Patronsuz Medya

Kimlikler lütfen!

Seyit Balkuv - 2 Şubat 2010  


Geçenlerde bir İngiliz arkadaşımla yemekte sohbet ediyorduk. Nereden aklıma geldiyse İngiltere'de kimlik belgelerine din bilgisinin yazılıp yazılmadığını sordum.

Beklediğim gibi, yazılmıyormuş. Çünkü insan hakları dernekleri bu durumu kişilik haklarının ihlâli olarak değerlendiriyor ve karşı çıkıyormuş.

Zaten insan hakları derneklerinin en iyi bildiği şey ota bota karşı çıkmakmış. Meselâ bu aralar İngiltere gündeminde nüfus cüzdanı kullanımının zorunu hâle getirilmesi konusu varmış ve insan hakları örgütleri buna da karşı çıkıyormuş. Böyle giderse kimin suçlu, kimin suçsuz olduğunu tespit etmek imkânsız hâle gelecekmiş.

Benim kafamın karıştığını görünce açıkladı: Meğer mevcut uygulamaya göre İngiltere'de nüfus cüzdanı diye bir şey yokmuş. Bir çocuk dünyaya geldiğinde nüfus müdürlüğünde doğum kaydı açılırmış ama buna istinaden herhangi bir kimlik kartı verilmezmiş. İnsanlar sürücü belgesi aldığında veya pasaport sahibi olduğunda bir kimlik kartı sahibi olurmuş. Fakat araba kullanmayanlar veya hiç yurt dışına çıkmayanlar aynı arkadaşımın annesi gibi hayatı boyunca hiç kimlik kartı taşımazmış.

Ben "vay be, ne iyi iş" diye düşünürken arkadaşım saydırmaya devam ediyordu: Oysa Hindistan'da veya Türkiye'de olduğu gibi kimlik taşımayan birinin tutuklanabiliyor olması gayet yerinde bir uygulamaymış. Gecenin üçünde sokakta sürten serserilerin kimlik gösteremediği halde tutuklanamaması hangi mantığa uyuyormuş ki?

Arkadaşımın olguları az gri tonlu, bol siyah beyazlı algıladığını bildiğimden tepkisine pek şaşırmadım. Zira onun idam cezası, hırsızlık yapan kişinin kolunun kesilmesi gibi dişe diş kanunlara sıcak baktığını, toplumsal huzur için bu gibi sert kuralların elzem olduğunu düşündüğünü biliyordum. Yani ülkemizdeki gündemi izleyip de "nedir bu Türkiye'nin hali" diye hayıflanmayın diye söylüyorum, dünyanın algısı da pek farklı değil görüldüğü kadarıyla.

Konuşmayı seven arkadaşım fikirlerini heyecanla anlatmaya devam ediyordu ama ben nüfus cüzdanı olmayan bir hayat şeklini hazmetmeye çalışıyor ve anlattıklarının devamını dinleyemiyordum.

Kimlik kartsız bir hayat olur mu yahu? Bizim cüzdanımız denize düşse önce kimlik kartına sonra kaybettiğimiz paraya yanarız. Cüzdanın peşinden denize atlarsak bunu paradan önce kimlik kartı için yaparız.

Kaybettiğimizde gazetelere ilanlar veririz, kimliğini evde unutan karımıza kızarız. Jandarma veya polis görünce "ulan bunlar şimdi kimlik sorar" diye tedirgin olur ama kıllanmasınlar diye cüzdanımızı çıkarıp kimliğimiz yerinde mi diye kontrol edemeyiz. İçine koyunca kırışmasın diye cüzdanımızı bile hafif büyük seçeriz. Eskimesin diye onu seyyar jeneratörlü PVC kaplayıcılara kaplattırırız.

Hatta bu yolla adına maniler bile yazarız. Ben küçükken Kemeraltı'nda bir işportacı küçük plastik bir poşeti, ölü bir fareyi kuyruğundan tutar gibi iki parmağı ile havaya kaldırarak, akşama kadar şöyle bağırırdı:

"Sahil muhafaza
Gümrük muhafaza
Allah muhafaza
Kimliklere plastik muhafaza"

Bütün gün arka cebimizde durduğundan popomuzun kavisini alan nüfus cüzdanımızı zarar görebilir kaygısıyla asla düzeltmeyiz, cüzdana geri koyarken kavis yönünün ters olmamasına bilhassa özen gösteririz.

Hepsi bir yana nüfus cüzdanı olmadan üstünde muhtarın mühür ve imzası olan nüfus suretini asla edinemeyiz. Hani Türk'e sormuşlar "ıssız bir adada isteyeceğin üç şey nedir" diye, "nüfus cüzdanı, ikametgâh senedi ve üç fotograf isterim, çünkü bunlar olmadan hiç bir şey yapamam" demiş.

Nüfus cüzdanı varlığımızın tescilidir yahu. O olmadan kendimizi George Orwell'in 1984 adlı romanındaki "yok kişi" gibi hissederiz. Bu yazıda bile her "nüfus" yazdığımda "acaba n'yi büyük harfle mi yazsam" diye tedirgin oluyorum. Saygıdan ötürü yani.

Ben bu düşüncelerle tefekküre dalmışken, arkadaşımın sesiyle masaya geri döndüm. Arkadaşım kimlik belgesinin zaruretini anlatmaya devam ediyor ve konuyu sıklıkla suçluların yakalanması konusuna merkezliyordu.

Ben kendisine önce nüfus cüzdanı olmayan bir hayatın, biz Türkler için ne kadar uzak bir şey olduğunu anlatmaya çalıştım. Sonra da ağzımdan şuna benzer bir şeyler döküldü:

İnsanların bir kimlik belgesinden yoksun olmasının toplumdaki suç oranını nasıl etkileyeceğini bilmiyorum. Ama örneğin karısından boşandığı için kederlenip, kör karanlıkta boş sokaklarda dolanan birinin, nüfus cüzdanını evde unuttuğu için nezarete alınması kulağıma pek hoş gelmiyor. Öte yandan bir kimlik kartına sahip olma veya olmama halini, insanların kişilik haklarının korunup korunmaması ile bire bir özdeşleştirmek de bana biraz abesle iştigal gibi görünüyor.

Bana göre kimlik kartının simgesel bir anlamı var. Bizim geleneğimizde devlet hem ana hem de babadır, devlet yoksa vatandaş da yoktur. Nüfus cüzdanı bize devlet tarafından veriliyor. Bu kartın üzerinde annemizin, babamızın kim olduğu, doğduğumuz coğrafya, hiç gereği olmadığı hâlde dinimiz ve medenî hâlimiz, hatta nüfus cüzdanının ne sebeple verildiği bilgileri ve tabii ayrıca nüfus kaydımıza kolay ulaşılmasını sağlayan bir takım numaralar var.

Yani bana göre nüfus cüzdanı simgesi ile devlet bize şöyle diyor: "Ey bu dünyaya duhul olan âdemoğlu! Sen herhangi bir şekilde herhangi yerde doğmuş bir dünya vatandaşı değilsin. Bilakis, iş bu belgeyle seni dünyanın diğer insanlarından ayırmış bulunuyoruz. Hatta bırak dünyayı, seni yaşadığın ülkenin insanlarından bile ayırıyor, seni sınıflandırıyor ve dahi bu belgedeki bilgiler dâhilinde seni şereflendiriyoruz."

Biz de bu belgeye öyle alışırız, bu belgeyi öyle severiz ki, üstünde bizimkilerle aynı desenler bulunmayan kimlik belgelerine sahip olanlardan nefret eder, onları yok etmek isteriz. Bizim belgemize sahipken diğer belgelere sahip olanlar gibi düşünenleri, onların hakkını da gözetenleri lânetleriz. Onları ölünceye kadar, hatta öldükten sonra bile asla affetmeyiz. Tabii her durumda değil, bazen saf değiştirerek mazlumun yanında yer almayı tercih edenleri göklere çıkardığımız da olur, Avatar filmindeki esas oğlan gibi meselâ.

Yani sözün özü, ben nüfus cüzdanı denen şeyi bizim diğer insanlardan farklı biri olduğumuzu tescil eden bir simge olarak görüyorum. Bu itibarla da insanları birliğe götürücü, kaynaştırıcı olmak yerine dünyada kardeşlik duygusunu bozucu, insanları ayrıştırıcı, bölücü bir simge olarak algılıyorum.

Arkadaşım demek istediğimi tam anlamamış veya anlamak istememiş olacak ki bana çıkıştı: "Ne yani, şimdi insanlara kimlik kartı vermesek herkes elele tutuşup halay çekecek, sevgiyle şarkı söyleyecek ve dünyada tüm kötülükler sona mı erecek?"

Arkadaşım böyle söyleyince "demek lâf ebeliği de evrensel bir tavırmış, bizim ülkeye has bir şey değilmiş" diye düşünerek biraz teselli buldum, ferahladım. Sonra arkadaşıma tabii ki böyle bir şey olacağını düşünmediğimi, kimlik belgesi denen şeyin dünyada kolektif olarak mevcut olan ayrımcılığın, bencilliğin, imtiyazlı olma arzusunun, başka insanların yaşama hakkına saygı duymama, onları yok sayma gibi zarar verici duyguların küçük bir işareti olarak gördüğümü anlatmaya çalıştım.

Ve dahi şöyle buyurdum: Dünyaya yeni gelen bir bebeği düşünün. Dakikalar önce daha annesinin içindeydi. Şimdi ise bambaşka bir mekânda annesinin memesini bulmaya çalışıyor. İnsan aklının tam olarak çözemediği, olağanüstü merhalelerden geçerek dünyamızda can bulan bu muhteşem varlığın mucizevî değeri yanında "nüfus cüzdanı" veya "kimlik" denen şeyin herhangi bir anlamı, önemi, kıymeti harbiyesi olabilir mi?

Ona bir kimlik veren, onu "sen şusun, sen busun, ama asla falancalardan değilsin" diyerek formatlayanlar bizleriz. O çocuklar serpilip gelişince, insanları sevgiyle birleştirmek yerine bizim şu anda yapmakta olduğumuz gibi birlik bozucu ezberi tekrarlayan canavar robotlara dönüşüyorsa, bunun müsebbibi de biziz, pek tabii ki.

Ben böyle söyleyince arkadaşım üzerine alınmış olacak ki bana içten bir gülümseme gösterdi. Tabii ben de ona gülümsedim, birbirimize kızgınlık ve alınganlık göstermeden havadan sudan, başka konulardan sohbete devam ettik.

Arkadaşım bir Türk olsa yine gülümser miydi, yoksa süresi ve şiddeti bilinmeyen bir alınganlık ve diş bileme sürecine girer miydi bilemem, kişiye göre değişir herhalde. Eh, ne de olsa Büyük Biritanya İmparatorluğu'nun İngiliz ecnebîsi; o kadar fark olacak elbette.

Yorumlar

Bu konuda yazarımızla aynı görüşte olmadığımı belirtmek isterim. Kimliklerde bulunan bazı bilgilerin gereksiz olduğu ve bunların kaldırılması gerektiği konusunda katılabilirim. Mümkün olduğunca kimlik kartlarındaki bilgilerin azaltılması taraftarıyım. Kimlik kartı taşımayanların hapse atılması gibi garip cezalara da karşıyım.

Ancak ben kimlik kartını insanları kategorilendirme ya da sınıflandırma amacıyla yapıldığını ya da artık öyle bir şeye dönüştüğüne inanmıyorum.

Günümüz dünyasında insanlara devletin daha doğru ulaşması ve daha iyi hizmet verebilmesi ve mağduriyetlerin önlenebilmesi açısından böyle bir kart ya da en azından kimlik numarasına ihtiyaç vardır. Bu sadece sana ait bir numaradır ve sen devletle hatta birçok özel kurumla bu numaran vasıtasıyla doğru iletişim kuruyorsun. Bu bir ihtiyaç üzerine doğmuştur zaten.

Bu kadar önemli bir numaranın güvenliğinin sağlanamaması ve olur olmaz her yerde ifşa edilmesi bence asıl sorun. Asıl önemli olan kişisel bilgilerin güvenliğidir ve bunlara özel hayatın gizliliği çerçevesinde ne kadar riayet edildiği önemlidir.

İngiltere zaten oldum olası kuralları ve tavırlarıyla hep kendini ayrı bir yere koymaya çalışmış ve bu çaba içinde olmuştur. Ancak anlaşılan artık onlar da doğru olana doğru yönelmişler geç de olsa.

Necmi Demir - 3 Şubat 2010 (17:40)

Paradigmanın içinden bakıldığında günümüzün kentli toplumunda kimlik ve vatandaşlık numarasının önemi inkâr edilemez tabii. Zaten yazarın bu "basit" gerçekten habersiz olduğunu sanmıyorum.

Fakat her şeyi "çünkü"lerle açıklamamıza imkân sağlayan mevcut paradigma ta en başından sorgulanamaz mı?

Gitgide karmaşıklaşan ve her bir parçası diğerinin aksamadan çalışması şartına bağlı olan sistemin, bir noktadan sonra beklenmedik bir biçimde tıkanacağı -hatta çökebileceği- ihtimali üzerine kafa yorulamaz mı?

Her birimize ait bilgilerin belirli merkezlerde kayda geçirilmesinin en çok da kapitalist sistemin "müşteri profili" ihtiyacına cevap verdiği söylenemez mi?

Orwell, Huxley, Bradbury, geçmişten günümüze karamsar politik-eleştirel bakışlar atarken, bireyleri devlet açısından adeta birer istatistiksel veriye ve sanayi girdisine indirgeyen, barkodlayan, sınıflandıran, totaliter rejimlere dikkat çekiyordu. Bu tür rejimlerin olmazsa olmazı fişlemenin ve damgalamanın ilk adımı olan vatandaşlık numarası ve kimlik kartı gibi nesneler bazı konularda "hayatı kolaylaştırıyor" diye koşulsuz baş tacı mı edilmeli?

Neden kimlik kartı da alışveriş kartı vd gibi isteğe bağlı olarak alınabilen ve daha sonra istenirse iptal edilebilen bir şey olmasın ki? Buna engel teşkil eden gündelik pratik faydaları bir yana bırakarak, felsefî bir metafor olarak tartışmaya ne dersiniz?

Selim Atak - 4 Şubat 2010 (13:36)

Günümüz bilgi toplumunda istatistikî veriler çok önemli bir yer tutuyor. Bunun üzerine dilediğiniz kadar 'komplo teorileri'inşa edebilirsiniz ama gerek politik gerek ekonomik gerek bilimsel vs bütün projeleriniz ve adımlarınız bazı istatistikî veriler üzerine inşa edilmemişse akamete uğramaları kaçınılmazdır. Kimlik numarası veya kimlik kartı, içerdiği istatistikî bilgiler üzerine çeşitli komplo teorileri türetilmesi açısından belki de en masum olanı.

Buna gerek yok kaldıralım diyorsak bunun alternatifi üzerine de biraz kafa yormak lâzım. Belki ileride teknolojik imkânlar gelişir kimlik numarası yerine kişisel DNA haritası kullanılır. Adı her ne olursa olsun ister kimlik kartı, ister kimlik numarası ister DNA haritası ya da her neyse, bireyle tüzel kurumların doğru iletişim kurabilmeleri için bir 'şey'e ihtiyaç var ve bu kaçınılmaz gibi görünüyor.

Asıl önemli olan bence, bu 'şey'lerin güvenliğidir. Bunların üzerine inşa edilen bir sistemde asıl problem o verilerin güvenliğidir. Zaten dikkat edilirse son zamanlarda askeri kurumlarda elektronik savaş daireleri kurulmaktadır. Her türlü verinin 'sayısal' ortama düştüğü bir dünyada bu verilere ulaşma adına 'siber savaş'daireleri kurulmasıda zaten kaçınılmaz.

İnternet dünyasında bile Facebook, Myspace, Twitter, bloglar, elektronik postalar vb kişisel ve sosyal içerikli alanların popülerleş(tiril)mesi de bir şekilde aynı amaca yani 'kişisel ve sosyal ağ' verilerine daha rahat ulaşım talebine bir şekilde hizmet etmesidir. Bu açıdan neden 'etiketlendiriliyoruz'dan ziyade 'nasıl koruyabiliriz' şeklinde düşünmek ve bununla ilgili çözümler üretmek daha gerçekçi.

Necmi Demir - 5 Şubat 2010 (12:04)

Amerika'da daha önce orduda çalışmış sicili tertemiz bir subay sivil hayatta iş aramaya başlıyor. Fakat tüm iş başvuruları önceleri gayet iyi giderken hepsi son aşamada reddediliyor. Kafayı yeme noktasına gelen adam nihayetinde işin aslını öğreniyor: Meğer yıllar önce bir havaalanında kaybettiği kimlik kartı bir hırsızın eline geçmiş ve bu kimlikle işlenen suçlardan dolayı adamcağızın savcılıkta dağ gibi kabarık kötü bir sicili birikmiş.

Adam kendini temize çıkarmak için mahkeme mahkeme koşturmuş ve nihayetinde savcılıktan imzalı, mühürlü bir belge çıkartmayı başarmış. Bu belgede "savcılıkta adama ait olduğu görünen suçların bu kişiye ait olmadığı, pasaportunu çalan başka bir kişi yüzünden bu duruma düştüğünü" açık açık anlatılıyormuş.

Adam, tabii çok sevinmiş ve bundan böyle iş başvurularında bu belgeyi de mutlaka göndermiş.

Sonuç?

Hüsran; yine tüm başvurular ret!

Çünkü firmalar şöyle diyormuş: "Evet savcılığın mektubunu gördük. Bu suçların size ait olmadığını görüyoruz. Fakat diğer müracaatlarda sizinki gibi şaibeli bir durum yok. Yani onlarda ortada ne suç dosyası var ne de suçu aklama mektubu."

Televizyondaki bir belgeselde ağlamaklı sesi ile adam kendi anlatıyordu bunları.

Çok istisnaî bir durum mu? Evet öyle. Peki, sizin başınıza gelse ne hissederdiniz? "Olur böyle şeyler" deyip geçebilir miydiniz?

O zaman ne yapmak lâzım? Uyanık olup kimlikleri kaybetmemek lâzım! İki adımda bir popumuzu yoklayıp cüzdan yerinde duruyor mu diye yoklamak lâzım. Şakası yok ömür boyu işsizlik var ucunda.

Korku imparatorluğuna hoş geldiniz!

Kimlik belgesi sayesinde doğru ve hızlı hizmet alıyor olmamıza kim niye karşı çıksın ki? Velâkin, karşımızdaki bir insanı tanımak için onun yüreğine dokunmak varken bilgisayarda bir numaraya ilişkilendirilmiş verilere bakıp, o kişi hakkında mutlak bir yargıya varma gibi bir kötü bir alışkanlıktan nasıl arınacağız?

Seyit Balkuv - 5 Şubat 2010 (14:34)

Seyit Balkuv'un üstteki yorumunda bahsettiği olayın benzeri yakın bir geçmişte Türkiye'de de yaşandı.

30 yaşlarında bir gencin yaşadığı kâbus gibi olaylar anlatılıyordu bir haber programında.

Gencin o güne kadar hiç görmediği bir kardeşi daha varmış. (Sanırım babasının gizli bir evliliğinden.)

O kardeş, soyad ve sima benzerliğini kullanarak ve "kimliğimi kaybettim" diyerek kardeşinin adına bir kimlik çıkarttırmış. O kimlikle yeri göğü dolandırmış. Hatta evlenmiş falan. Bir sürü haltlar yemiş.

Bir süre sonra alacaklılar ve diğer belâlar bu genci bulmaya başlamış. Üstelik başına bu işler gelen bu genç bir bankanın bu tür dolandırıcılıklara karşı strateji geliştiren bir bölümünde çalışıyormuş.

Araştır taraştır, sonunda genç o haltları yiyenin kendi (üvey) kardeşi olduğunu ortaya çıkarmış ama dinleyen kim?

Seyrettiğim programda, mağdur ve annesi ağlamaklı bir halde yaşadıkları kâbusu anlatıyorlardı.

Sanırım izleyen günlerde polis olaya daha ciddi eğildi, televizyoncuların da desteğiyle diğer (sahtekâr) kardeş yakalandı. Ama bu kimlik mağduru gencin tüm sorunları çözüldü mü bilemiyorum.

Durmuş Düşünür - 5 Şubat 2010 (15:17)

Sayın Seyit Balkuv'un diğer güzel yazılarında da gördüğümüz o güzel temel ahlâkî ilkeler ışığında bakabilsek keşke her şeye. Zaten o zaman çoğu problemi daha başlamadan halletmiş olacağız. Verdiğiniz örneğin benzerleri çoktur ve daha da çoğaltılabilir.

Bu örnekte asıl sorgulanması gereken sizin de belirttiğiniz gibi işverenin önyargılı tutumu ve peşin hükümcülüğüdür. Burada hiç işlemediği halde bir suçtan dolayı mağdur olan birinden bahsediyoruz, var sayalım ki suç işlemiş biri bile olsa o suçunun cezasını çektiği sürece o kişiye ömrü boyunca tekrar tekrar cezalandırmak insafsızca bir şey.

Bu açıdan bundan arınmak ancak yine sizin yazılarınızda sık sık vurguladığınız temel ahlâkî değerlerin yaygınlaşması ve empatiyle olabilecektir sanırım. Birbirimize daha çok hoşgörü, daha çok şans vermeli. Hayatı bir yarış sahnesi olmaktan çıkarıp bir paylaşım alanına dönüştürdüğümüz ve hırslarımızdan arındığımız sürece karşımızdakilere belki daha önyargısız, kardeşçe ve dostane bakabileceğiz.

Necmi Demir - 5 Şubat 2010 (16:24)

Gerekli bir şeydir ve her gerekli şey gibi varlığı sorgulanamaz kimliklerin. İşin ilginci, hem bir yandan daha çok bireyselleşip kendimize daha fazla özel alanlar yaratırken öbür taraftan birileri adına bu alanların etrafına dikizleme pencereleri koymak zorunda olmamız ya da birilerinin bunu bize bile sormadan yapması.

Bir de yazarın da üstünde durduğu özdeşleşme meselesi var. Sonuçta kâğıttan yahut plastikten, özenle tasarlanmış, elle tutulur gözle görülür bir nesne bu kimlikler hali hazırda. En aykırımızın bile bir şekilde ruhunu okşuyor. Peki günün birinde bir yerlerimize çip yerleştirilirse ne olacak? Görevli üzerimizden barkodu geçirince ekranda beliren "Müslüman" yazısı yine gururumuzu okşayacak mi? Muhtemelen o zamanın koşturmacasında o da bize hayli gerekli gözükecek.

Yalçın Şahin - 7 Şubat 2010 (04:51)

diYorum

 

Seyit Balkuv neler yazdı?

53
Derkenar'da     Google'da   ARA