Patronsuz Medya

Son kararım bu; asla değiştirmem!

Seyit Balkuv - 24 Ekim 2008  


Bir elma dalından kopar yere düşer; sapına kadar gerçek bir olay. Fizikçiler bu elmanın kaç saniyede ve ne hızla yere düştüğünü deşifre etmek, modellemek ister.

O zaman matematik devreye girer. Fakat matematik düşen elma gibi gerçek değildir. Sayılar, hesaplar, kurallardan ibaret gerçek dışı, sanal bir âlemdir.

Gerçek olmayan, sonradan icat edilen matematik, gerçek olan fizik olaylarını formüle etmeye uğraşır. İhmal edilebilecek bir hata payıyla bunu başardığında matematiğin hükmü, değeri olur.

Neticede gerçek bir vaka, gerçek olmayanla tanımlanmış, anlaşılmış, deşifre edilmiş olur.

Siyasette ise durum daha da karmaşık görünüyor. Siyasal bir vaka olur. Matematik gibi keskin kuralları olan bir boyacı küpü yok ki, sokup çıkaralım, olayları deşifre edelim, bir yargıya varalım.

Yani, yine gerçek bir olay, yine gerçek olmayanla çözümlenecek. Ama bu sefer, gerçek olmayanın hiç bir kuralı, hiç bir formülü yok. Zihninizle baş başasınız, en halisinden en sapkınına istediğiniz hükme varabilirsiniz. Hatta sapkınlığın, halisliğin ne olduğunu bile yeni baştan yazabilirsiniz. Öylesine oynak, öylesine izafi bir zemindesiniz aslında.

İşte Türkiye'deki güncel politik gelişmelere, gazetelerin, köşe yazarlarının tutumlarına bakın. "Ergenekon mu daha mühim, Deniz Feneri mi daha mühim" kavgalarına bakın. İki tarafta saf tutanların birbirlerini nasıl haysiyetsizlikle, cehaletle, körlükle, samimiyetsizlikle suçladığına bakın.

Bu yazıları yazan da okuyan da bu kutuplaşmanın bir yerinde duruyor. Sizin için büyük önem taşıyan olayların nasıl olup da ötekiler tarafından görmezden gelindiğine, yeterince önemsenmediğine bakın. Onların da sizi nasıl benzer şekilde kör, sağır, dilsiz olarak itham ettiğine bakın.

Aslında bu durum sadece Türkiye'ye özgü değil. Amerika seçimlerinde Obama için "Müslümandır, gizli gizli Kuran'a el basmaktadır" diye bir balon uçurmuşlar. Birçok Amerikalı sazan bu yalana inanmış. BBC'den bir gazeteci de, bu insanları merak etmiş, gidip onlarla röportaj yapmış.

"Bu haberlerin palavra olduğu kanıtlandı, niye ısrarla inanmaya devam ediyorsunuz?" diye sormuş. İnsanlar gazeteciyi cahillikle suçlamışlar ve Obama'nın Müslüman olduğunu gazetecinin bile duymadığı başka örneklerle ispatlamaya çalışmışlar.

Gazeteci bu insanların karar alma mekanizmasının nasıl çalıştığına kafayı takmış olacak ki, konuyla ilgili bir nörolog tarafından yazılan bir kitap bulmuş. Yazar kitapta "insanların karar almasında verilerin çok önemli bir yer işgal etmediğini, hatta insanlara veriler, kanıtlar göstererek aldıkları kararlarının yanlış olduğunu ispat ettiğinizde dahi, insanların bunlara aldırmadığını" söylüyormuş.

Ben de "madem gerçek verilerin pek etkisi yok, o halde karar almamızı yönlendiren mekanizma nedir" diye merak ettim ve Wikipedia'yı araştırdım. Karar almamızı etkileyen elementlerden bazıları şöyleymiş:

Sonuca yönelik seçicilik: Bir sonucu, kararı destekleyen kanıtlara sarılıp, diğer verilere aldırmıyoruz.

Verileri araştırmayı erken durdurmak: Bize yakın bulduğumuz ilk fikre sarılıyoruz.

Atalet: İnanmış olduğumuz düşünce kalıplarını değiştirmeye isteksiziz.

Algıda seçicilik: Çarpıcı olmayan bilgileri görmezden geliyoruz.

İyi niyet: İyi niyetli oluşumuz ve daha çok olumlu şeyleri görmemiz, algılama ve düşünce sistemimizin derinliğini bozuyor.

Alınan kararı yüceltme: Aldığımız kararı daha çarpıcı hale getirmek için aldığımız ve reddettiğimiz karara ilişkin anılarımızı tahrif ediyoruz.

Yenilik: Yeni bilgilere daha çok önem verip eskileri unutuyoruz.

Tekrarlama: Bize en fazla kanaldan, en çok söylenen şeylere inanıyoruz.

Çapa atma: Sonradan ortaya çıkan görüşümüz, aslında büyük oranda ilk edindiğimiz bilgi ile şekilleniyor.

Çevre baskısı: Ait olduğumuz grup tarafından alınan kararları sahipleniyoruz.

Bilgi kaynağının güvenirliği: Sevdiğimiz insanların fikirlerine hemen katılırken, hoşlanmadığımız kişi veya gruplardan edindiğimiz bilgileri peşinen reddediyoruz.

Nitelendirmede asimetri: Başarılarımızın sebebi yetenekli oluşumuzdur, başarısızlıklarımızın sebebi ise kötü şans ne dış faktörlerdir. Başkalarının başarılı olmasının sebebi şanslı olmalarıdır, başkalarının başarısız olmasının sebebi ise kendi hatalarıdır.

Belirsizliği görmezden gelme: Olayların tamamen kontrolümüz altında olduğunu düşünür, geleceğin belirsizliğini dikkate almayız. Problemlerimizi en aza indirmenin tamamen bizim elimizde olduğunu sanırız.

Oysa benim yapısını merak ettiğim, karar almamızı etkileyen bir element daha var: Merhamet!

Yıllar önce Samanyolu TV'de fizik uzmanı Avni Çetinkurt'un sunduğu, kuantum fiziği, izafiyet kuramı, evrenin oluşumu gibi konuları işleyen "Entropi" diye bir program vardı. Sunucu öyle bilgili ve etkileyiciydi ki, sadece bir masa, sandalye ve karatahta ile bu karmaşık konuları bizlerin anlayabileceği şekilde, eğlendirerek anlatıyordu.

Konu bir ara Dünya'da yaşamın başlayışına geldi. Sunucu, hayatın başlaması ile ilgili bazı teorilerden bahsetti. Kabaca hatırlayabildiğim kadarıyla, bu teorilere göre yaşam için gereken kimyasal elementler uygun basınç, su, ısı gibi etkenlerle ilk hücreleri oluşturmuştu.

Sunucu bu teorilerin hiçbirini inkâr etmediğini söyleyerek soruyordu: "Peki ama hiç bir yerde hayat denen şey yokken, nasıl oldu da bir hücre 'yaşamaya' başladı ve hayata tutundu? Yani 'can' dediğimiz şey nasıl, neden meydana geldi? Hiç olmayan şey, nasıl birden var oldu?"

İşte benim de merak ettiğim şey, şu "merhamet" denen mayayı insanlarda yoktan var eden şeyin ne olduğu. Neden bazı insanlarda bu mayanın bir türlü tutmadığı, "merhamet" duygusunun karar verme sistemimizde neden yok denecek kadar az yer kapladığı.

Empati ve acımadan bahsetmiyorum, onları anlamak kolay. Her ikisi de "kendimizi zor durumdaki birinin yerine koyup, onun başına gelen şeyin benzerinin, bizim başımıza da gelebileceğinden duyduğumuz korkudan, hatta belki de o felaketin bizim başımıza gelmemiş olmasından duyduğumuz hazdan" başka bir şey değil aslında.

Ben merhametten bahsediyorum. Eziyet çeken, onurlu yaşama hakkı ve özgürlüğü elinden alınan insan ve hayvanların durumunu görüp de, içi cız etmeyen insanlarda merhamet kandilinin nasıl yakılabileceğinden bahsediyorum.

* * *

Not: Avni Çetinkurt'un web sitesi: http://www.birey.com/avnia/

Yorumlar

Sanırım doğruyu aramak ve bulduğunda onunla yüzleşme cesaretini ve isteğini göstermek ayrı bir konu, insanlara bunu anlatmaya çalışmak ayrı…

Bunun üzerinde de çalışmak gerekiyor. Çünkü bu konunun her toplumda ayrı bir kabul etme mekanizması var. Saf bilgiyi sadece özgür düşünebilen insanlar olduğu gibi değerlendiriyor, özgür düşünemeyenler ise; bilgi popüler olduğunda. Duyguları zengin değil. Kalıplar arasına sıkışmışlar, yüksek bir merhamet görmedikleri gibi gösteremiyorlar da. O, sanırım çok büyük bir lüks onlardan istenebilecek.

Büyük ihtimalle hitap ederken de duygusuz ve mekanik olmak gerekiyor. Tamamen kabul kriterleri içinde son derece güvenli yöntemlerle konuşmak gerekiyor. Ama bunun için insanın kendisini bu konuya adaması gerek olmalı. Soğukkanlı mekanik bir iş olarak düşünüyorum… Ve biraz uzak durulduğunda da her şeyin anlatılabileceğine inanıyorum. Planlı ve formüllü bir şekilde. Hissetmeden. Çünkü konu dediğiniz gibi tamamen merhamet ile ilgili. Ve onu aramaktan vazgeçtiğimizde mantığın cevabı bulacağı çok açık.

Nasıl ki kötü haberleri kabul ediyoruz, merhametin olmadığını da kabul etmemiz gerekiyor olabilir. Ya da sadece bu beklentiden vazgeçmemiz.

Zamanın Ruhu - 27 Aralık 2008 (01:43)

diYorum

 

Seyit Balkuv neler yazdı?

44
Derkenar'da     Google'da   ARA