- Ünlü olmak yorucu, değil mi?

- Evet, ama kendi seçimim değildi ki. Ünlü bir annenin çocuğu olarak dünyaya geldim, biliyorsunuzdur! Saklayacak değilim, basın didik didik etti zaten her şeyi. Annemin alkolikliği, babamın intiharı.

* * *

Anahtar deliğinden baktı çocuk! Arkası dönüktü babasının. En ufak bir hareket, ses yoktu. Ama O biliyordu babasının ağladığını. İlk kez de ağlamıyordu üstelik. Odaya girmek, yanına sokulmak, ona sarılmak geçti içinden; vazgeçti. Babasını utandırmaktan korktu altı yaş aklıyla. Yine kavga etmişlerdi. Babasının ilk defa sesini yükselttiğini duydu yan odadan. "Artık dayanamıyorum" diyordu babası. "O adamla ilişkini hemen kes, rezil olacağız herkese. Çocuk olmasa."

Gerisini getirememesinden babasının yeniden ağlamaya başladığını hissetti çocuk. Kapıların hızla çarpılmasından da annesinin yine gittiğini. Bir kez daha, silah sesini duyup duymadığını düşündü. Bir kez daha hatırlayamadı.

- Tek çocuksunuz, değil mi?

- Evet! Ayakta kalabilmek için de yaşamla dalga geçme yolunu seçtim çok erken yaşta. Sorumluluk duygumu, kasıtlı olarak geliştirmedim. Vicdan muhasebesi yapacak vaktim olmasın diye, kadınsız ve ayık girmedim hiç yatağa! Acı çekmemek için de sevmemeye çalıştım. Babam annemi çok sevmişti!

Bir dizi operasyon geçirmişti kadın olabilmek için. Aynada incelediği vücudunda tek bir kusur yoktu. Erkekken de yakışıklıydı zaten; kadınsı bir güzelliği vardı. Elindeki kocaman fırçayla yüzüne birkaç darbe daha attıktan sonra makyaj çantasını kapattı. Kapı vurulması heyecanlandırdı. Derin bir soluk aldı ve ilk müşterisine açtı kapıyı.

Kapıda kalakaldı. Kapıdaki adam kendisiydi! Yani ameliyat olmadan önceki hali!

Kadını sertçe iterek yatağa düşürdü sırtüstü.

(Gerçekte de bu hareketten çok keyif alırdı! Birlikte olduğu kadınların hemen hepsine yapmıştı bu hareketi. Feray hariç. O kristal bir gelincik gibiydi. Dalındaki tüyler bile tel tel kristalden yapılmıştı. Korkmuştu onu kırmaktan.)

Adam, yani kendisi, iğrenç bir gülümsemeyle gözlerinin içine bakarak üstündekileri çıkartmaya başladı. Kadın doğruldu yatakta ve kapıya baktı. Aynı gülümsemeyle, "sakın aklından geçirme "der gibi başını salladı adam. İterek tekrar yatağa düşürdü, üstüne abandı. O andan itibaren bir mücadele başladı "kendi" ile arasında.

"Kendi" ne vurdu, tırmaladı, ısırdı, küfürler etti, ama sonunda gücü tükendi. Külçe gibi yatağa düştü. "Kendi"nin soluğunun yüzüne milim milim yaklaştığını hissetti ve aniden yastığının altındaki bıçak aklına geldi. Elini soktu yastığın altına ve bıçağın sapını sıkıca kavradı.

Feray şarkı söylüyordu yine.

Uyandı. Eli yastığın altındaydı. Kaldırdı yastığı yavaşça. Rahatladı; kan falan yoktu bıçakta.

Telefonunu aldı eline, tuşladı. Psikiyatristin sesi duyuldu hattın diğer ucundan:

- Alo?

- Servet Bey, günaydın. Bugün randevumuz yoktu ama gelebilir miyim? Bir rüya anlatacağım size.

Yorumlar

İnsanın kendisiyle olan savaşını çok farklı bir açıdan ele almışsınız. Adamın o hale gelmesinde daha doğrusu kendini o hale getirmesinde kesinlikle bir inanç boşluğu olduğunu düşünüyorum. Çünkü boşlukta olmayan bir insanın bu tarz seçimler yapabileceğini düşünmüyorum. Onlar için de kolay olmasa gerek tabii.

Sürükleyici ve sonunu düşündüren bir yazıydı. Teşekkürler.

İdealist - 15 Mayıs 2011 (13:22)

diYorum

 

64
Derkenar'da     Google'da   ARA