Patronsuz Medya

Mühendislik Ahlâkı

Seyit Balkuv - 24 Eylül 2009  


Bir belgeselde izlemiştim. Dünyanın süper askerî gücü Amerika, dünya denizlerinde her daim iki üç tane denizaltı bulundururmuş.

Bu denizaltılar her sefere çıkışta en az 45 gün süreyle dünya denizlerinde gezermiş. Bu denizaltıların her birinde dünyayı yok etmeye yetecek kadar nükleer bomba bulunurmuş. Nerede olduklarını ise sadece çok az sayıda üst düzey subay bilirmiş.

Belki dikkatinizi çekmiştir, Amerikan başkanı nereye gitse, kolu benim bacağım kalınlığında, Arnold kılıklı bir subay elinde sağlam görünüşlü özel bir çanta ile peşi sıra koşturur. İşte o çantanın içinde dünyanın çeşitli yerlerindeki nükleer bombaları ateşlemek için sinyal gönderen elektronik bir düzenek varmış.

Sistem şöyle çalışıyor: Diyelim Amerikan başkanı Orta Doğu ziyaretindeyken delinin biri Amerika'ya nükleer füze göndermiş olsun. Amerikan komutanları misilleme yapmaya karar veriyor. Karar hemen başkana iletiliyor. Başkan mutabıksa çanta açılıyor, düğmeye basılıyor ve karşı füze düşmanın memleketine doğru ateşleniyor.

Geç kalınıp Amerikan füzesi ateşlenemeden düşman füzesi tüm Amerika'yı yerle bir etse bile iş işten geçmiş sayılmaz. Dünyanın neresinde olduğu sır gibi saklanan denizaltılarda tüm dünyada taş üstünde taş bırakmayacak kadar füze var nasıl olsa.

Belgeselde yakışıklı denizaltı komutanına soruluyor: "Tüm dünyayı, dolayısı ile ailenizi, eşinizi çocuklarınızı bile ölüme gönderecek bir emir alsanız, füzeleri ateşler misiniz?" Komutanda en küçük bir tereddüt bile yok: "Bir saniye bile düşünmem, derhal emri uygularım" diyor. Sonra bıyık altından gülüyor: "İşte biz buna güç dengesi deriz."

Bir taraftan aldığı disiplinin gereği olarak, gelen emirleri kayıtsız şartsız yerine getirmek, bir taraftan da yaptığı şeyin milyonlarca masum insanı yok edeceğinin farkında olmak. Belgeselcilerin önünde ahkâm kesmek nispeten kolay olmalı ama insan kendi vicdanı ile nasıl hesaplaşır, o ayrı mevzu.

Albert Einstein maddenin en küçük bileşenlerinde meknuz muazzam gücü keşfederken, bir taraftan ileride atom bombası yapımında kullanılacak formülleri ortaya döküyor, bir taraftan da savaşın her türüne karşı olduğunu kesin bir dille ifade ediyordu. Ne var ki, sonraki yıllarda Almanların kontrolsüz yükselişinden hayli rahatsız olmuş ve başkan Franklin Roosevelt'e bir an önce bir atom bombası yapması için yazdığı mektuba imzasını koymuştu.

Sonraki yıllarda bu mektup zihnini hayli meşgul etmiş olacak ki, ölümüne doğru "bu mektubun büyük bir hata olduğunu fakat bir taraftan da o zamanlar atom bombasının ilk defa Almanlar tarafından yapılmasından ve kullanılmasından çok kaygılandığını" söylemiş durmuştu.

Bilim adamlarına, mühendislere verilen eğitim disiplininde iş ahlâkı, mühendislikte vicdanın yeri, yapılan buluşların veya mühendislik çalışmalarının insanlığa verdiği fayda-zarar analizi gibi konulara girilmez. Okullarda bu konularda kafa yoran kadrolu adam bulundurulmaz. Amatör olarak kafa yoranlara ise "uçmuş" veya "kafayı yemiş" gözüyle bakılır.

Okulda köprülerin nasıl yapılacağını, madenlerin nasıl saflaştırılacağını, fabrikaların nasıl daha verimli çalışacağını öğrenen mühendisler, en kısa zamanda edindikleri bilgileri gerçek hayatta uygulamak, böylece uzun mühendislik yolculuğunun maddî ve manevî meyvalarını toplamak isterler.

Yıpratıcı ve çileli bir eğitim hayatından çıkmış, edindiği teorik bilgiyi pratik hayatta uygulamaya can atan mühendisler, iş hayatına girdiğinde "hangi amaca hizmet etmekte olduklarını, icraatlarının faydaları yanında mevcut ve potansiyel zararlarını sorgulamayı" iş hayatının ilk yıllarında genellikle akıllarına bile getirmezler. Hatta çoğu, kez böyle saçma ve gereksiz şeyleri düşünmeden emekli oluverirler.

Atom bombası veya denizaltı kaptanlarından daha güncel, daha içimizden bir örnek ister misiniz?

Diyelim ki işini çok seven, insanlığa faydalı olmak adına kalbi pıt pıt atan taze mezun bir mühendis olarak iş hayatına atıldınız. İlk şaşkınlığı atlattıktan sonra çalıştığınız şirkette bazı verimsizlikler tespit ettiniz. Bu verimsizlikleri ortadan kaldıracak bir otomasyon sistemi tasarladınız. Projeniz uygulamaya kondu ve söz konusu verimsizlik gerçekten ortadan kalktı. Üstelik projeniz üç ayda kendini geri ödedi. Çalışmanız yönetim gözünde takdir gördü ve siz ilk başarılı icraatınıza imza atmış olduğunuz için sevinç içindesiniz.

Şirketin kazancı ortada: Üretim hızlandı, ürünler daha ucuza mal edilmiş oldu, ürünlerin pazardaki rekabet şansı güçlendi. Ama bir şey daha oldu: Verim artışına sebep olan projeniz 20 işçinin işten atılmasına yol açtı. Zaten projeniz bu sayede, yani işçiliğin azalmasından dolayı efektif bulunmuştu.

Genç mühendisler bu noktada itirazda bulunup, bu gibi verim arttırma çalışmaları yapılmasa tüketicilerin eline, zamanında ve hatasız ürünlerin ulaşamayacağını veya çok pahalı olduğu için büyük çoğunluk tarafından satın alınamayacağını söyleyebilir -ki, bunlara itiraz etmek tabii ki mümkün değildir.

Fakat -bana göre- diğer insanlara göre daha geniş bakış açısına sahip olması beklenen algıları açık mühendislere yakışan, icraatlarının yol açtığı faydaların yanında, sebep olduğu tahribatı da görebilmesi, o an için elinden pek bir şey gelmese bile, en azından farkında olmasıdır. Olumlu yanları hemen algılayan ve yedi düvele davul zurnayla raporlayan mekteplilere yakışan, sadece 20 kişiyi işsiz bıraktıklarının farkında olmak değil, 20 kişiyi daha şirketlerinin ürettiği malları satın alamayacak kadar yoksul insan grubuna kattıklarını da görmeleridir bana göre.

"Yav, bunun bilincinde olsam ne olacak, olmasam ne olacak? Devasa bir düzeni yerinden oynatmak bana mı kalmış" diye düşünmek ise gafletin en büyüğüdür bana göre; hele hele kafası vızır vızır çalışan ateş gibi mühendisler için.

Siz bu ülkenin en işlek zekâlı insanları olduğunuzu bitirdiğiniz okullarla zaten kanıtlamış durumdasınız. Olaylara çok boyutlu bakma kabiliyetiniz birçok insana göre daha üstün olduğu için şimdi o koltuklarda oturuyorsunuz. O halde olguları tüm boyutu ile idrak etmek, olayların bütününü görmek ve tüm bunları analiz ederek bazı tersliklerin farkına varmak ve elden geldiği kadar bu çarpıkları çözmeye, düzeltmeye çalışmak size değil de kime düşecek? Bir nesil önce babası köy ağası olan patronunuza mı?

Kaldı ki büyük kararlar alıp kitleleri arkanızdan sürüklemeniz gerekmiyor. Mühendislik ahlâkı sadece dış dünyaya adil ve duyarlı davranmanızı gerektirmiyor. Kendinize olan samimiyetsizliğiniz, bazı gerçekleri görmezden gelmeniz veya isteyerek çarpık algılama eğiliminiz, işyerinde cisimleri elektron mikroskobunda incelerken kendinize ait gerçekleri halının altına süpürmeniz, hadi boş verin mühendislik ahlâkını, mühendisliğin kendisi ile örtüşüyor mu?

Ben insanın en güçlü yanlarının aynı zamanda onlarda bazı zayıflıklara sebep olduğunu düşünürüm. Seneler boyu didinerek cilalayıp geliştirdiğiniz işlek zekânız, tecrübeniz size bir güç kazandırdı, birçok kişinin farkına bile varmadığı ayrıntıları görüyor, analiz ediyor, icraatınızla toplumda saygınlık kazanıyorsunuz. Fakat bu gücü işinize gelmeyen konularda bilerek çalıştırmıyorsanız, güç sandığınız şey sizde müthiş bir zayıflığa sebep olmuş da haberiniz yok demektir bana göre.

Hatta buna zayıflık değil, "ihanet" demek daha doğru olur belki de.

Kime karşı ihanet mi? Ne bileyim, kendinize, bu topraklara, idealist bilim adamlarına ve mühendislere ve tabii ki bu işlek zekâyı size bahşedene karşı herhalde.

Yorumlar

Hendese adamlarının farklı bir düşünce tarzı olduğuna inanıyorum. O zor dersleri geçmeye çalışırken muhtemelen zihin yapıları transformasyona uğruyor. Bu kötü bir durum değil, hatta başarı getiren bir hal…

Bu yazının bana hatırlattığı bir başka konu da mühendislerin piyasada bulunma şekilleri. Bir çok mühendis şu MBA denilen master programlarını bitirmekte, hele de yabancı dil ile eğitim görmüşler ve lisansüstü programlarını yurt dışında yapmışlarsa kıymetleri kat be kat artmakta.

Böylelikle de şirketlerde yönetici adayı olarak işe başlayıp kısa sürede idareci olan mühendisler, samimiyetle ifade edeyim ki, çok başarılı olmaktadırlar. Bu başarının temel komplikasyonu da her şeyin rakamlarla ifade edildiği dünyanın insan evlâtlarına dar gelmesidir. İşten atılma, işe alınma, mal sevki, satış, zarar vesaire, her kelime bir rakam ifade ettiğinden bu rakamları "iyi" hale getirmek için yapılan her operasyon da mübah gözükmektedir. Zurna da tam burada zırt der.

Seyit Balkuv'a "ölçme fetişizmi" yazısı ve aynı sosyal sıkıntıya farklı yönden bakan bu yazısı için gönül dolusu teşekkürler. Cümle hesap-hendese ehline de tavsiyem: Bırakın kâğıt üzerindeki rakamları iyileştirmeyi, etrafınızdaki gülümseyen adamların sayısını arttırmaya çalışın.

Ahmet Faruk Yağcı - 28 Eylül 2009 (21:48)

Verimliliği arttırmak insanları işsiz bırakmaz veya yoksul kılmaz. Aksine aynı kapital ile daha çok şey yapabilir duruma geldiğiniz için istihdamı arttırabilir. Verimliği arttırmak sadece verimliliği arttırır. Dediğiniz sonuçlara sebep olan şey, ihtiyacından fazlasını bilerek üreten sistemdir.

Ben mühendisim. Bir ara da sadece verimlilik için çalıştım. İşsiz kalan olmadı, fakirleşen de olmadı. İyi bir mühendis -siyasetçi, politikacı değilse- bu toplum için iyidir. Hatta iyi bir mühendis Atay gibi Eroğlu gibi iyi de bir edebiyatçı ise bu daha da iyidir. Çünkü bu kişiler artık inşaat, makine vb mühendisi olmaktan çıkıp toplum mühendisi olurlar.

Yazınız gücüme gitti.

Başlığının mühendislik ahlâkı olması, içeriğinde sistem kusurlarının mühendislerinkiymiş gibi anlatılıyor olması bence şık değil.

Hak verirsiniz, konu derin bir konu aslında, mühendislik ahlâkı derken bilim felsefesine uğramadan da olmaz.

Gerçek iş hayatında ölçme fetişizminin kesinlikle olmadığını da söyleyebilirim. Onca iş arasında böyle bir fetişizm emin olun çok lüks bir şey. Önemli olan mühendislik altyapısı, sistem bakışı ve de en önemlisi sezgilerle o an doğruya en yakın kararı alabilme yetisidir.

Diplomalı, diplomasız; mühendis, manav farketmez. Nice insanlar gördüm üstünde gömlek yoktu; nice gömlekler gördüm içinde insan yoktu durumu.

Son olarak da size, Rota yayınlarından çıkan "Tecrübem" kitabını okumanızı öneririm. Hepsinin tek ortak yanı end. Müh. Olmak olan insanların birbiriyle alâkasız yazıları. Saygılar.

Çağrı Coşkun - 30 Eylül 2009 (17:22)

Aslında mühendis dediğimiz kişiler karar alma süreçlerinde çok nadir yer alır. O iş genelde kapalı kapılar ardında, adına yönetici dediğimiz, hayata grafiklerle bakan ve olur olmaz her şeyin arkasına bir bütçe yapıştıran kişilerce yapılır. Daha sonra işi proje yöneticileri devralır. Bunlar bir nevi amele şefi gibidir. Kimin ne kadar, ne üzerinde çalişacağını, nereye ne kadar para harcanacağını vs planlar ve işin bu plana göre yürümesini sağlar. Mühendis ise planlanan şeyin ete kemiğe bürünmesini sağlar. Yani ortada tam anlamıyla bir askeri hiyerarşi sözkonusudur ki demokrasinin kitabini yazmış batıda da durum aynen böyledir.

Mühendisi motive eden şey her şeyden çok merak duygusudur ve arkasından gelen ltatmin duygusu. Merak deyip azımsamamak lâzım. Bir yerde, ikinci dunya savaşında atom bombasını üretenlerin aylar boyu nasıl coşkulu bir kamp hayatı yaşadığını okumuştum.

Yıllardır bu işi yapan birisi olarak, bilgimi ve zekâmı bu tür amaçlar için heba etmezdim herhalde. Ama gerçek şu ki sistem bir uçtan bir uca kesintisiz çalışıyor ve yaptığınız iş ve çalıştığınız kurum o sistemde üstlendiği görevi eksiksiz yerine getiriyor.

Yalçın Şahin - 2 Ekim 2009 (00:13)

Bir söz vardı; sadece mantığı aptallar kullanılır, akıllı insan muhakeme eder. Mühendislerin durumu bana bu sözü hatırlattı. Aynı zamanda Dostoyevski ustanın dediği gibi "başarılı olmak için biraz akılsız ve at gözlüğü takıyor olmak gerekir". İnsan dediğimiz varlık çok güçlü, çok akıllı, aynı zamanda aptal ve zayıf da olabiliyor. Bu ölçü elmizde tuttuğumuz mastarın markası ile ilgilidir.

MAZLUM DAL - 10 Ocak 2010 (20:27)

diYorum

 

Seyit Balkuv neler yazdı?

50
Derkenar'da     Google'da   ARA