Patronsuz Medya

Kar altında bir dünya

Osman Bolat - 3 Aralık 2003  


Güneş hafiften gösterdi kendini. Köy meydanı şen şakrak, sağa sola koşan çocukları azarlamakta yeni yetmeler. Siyaset ehlinde bir hararetli tartışma ki küfrün biri bin parça. Akça sakallı İhtiyarlar, kat kat giysilere bürünmüş, ellerinde tespihler, belki de beyhude geçen ömre tespih çekmekteler. Amcam bağırıyor salondan, sesi de bir nükteli, koskoca adamı kahvaltı sofrasında bekletmemeli.

Ayrılıyorum cam kenarından. Salonun sobası yanmış, içim ısınıyor. Kocaman bir yer sofrası, ak elleri dert görmeyesi yengem, pek de bir güzel yapar şu haşhaşlı çörekleri. Doğal çemberin misafiri ben ile tamamlanıyor sofra ahalisi, "Komşu köyden okunduk ama ben pek bi keyifsizim yeğen" diyor amcam. Saru'yla gidersiniz. Okunduk kelimesi bizim oralarda düğüne daveti işaret eder. Saru: Sarıhan'ın köylü tarafından kısaltılmış şekli, üç göbek öteden geliyor belki.

Sarıhan, altın sarısı kirpi saçları, yüzüne serpiştirilmiş çilleri ile hak etmiş bu lakabı. Yengem, "Herif, hava yağışlı, gönderme çocukları!" diyor. Amcamın sükutu tez zamanda yola çıkacağımıza işaret. Düğüne icabet eden bizlere gerekli parayı pulu veriyor. Yengem, "yolunuz açık olsun" diyor, gözleri endişeli. Hemen yapışıyorum, arabanın kapısına ama yollar üç gündür kapalı. Usulcana çekiyorum elimi kimseler görmeden.

Heyecanla ayrılıyoruz köyden. Dağa bayıra vuruyoruz kendimizi. Komşu köy, karşıki İnegöl dağının ardındaymış. Tam üç saattir yürüyoruz orman içinden. Kar kaplamış ağaç yapraklarını. Yaz gelse ne güzel kokar şu çamlar hani. Kuşlar ne güzel öter.

Sarıhan bir Knut Hamsun hayranı, anlatıyor en son okuduğu kitabı Pan'ı. Sırtında onu daha bi gösterişli kılan yeşil montu var. Ece doğum gününde hediye etmiş, ondan sonra sürekli aynı tip montlar, gocuklar giyermiş, sırf bu yüzden komünist damgası yemiş fakültede.

Botlarım su geçirmiş ayaklarım ıslandı. Kot pantolonumun paçaları buz tutmuş kabuk gibi oldu. Köye az kalmış olmalı, araba homurtuları geliyor. Artık yokuş yolumuz kalmadı, bayır aşağı ineceğiz. Dağın yamacındayız, az ileride bir sürünün çan sesleri geliyor. Vadinin diğer yüzünden tek tek havlayan av kopoy'larının sürek havlamaları işitiliyor.

Sürüye biraz daha yaklaştık. Çoban, köpeklerini kış kışlıyor üstümüze. Her taraf kar beyaz, elime sopa almaya çalışıyorum. Kulakları sağır eden üç kurşun, çoban korkudan bulmuş köyün yolunu. Havlamalar birbirine karışıyor. Sürüden çok köpek var sanki vadide.

Köyün girişinde davulla zurnayla karşılanıyoruz. İçimden kıkır kıkır gülmek geliyor ama amcamın hatırına, kasıyorum kendimi. İki davulcu çanak etmiş davulları bahşiş istiyor. Adettenmiş iki beşlik atıyor Sarıhan, sonra yolumuzu açıyorlar. Eli sopalı bir adam hoşbeş edip düşüyor önümüze. Çoban köye ulaşmış, palavraları ün katmış olmayan ünümüze. O kadar acıkmışız ki önümüze ne koydularsa yedik.

Geceyi köyde geçirdik. Öğleden sonra düğündeki takı merasimi için amcamın gönderdiği hediyeyi, erkek tarafına verdik. Hava iyice yumuşamış fakat güneş kaybolmuştu. Sarıhan, "Fırtına çıkmadan gidelim" dedi.

Kar yağıyor üstümüze kar, daha yolumuz uzun. Telefonu çalıyor, amcammış arayan, çıkmayın yola diye bağırıyormuş. Yürüyüşümüz hızlanıyor. Bir dere kenarındayız, orman uğulduyor.

Akşam oldu artık, karatavuklar görünmüyor. Kar gittikçe inceliyor, hava soğuyor. Yürümekte zorlanıyoruz, ayaklarımız kara batıyor. Çıkarıp cebinden çakıyı, kesip söğüt dalları ile sarmaşığı, kar ayaklığı yapıyor. Nefesi hızlı, sanki bir duman, kar yağıyor üstümüze hiç durmadan. Delirmek üzereyim bağırıyorum dağa taşa. Tanrım bu ne uğursuz bir gece. Tutup kolundan, "Nerdeyiz? Oturalım, yoruldum" diyorum. Çevirip başını sağa sola, "Galiba kaybolduk" diyor. Bir acayip haldeyiz.

Sen yağan kar, dizlerimin dermanı kalmadı. Umutsuzluk şarkıları geliyor içimden. Uykusuzum, göz kapaklarımda iki çocuk salınmakta. Rüzgâr bile uğuldamıyor, derin bir sessizlik. Ellerim uyuşmaya başladı. Belki de ölüm tek gerçeklik. Sevdiklerim gözlerimin önünde, uzak bize esenlik.

Sırtıma vuruyor. Dökülen, sapır sapır kar, göz gözü görmüyor inceden inceye yağıyor kar. Üşümüşüm iyice, iliklerim donacak. Öyle bir panikteyim ki, zemheride çiçeklerim solacak. Sevdiklerim peydahlandı gözlerimin önünde. Canım çıkasıya yürüyorum. Telefon çalıyor, arayan Ece. Telefondan başka aydınlık yok, bu ne namussuz gece.

Çıkarıp cebindeki parabellumu, saydı üç dört kez havaya. Az ileride bir ışık yandı. Belki de bu bir Pan. Bir bağırış çığırıştır koptu, bir grup ürkek insan. Alıp eve götürdüler bizi. Burası bir kışlaymış. Karla yıkadı adam ayaklarımı. Sonra uyumuş, uyumuşum. Genzimde bir ekşilik, kahrolası midem soğuktan kasım kasım kasılmakta.

Açtığımda gözümü, üç küçük çocuk, vermişler sırtlarını ocağa, ikincisi almış küçüğünü kucağa. Kalkıyoruz yataktan. Kömür gözlerde bir meraklı bakış. Az daha öldürecekti bizi bu karakış.

Büyükçe bir kulübe; kenarları taş, iyice sıvanmış, tavan dizeme ağaçlardan oluşmuş. Ocağın kenarında bir tutam lavaş, bir tas aş. Mahcup bir kadın, ağzı yaşmaklı. Allah'ım bu ne fukaralık gözlerim ağlamaklı. Karnımız doymuş. Çocuğun minik elleri paçamda, "işte bizim hayat" diye gösteriyor parmağı. Onun "Hayat" dediği şey, aslında bir hayvan barınağı.

Ne zaman sıkılsam hayattan, hafızamda bu anı canlanıyor.

diYorum

 

Osman Bolat neler yazdı?

66
Derkenar'da     Google'da   ARA