Patronsuz Medya

Kozmik Sukutu Hayal

Nuri Yalçın - 3 Şubat 2010  


Aslında, vatandaş olarak askerin vesayetinden pek bir şikâyetim yok.

Hatta, Lübnan, Mısır gibi memleketlere bakıp memleketin mevcut halinin büyük nimet olduğunu da düşünüyorum. Laik düzen ile de barışığım, onun doğurduğu siyasi iktidarla da. Benim derdim hürriyet; demokrasi değil.

Balyoz ile kozmik odada beni sıkan bambaşka bir şey var.

Düşünüyorum da buralardan ne çıksaydı silâhlı kuvvetlerimle iftihar ederdim?

Meselâ diyorum:

- Gizli belgelerden İran'la ilgili acaip tedbirler çıksaydı.

İran'ın nükleer programı büyük bir dert. Dostumuz falan ama adı üstünde askeri plan yapıyoruz. Ne olur olmaz diye nükleer ve agresifleşmiş bir İran'a karşı o memleketi sadece doğu sınırımızda değil dünya çapında dara düşürecek bir şebeke planı çıksaydı…

- Rusya'nın asimetrik ezici gücüne karşı süper zekâ ürünü, çalışması yüksek ihtimal bir plan bulunsaydı.

Körfez, Irak ve Afganistan savaşları askeri doktrinleri baştan ayağa değiştirdi. Yepyeni kavramler çıktı. IED denilen ev yapımı bombalar, tek personelin taşıyabildiği uçaksavar sistemleri, elektronik karıştırıcılar, vb, kaba güce göre çok daha önem kazandı. ABD'nin Afganistan ve Irak'ta karşılaştığı zorlukları benim askeriyem sıkı bir analize tabi tuttuktan sonra bunu bir de alıp muhtemel bir Rus istilâsına karşı uyarlasa, planlara da bunu yazsaydı.

Bu planlar o kadar süper olsaydı ki memleketin üzerine çullanacak en azman asimetrik devi bile paçavraya çevirip evine göndereceğimize bir bakışta emin olabilseydik…

Yukarıdakiler normal şeyler. Biraz da uçabiliriz. Büyük bir savaş durumunda memleketin en azgın terör örgütlerini, canilerini, mafyalarını jet hızlıyla örgütleyip memleketin hizmetine sokmanın çok süper gizli ve bir o kadar da pratik planları çıksaydı ortaya…

Hep Sevr deriz ya… Sevr gibi bir durumla karşılaştığımızda GPS uydu sistemini yok edip düşmanı dize getirebileceğimiz süper kozmik ve son derece sakıncalı hazırlıklar ifşa olunsaydı…

Gerçekten acaip iftihar ederdim bu planları yapan silâhlı kuvvetlerimle.

O planlarda yararlanılacak gazetecilerin adı olması da zerre kadar batmazdı bana ve hepsine kahraman diye bakardım.

Ve hatta o planların işlemesi uğruna vatandaşa değil düşmana karşı hukukun esnetilmesi durumları bile umurumda olmazdı.

Ve ancak o zaman üzülürdüm kozmik odanın bekâreti bozuldu, tüh planların yenilenmesi gerekecek diye.

Masaya vurulan yumruklar da gururumu okşardı.

Siyasi tartışma bir yana, ben gerçekten silâhlı kuvvetlerimizin memleketimi koruyabileceğine emin olmak istiyorum.

Yorumlar

Liberte, Egalite, Fraternite. Son ikisini geçtim. Ben hürriyet istiyorum. Şayet hürriyet gelirken yanında demokraasiyi de getirirse ne alâ. Yok eğer anca biri gelebiyorsa, ben önce hürriyeti alayım, diyorum. Şaşırmayınız, Orta Şark'ta yaygındır bu düşünce.

Odaya gelince… Demem o ki, içinden azıcık ciddi bir şey çıksa cidden sevinecektim.

Bence siz çok müdrik ve zeki bir kişisiniz ve muradımı fehmetmiş bulunuyorsunuz.

Nuri Yalçın - 4 Şubat 2010 (15:57)

Memleketin %90'ı aynı şeyi dert ediyor, yalnız değilsiniz Nuri Bey. Benim anlamadığım nokta da burada başlıyor. Niye bu ülkede adam gibi eğitim verilmediğini kimse dert etmiyor? Adaletin olmaması, sistemi taşıyacak masa bacaklarının olmamasını neden dert etmiyoruz? Yirmi milyar dolar bütçeye ulaşan büyükşehir belediyesinin başkanının maaşının sadece yedi milyar olması en büyük riyakârlık diyeni duydunuz mu? Ülkenin tüm kurumları tuttuğunuzda elinizde kalacak haldeyse, kozmik odadan çok zeki şeyler çıksa bizi nurlu ufuklara götürür mü?

İlker Gökçen - 5 Şubat 2010 (02:08)

Sevgili İlker Gökçen, %90 oranını hangi bilimsel metodlarla bulduğunuzu merak ettim. Rakam vererek sallayınca daha mı inandırıcı oluyor?

"Adam gibi eğitim verilmediğini kimsenin dert etmediği" gibi derin saptamalarınızın kaynağını da merak ettim.

"Herkes, hepsi, hiç kimse" ya da "şu yok, bu yok, o yok" türünden küt genellemeler yapınca iç sesiniz daha mı fazla amplifiye oluyor?

"Yirmi milyar dolar, yedi milyar" gibi rakamları hangi gazetede okudunuz? Link verseniz biz de faydalanırdık.

Buranın Ekşi Sözlük değil Derkenar olduğunu hatırlatmamız gerekmez sanırım. Çala klavye ve söz piştisi buraya pek yakışmıyor. Kendinizi gaza getirmeden yazmayı başarabilirseniz, inanıyorum ki sizden daha incelikli yorumlar okuruz.

Durmuş Düşünür - 5 Şubat 2010 (11:04)

Belki yanılıyorum ama sanki Nuri Bey'in ironi yapıyor olabileceği ihtimali pek hesaba katılmadan "vurun sağcıya" psikolojisine giriliyor gibi.

Merak edenler (ve tabii İngilizce yazıları okuyabilenler) için, sayın Nuri Yalçın'ın kişisel blog sitesinin adresini vereyim:

http://monitor.newsvine.com/

İyi okumalar…

Web Gezgini - 5 Şubat 2010 (12:14)

İşte zurnanın zırt dediği yer de burası. Nuri Bey'in diğer yazdıklarını okuyunca muradı daha bir net hale geldi. Anladığım kadarı ile ordunun kozmik planlarının ülkede idareyi ele alacak basit "taktik"lerden oluşmasındansa bölgede belirleyici olan "strateji"ler içermesi arasındaki farkı anlatmak istemiş. Benim vatansever damarım da aynı şeyleri söylüyor.

Ahmet Faruk Yağcı - 5 Şubat 2010 (14:25)

Web Gezgini'nin hakkı var Nuri Bey, sitenizdeki yazılara göz atıncaya kadar ironi mi yapıyorsunuz, yoksa aslında başka bir şeyi imâ ediyorsunuz da açık açık söylemekten imtina mı ediyorsunuz anlayamamış, neticede ne yorum yazacağımı bilememiştim. Gerçi bu durumun bir faydası da olmadı değil. Bu sayede yazınız bendeniz tarafından dört defa okunmuş oldu.

Belki bizi "demokrasi olmadan hürriyet" durumu ve "günümüz Türkiye'si için biçtiğiniz hürriyet karnesi" hakkında biraz daha aydınlatsanız bu yazıdaki taşlar yerine daha iyi oturacak.

Seyitullah Köşelijeton - 5 Şubat 2010 (14:55)

Her ne kadar ilk okumamdan itibaren (belki de gönlüm öyle olmasını dilediğinden olacak) yazıdaki muradı doğru anladıysam da yorumlar kafamda acaba yanlış anlayan ben miyim sorusunun ortaya çıkmasına da neden oldu. Beni esas endişeye gark eden Sayın Yalçın'ın bir taraftan askerin üzerine vazife olmayan işleriyle ilgili ironi yaparken diğer taraftan sanki içinde küçük bir "Polat Alemdar" barındırdığı izlenimi veriyor olmasıydı. Her ne kadar kişisel blogu haksızlık ettiğime dair hisler oluştursa da orta şarka has demokrasi içermeyen hürriyet gibi paradigmaları öneriyor olması kafamı karıştırdı. Sayın Köşelijeton gibi ben de "demokrasi olmadan hürriyet" konusunda daha açıklayıcı bilgiler istirham ediyorum.

Vahap Demir - 5 Şubat 2010 (17:06)

Kozmik odalarda kirli çamaşır da olur kirli plan da olur. İşin tabiatı öyle. Adına senaryo dersiniz, harp oyunu diye geçiştirirsiniz; bir şey olmaz. Kuvveden fiile dökülmedikçe kimse bir şey demez. Kozmik odanız boşsa da kınayan çıkmaz. Ama kozmik odada sadece içe dönük planlar bulunur gerisi de fos çıkarsa, işte o pek hoşgörülmez.

Nuri Yalçın - 5 Şubat 2010 (21:06)

Asker vesayetine dair söylediklerim ironi değil. Müsadenizle biraz anlatayım.

Bakınız, Fatih Çarşamba'nın sokaklarına aşinayım. Oraları kolonileştiren insanların inançları ya da hayat tarzları ile hiç ama hiç bir problemim yok. Lâkin kendi içlerinde "Ehl-i Sünnet'i" temsil ettiklerini düşünen bu insanların 1979'da Humeyni ihtilâlinden fena halde etkilendiklerini unutamıyorum. Şu anda rotayı düzelttiler ama kıl payı daha Humeyniciliğe kaysalardı sadece Çarşamba, İstanbul ve Türkiye için değil bütün İslâm alemi için büyük bir tehlike doğacaktı.

İnanın sosyo ekonomik yapısı Fatih Çarşamba ile homomorf olan (yani bire bir eşleşen) sokaklar Beyrut'un Hizbullah kontrolündeki Dahiye'sinde de var. İsrail'in Temmuz Harbi'nde yerle bir ettiği Dahiye'de. Aynı kırtasiyeciler. Aynı kotlu-türbanlı kızlar, cübbeli adamlar, tereyağlı pilavlar, teberruat kutuları. Valla.

Hizbullah'ın geçmişi çok eski. Önce ufak bir dini gruptular. Sonra bir kısmı siyasileşti. Dînî kısmı dışladılar. Ardından ufak bir terörist örgüt olup dünya sahnesine çıktılar. Lübnan iç harbi ile biten bu safhanın sonunda sosyal-politik bir üst yapı kurumu haline geldiler. Okullar, hastaneler, parti, uluslararası ilişkiler falan. Şimdi ise tam anlamıyla Lübnan'da devlet içinde devlettir Hizbullah. İran'ın da truva atı. Kendi orduları var. Bizim telekomun sahibi Hariri ailesi güya başbakanlığı almış durumda ama Hizbullah'ı silâhsızlandırmayı ağzına bile alamıyor. Yoksa hükümet çöker. Hizbullah, Lübnan devletini kötü bir şakaya çevirmiş bulunuyor.

Eğer etnisite yahut din istismarı ile Lübnan'a çevrileceksek, bunun adına da demokrasi denecekse, ben cidden istemiyorum. Hüsnü Mübarek firavununun inim inim inlettiği Mısır'ın demokrasisi de kalsın, gerekmez.

Askerî vesayetten elbette memnun değilim. Ama benim ihtiyaçlar piramidimin tabanında emniyet-sıhhat-selâmet var. Onun üzerinde hürriyet geliyor. Demokrasi ta tepede. Bundan iftihar etmiyorum. Ama hiç olmazsa kendimi tanıyorum.

Nuri Yalçın - 5 Şubat 2010 (21:25)

İstanbul büyükşehir belediye başkanının maaşı 6. 724 TL. Memurlar.net dahil olmak üzere birçok sitede başka bilgiler var. En son Kadir Topbaş'ın ağzından verilen cevap şu şekilde:

Habertürk'te bir programa katılan Topbaş maaşı ile ilgili bir soru üzerine, "Maaşımı bilmiyorum. Maaşım bana gelmez. Üstüne para isterler benden. Hamdolsun, benim kendi imkânlarım var. Sağa sola harcarım. Onlar söylenmez. Herkesin bir yaşam tarzı var. Babam rahmetli olduktan yıllar sonra bazı yerlere yardım ettiğini çok sonradan öğrendim. Bunlar konuşulmaz. Para yatıyor ama görmüyorum. Sigortadan emekliyim onu da hanım alıyor." şeklinde konuştu. İlgili kaynak: Porttakal.com

%90 rakamını tüm medya görsel ve yazılı kaynaklarına dayanarak söylüyorum. "Bu ülkede darbe olacak mı, olmayacak mı?" tartışmaları dışında ciddi elle tutulur bir ülke gündemi yok ya da bizim televizyon başka ülkelerin kanallarını çekiyor.

İstanbul büyükşehir belediyesinin 2010 mevcut bütçesi 17 milyar 650 milyon lira ve borçlar hariç rakam. İlgili bilgi kendi sitelerinde mevcut olup başka ilgili haberlerde de var.

Sitemiz yok diye verdiğimiz bilgiler için bu kadar ön yargılı olmanızı garipsediğimi belirtmeliyim. Anladığım kadarıyla en kısa zamanda kişisel bir blog oluşturmalıyım. Yoksa hoşgörü denen şeyden nasibimizi alamayacağız.

En derin saygılarımla.

İlker Gökçen - 5 Şubat 2010 (23:45)

Ben kozmik odadan sadece teksir kâğıdı ve bulmaca kitapları çıksın istiyorum. Ama bunun yanında seçme ve seçilme hakkı olan bir millet istiyorum. Madenini, petrolünü, altınını çıkarabilen bir Devlet, kendi toprağına kendi tütününü, şekerini ekebilen çiftçiler istiyorum. Milli piyangosuna kadar, yani donuna kadar nesi var nesi yoksa satmayan bir ülke istiyorum. Milli eğitim müdürlerinin gelenle gelmemesini gidenle gitmemesini, Trabzon'un köyündeki bir çocuğun isterse diplomat olabilmesini diliyorum. İsrail'e höt zöt deyip sonra Amerika'da "cesaret madalyası" alan insanların bu ülkeyi yönetmemesini diliyorum. İki ayağı çukurda olan Yunanistan'ı tehdit görüp bilmem kaç milyar dolarlık silâh alalım diyen generallarin olmadığı bir ülke diliyorum (dileyen olursa linkini de bulurum).

İşte o zaman sivili, askeri mutlu herkesin güvende olduğu ve kimsenin kimseye dayılanmadığı bir ülke oluruz. İngiltere'nin kozmik odasından Tommiks Teksas çıksa İngiltere'ye zeval gelir mi? Gelmez vallahi.

İlker Gökçen - 5 Şubat 2010 (00:12)

Humeyni'nin devriminin seksenli yıllarda sadece Türkiye'de değil tüm İslâm ülkelerinde ciddi etkileri olduğu bir gerçek. Ancak yukarıdaki yazılanlar bir sosyolojik okuma değil. Sosyoloji birinci sınıf öğrencileri bilirler ki hiç bir toplum diğeriyle aynı değildir ve bir toplum için yapılmış tespitler sadece o toplum için anlamlıdır. Başka bir toplumdan bahsetmeye başladığımız andan itibaren başka bir gerçeklik ortaya çıkmıştır. Türkiye; Malezya, İran, Lübnan ya da başka herhangi bir islâm ülkesi değildir. Türkiye, Türkiye'dir. Türkiye için anlamlı şeyler söylemek isteyen alana iner, doğru yöntemlerle çalışmalar yapar ve bu sonuçlar üzerinde konuşur. Hakikaten toplum istemediğiniz bir yöne gidiyorsa, bunu burada yapılmış objektif çalışmalar ortaya koyar. Dünyanın bir başka yerinde yaşanmış gerçekliği Türkiye'ye teşmil etmek sadece topluma korku yaymanın aracı olabilir ve bilimsel dayanağı yoktur.

Maslow da ihtiyaçlar pramidinde en alta koyduğu fizyolojik ihtiyaçların hemen üstünde emniyet ve selâmete yer veriyor ancak demokrasi olmadan hürriyeti hangi ontolojik argümanlarla kabul edilebilir kılacağınız hâlâ açık değil. Demokrasinin handikapları olduğu gerçeği bizi neden diktatörlüklere fit etsin ki? Bugüne kadarki tecrübemiz, içinde demokrasi olmayan hürriyet taleplerinin gerçekleştiğinde hep sadece talep sahiplerini hür kılan, geri kalan herkes için ızdırapla sonuçlanan, nevi muhtelif diktatörlükler olduğunu söylüyor.

Vahap Demir - 6 Şubat 2010 (10:15)

Kısa Kısa:

- Lübnan örneği önemli. Pek çok açıdan benzer toplumuz. 100 sene öncesinde aynı ülke idik. Şaka değil, biz idare ediyorduk. Bugünün Lübnan siyasî sistemi Osmanlı imalâtıdır. Aynı kökten geldik. Şu anda da arada aşırı bir ıraksama yok. Zaten iki toplum 'aynı'demedim 'homomorf'dedim. Zaten toplumları değerlendirmiyoruz, paralellere bakıyoruz.

- Bir başka benzer toplum da Suriyede. Orada demokrasi yok, hürriyet epey var. Özellikle Beşşar geldiğinden beri. Vize de kalktı, arzu eden Şam'a inip tüccarla konuşabilir. Demokrasi ile hürriyet arasındaki gayet belirgin bir tercih yapıyor oranın burjuvası. Serbest ticaret ve hareket mukabilinde siyasî otoriteye karışmıyor. İşlemediğini söylemek zor.

- Mısır'da güya demokrasi var. Hürriyet yok. Fas'ta demokrasi zayıf görünüyor, krallık var çünkü. Ama insanlar krala ve rejime karışmadıkça neredeyse tamamen hürler.

- Demokrasi ile hürriyet arasındaki tercih çok kötü bir tercih. Ama mevcut.

Nuri Yalçın - 6 Şubat 2010 (18:13)

Nuri Bey'e teşekkürüm olacak. Homomorf tanımlamasını düşündürdüğü için. Evet, "iki misket gibi değil de iki patates yumrusu gibi birbirine benzeyen şeylere homomorf denir" diye düşünüyordum sabah yataktan kalkarken. Gece homomorf nasıl anlatılmalı acaba diye yatan sabaha "eureka!" diye kalkıyor demek. Yazının içeriği ile de görüşlerim paralellik içeriyor. Kozmik odaların varlığı bir gerçekse, buralardan kendi halkına yönelik planlar çıkmamalı en azından.

Ahmet Faruk Yağcı - 7 Şubat 2010 (13:48)

Nuri Bey, "Demokrasi ve hürriyetin kol kola gezmek zorunda olmadığını, hürriyetin demokrasiden daha değerli olduğunu ve bir seçim yapılması gerekiyorsa ilk sırayı hürriyetin alması gerektiğini" örneklerle gayet güzel anlatmışsınız. Ben de bu konuda sizinle hemfikirim.

Fakat hürriyet-demokrasi öncelik sıralamasını sadece kavramsal olarak mı yapıyorsunuz yoksa ülkemizdeki güncel demokratikleşme çabalarına göndermeler yaparak kaygılarınızı mı dile getirmek istiyorsunuz tam olarak anlayamadım.

Yani, yazınızdaki (ve yorumlarınızdaki) Arap devleti örneklerine ve Türkiye ile paralelliklere yapılan vurgulara bakınca, ülkemizi demokratikleşmeye götüren aksiyonlarının, yüksek oranda hürriyetimizi kaybetme riskini taşıdığını mı anlamalıyız? Siz böyle bir tehlike görüyor da o yüzden mi, "ben asker vesayetine ve özgürlüğe fitim, demokrasi olsa iyi olur ama olmasa da eyvallah" demeye mi getiriyorsunuz?

Size göre mevcut dünya dinamiklerini de içine kattığımızda, günümüz Türkiye'si için özgürlük hâlâ "kıl payı" kaybedilecek kadar kırılgan bir şey mi? "Özgürleşme işi zaten çantada keklik, bu noktadan sonra kancayı takmamız gereken yeni mihenk noktası demokrasi olmalı" diye düşünmek için henüz çok mu erken size göre? Sizce Türkiye demokratikleşme adına, henüz hazmetmeye hazır olmadığı ve büyük bir bedel ödemesi söz konusu olabileceği tehlikeli işlere mi soyunuyor?

Seyit Balkuv - 7 Şubat 2010 (17:12)

Ülkede ne doğru düzgün demokrasi var ne de hürriyet. Demokrasi adı altında hürriyetler kısıtlanıyor, bireyin yaşam alanı daraltılıyor. Politik sistem misyonerliğini bir kenara bırakıp insanca yaşama hakkını ve hürriyetini herkese tanıyalım. Dünyada bir sürü başarılı şirket var ve hepsinin kendine özgü yönetim biçimleri var. Kimi biraz daha merkezi, kiminde güç paylaşımı çeşitli kurullar arasında yapılmış kiminde tek adam. İsteyen istediği gibi yaşasın da (diğerinin hakkına tecavüz etmeden) varsın sistemin adı Diyetizm olsun ya da herhangi bir absürd şey işte.

Adnan Portal - 8 Şubat 2010 (21:26)

Yazarın, yanlış anlaşılmaya mahal vermeyecek kadar açık yüreklilikle yazdığı, hatta, son cümlesinde bile neyi apaçık kasdettiği ortada iken, yazarın belki de yazıya girebilmek icin kurduğu üç-beş cümle hedef alınarak yapılan yorumlar o kadar uzağa düştü ki, sonunda yazar, asıl konudan vazgeçerek o üç-beş giriş cümlesi üzerinden kendisini tekrar tekrar savunmak zorunda kalmış.

Oysa, o kozmik odalardan şöyle planlar çıksaydı meselâ, ben de "İki yılda bir, 1 ay vatandaş" kimliğimle (Malûm; sezonda uçak biletleri çok pahalı, ancak iki yılda bir vatana gelebiliyoruz) ülkem ve ordum adına çok gurur duyardım:

Yapay düşmanlar üretmek yerine, ülkemiz için en büyük düşman olan ve her yıl bizden bilmem kaç kilometrekare toprak tırtıklayan erozyonla ilgili şöyle kallavi bir mücadele planı çıksaydı…

Her yıl biraz daha çölleşen ülkemizi gölgesiz bırakmama adına, süratle bazı birliklerimizi "Ağaçlandırma birlikleri" adı altında organize ederek ülkenin hizmetine sunan planlar da, hemen yanı başında yerini alsaydı…

Akarsularımızın ıslahı konusunda…

"Ulan bu nasıl plan! Kozmik odada bunların işi ne?" diye soran arkadaşlar: Haklı olabilirsiniz; ama üzerinde yaşadığımız kara parçasının yüzyıllardır kanayan yaraları bunlar. Sonuçta vatan toprağı ve askerlik görevinden de fazlaca uzağa düşmez. Hiç bir vatan evlâdının da askerlik görevinin bir kısmını bunlara ayırmaktan yüksüneceğini zannetmiyorum.

Hadi, itiraf edeyim; Biraz uçuk temenniler bunlar.

İyi de arkadaşlar; Sabahtan beri üzerinde yorum yazdığınız "Demokrasi ve hürriyet" kavramlarının kozmik odada işi ne?

Muzaffer Terzi - 8 Şubat 2010 (01:03)

Muzaffer Bey, neden bu yazı ve yorumları "hedef alma-savunma" veya "ana konuyu saptırarak öküzün altında buzağı arama" boyutunda değerlendirelim ki? Ben şahsen yazı ve yorumlardan çok faydalandım.

Yazının ana fikri olmasa bile "hürriyet-demokrasi ilişkisi, Ortadoğu ve Arap ülkelerinde birinin bekası uğruna diğerinin feda edilmesi realitesi ve bu minvalde Türkiye'nin statüsü" gibi konular daha önce okumadığım çok ilginç konular benim için. Ve işin doğrusu yazıya yapılan yorumlar olmasaydı yazarın demek istediği şeyi tam olarak anlayamayacak ve belki de yanlış bir yargıya varacaktım.

Bu gibi konuları Nuri Bey gibi belli konularda uzmanlaşmış ve Türkiye'ye dışarıdan bakma kabiliyetine sahip insanlardan dinliyor olmak benim için ayrı bir zevk.

Siz böyle bir yorum yazınca kendime ait olan son yorumu bir daha okudum. Yazdıklarım dediğiniz türden bir algıya sebep oluyorsa çok üzülürüm. Ben o yorumumdaki soruları öğrenme kaygısıyla algılarını açık tutan bir çocuk gibi soruyorum.

Bu arada, kozmik odadan beklediğiniz temenniler hiç uçuk değil bana göre, tam da olması gerektiği gibi.

Ayrıca geçenlerde biri "uçmak iyidir, uçan insan yol alır, uçmayan yerinde sayar" demişti

Seyit Balkuv - 9 Şubat 2010 (10:27)

Sayın Nuri Bey, ben ilk mektebi dışarıdan bitirmiş halktan biri olup burada yazılanları pek iyi anlayamamış bulunuyorum. Sizin "demokrasi" ve "hürriyet" derken tam olarak kastettiğiniz şeyler nedir, lûtfedip bir de bana anlatabilir misiniz?

Yani şimdi, kafam karıştı. Demokrasinin bulunmadığı yerdeki bir Hürriyet, nasıl bir şeydir, neyin -veya kimin- hürriyetidir?

Yani şimdi ben, lâfın gelişi, dilediğim gibi barlarda palaslarda fink atabiliyorum, ticaret neyim yapabiliyorum, yeyip içiyor, turistik beldelerde çarşıda bazarda ge-stringle gezebiliyorum, bu hürriyetlerim var. Ve fakat grev hakkım yok, örgütlenme hakkım yok, başörtülü kızımı üniversitede okutma hakkım yok, seçme ve seçilme hakkım parti tiranlarının elinde, PKK'dan "terörist" ve Öcalan'dan "bebek katili" diye söz etmediğimde ağzıma biber sürülüyor. Böyle bir düzende yaşıyorsam, yani faraza, ben şimdi anlamak istiyorum, bunun adı ne oluyor? Demokrasi or Hürriyet; burada hangısı var hangısı yok?

Yani eğer bu malûm piramitin dabanında demokrasi bulunmuyorsa, sivil bir yargıçın Kozmik odaya göz atabilme şansı milyonda kaç oluyor?

Battal Takoz - 9 Şubat 2010 (19:20)

Çok güzel ifade etmişsiniz.

Bunun bir örneği (bugün, 22 Behman, ölüm sene-i devriyesi olan) Şah rejiminde vardı. Bugünkü Suriye onun biraz daha modern bir halidir. Suriyeli tüccar pek rahattır. FM radyosu, kot pantalonu ve interneti konusunda sıkıntı çekmeyen Şam'lı gencin de pek bir derdi yoktur. İşin özü, rejimin kutsal saydığı inek, öküz, tavus, her ne ise onlara dokunmayıp geri kalan sahada gayet rahat bir ferdî ve ticarî hayat sürmektir. Suriye örneğini devam ettirecek olursak, sanmayın ki oranın halkı demokrasisiz hürriyete kerhen razıdır. Tam tersine pek çoğu "aman Allah muhafaza, küresel konjonktür Şam'a demokrasi getirmeye kalkmasa da ortalık kan gölüne dönmese" diye temenni eder.

Mesele rejim ile rejimde payı olmayan sade vatandaşların sahasının tanziminden ibarettir. Hiç değilse Roma medeniyeti kadar eskidir bu mevzu. Çizgi nihayetinde keyfî bir şekilde çizilir. Batı medeniyeti buna gayet şık ve mantıklı izahlar getirmiştir, insanını belli nispette ikna etmiştir. Şeklen kraliyet olması hasebiyle teknik açıdan tam demokrasi sayılamayacak olan İngiltere'de asıl mevzu kralın rolü değildir. Bugün dahi ülkenin iç istihbaratı devletin alî menfaatleri için kendi siyasî sistemine, adam öldürmek dahil, müdahale eder. Fransa'nın rejimi çok daha müdahaleci olmayı kendine hak sayar.

Keyfî çizgilere rağmen İngiltere ve Fransa örneklerinde hakkaniyete uyan tek bir şey vardır: Rejimdeki vazifesi bitenler emekliliklerinde sade vatandaşlığa dönerler.

Demokratik sandığımız memleketler ile demokratik addetmediklerimizi ayırt eden temel ilke problemi belki de budur.

Binaenaleyh, demokrasisiz hürriyet değil mümkün olmak, fevkalâde de yaygındır muhterem efendim.

Hürriyetler belli bir seviyede mevcutsa, elhak Türkiyemiz'de öyle, derim ki demokrasinin tedricen ve sakin sakin gelmesinde bence hiç sakınca yoktur, tam tersine çok faydalar mevcuttur.

Nuri Yalçın - 11 Şubat 2010 (09:24)

Birkaç gün önce benim internet ortamına yazıp emanet ettiğim yorumum aklıma gelince, "Acaba birileri benim görüşlerimin aksini savunmuş mudur? Söylediklerimin tek bir kelimesine dahi itiraz eden var mıdır? Varsa da hemen tepeleyeyim" duygularıyla Derkenar'ı tekrar açtığımda; Aaa, ne göreyim, sevgili Seyit Balkuv cevap yetiştirmiş.

Neyse ki, dikkatli bir okumadan sonra "Yahu, bunlar bizim mahallenin çocukları" deyip, sakinleştim.

Son tahlilde aynı şeyleri söylemişiz; ama sanırım yazıyı türkçe karakterlere büründürme işleminin uzunluğu ve benim hâlâ tek parmakla yazıyor olmam, bazı cümlelerde tasarrufa gitmeme sebep oldu. "Eksik anlaşılma" bu yüzdendir.(Arkadaşlar, farkında mısınız, şuraya yazdığımız üç-beş paragraflık yorumu dahi kimseye emanet edemiyoruz, koruyup-kollama dürtüleri içerisinde dönüp dönüp sahip çıkıyoruz. Peki; Ülkenin gerçek sahipleri kocca ülkeyi bu halka nasil emanet etsin? Onların canı can değil mi?)

Nuri Yalçin Bey'in son yorumunda harika bir tespit var: "Rejimdeki vazifesi bitenler emekliliklerinde sade vatandaşlığa dönerler" diyor, Fransa ve İngiltere'yi örnek verirken. Yerden göğe kadar haklı. Hatta korkmayın, bütün demokrasiye örnek gösterilen ülkeleri bu kategoriye koyun. Ve ondan sonra da arkanıza yaslanın ve ülkemizin demokrasi tarihine bakın:

Yaklaşık yüz küsur yıldır rejimde görevlendirilen ne kadar asker, bürokrat, sivil, resmî, gayrı resmî şahıslar varsa, bunlar, emekliliginde sadece tapu dairelerine seğirtip ülkenin tapusunu üzerlerine geçirtmiyorlar; ama bunun haricinde babadan oğula devredilen görevleriyle, her yıl katlanan sayılarıyla, kurumları ve sivil toplum kuruluşlarıyla "Ülkenin tapusuz sahipleri" pozundan asla vazgeçmiyorlar.

Üzerinde çokca yazı yazılması gereken bir tespit diyelim ve yazıyı bitirelim.

Muzaffer Terzi - 11 Şubat 2010 (15:41)

diYorum

 

Nuri Yalçın neler yazdı?

54
Derkenar'da     Google'da   ARA